Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
| Cevap: Sanat, Yapıttan Yola Çıkarak Nasıl Tanımlanır?
Kuşku yok ki, hayır: yapıtın bir sanatın ürünü olması, başka deyişle bir insanın elinden çıkmış olması da bizde hayranlık uyandırır. Buysa, tersine, yapıtın onun bitirilmesini sağlayan yöntemlerle açıklanamayacağı anlamına gelir: Valery bize Cimetiere Marin'in [Deniz Mezarlığı) , Fransız dizesinin biçimi üzerinde çalışma yapma isteğinden doğduğunu söylese de, ortaya koyduğu şiir, başka hiçbir şeye indirgenemez olmakla birlikte, bu açıklamaya da indirgenemezliğini korumakta. İnsanın bir sanat yapıtının önünde durduğunda, o yapıtın nasıl ortaya konduğunu anlamasına olanak yoktur. Zaten haklı ya da haksız olarak duyduğumuz hayranlığın nedenlerinden biri, Nietzsche 'nin de yazdığı gibi, sanat yapıtının tüm başka ürünler gibi, ağır ağır ve zorluklarla edinilmiş bir mesleğin sonucu olmasıdır: "Bitmiş ve kusursuz olan her şey hayranlık uyandırır, yapılmakta olan her şey de küçümsenir. Oysa bir sanat yapıtına baktığında kimse onun nasıl yapıldığını göremez; bu, sanat yapıtının avantajıdır, çünkü nerede olursa olsun onun oluşmasma tanık olunduğunda, araya belli bir soğukluk girer. İfadesini bulmuş bir sanat, her türlü gelecek düşüncesini dışlar; kendini güncel yetkinlik olarak zorbaca dayatır" (Humain, trop humain [İnsanca, fazlasıyla insanca) Demek ki mesleğin gerçek rolü ne olursa olsun, yapıtı değerlendirmeyi sağlamıyor. Nietzsche 'nin ya da Valery 'nin savunduğu tezler karşısında, bir başka açıklamaya başvurmak haklılık kazanıyor. Bir tekniğe egemen olmak tek başına insanı sanatçı kılmaya yetmez: insan, meslek sayesinde üretir yalnızca, yaratmaz. Sanatçı kendisi için gerekli olan beceriyi uzun süre sonunda edinir ve yaptığı uygulama alıştırmalarıyla zanaatçıya özgü bir çalışma yapmış olur. Bir zanaatçı gibi, kendisine önceden verilmiş, kullanılacak araçların kesinlikle belli olduğu bir amacı gerçekleştirmek için çalışır: ustanın tablolarının kopyaları ya da yazınsal üslup alıştırmaları beceriyi geliştirir; ne var ki ulaşması gereken amaca onu yalnızca deha götürür; bilinmeyene yalnızca deha meydan okur, sanatçının ortaya koyduğu yapıtın biçimlenmesini sağlar ve bu macera ile hiçbir beceri boy ölçüşemez. Sanatçı teknik ustalıkla, bilinç ve beceriyle tanımlanan bir mesleğe sahiptir; deha ise mesleğin ötesinde, bilginin üzerinde, bilinçdışında, kendiliğindenlikte varolan bir şeydir. Dolayısıyla, dâhice üretim bir yanıyla, bu üretimi gerçekleştiren kişinin kaçınılmaz olarak dışında gerçekleşir ve kişi, cinlenme, esin ya da heyecan adı verilen tuhaf bir ruh hali sergileyebilir; sanatçı bu durumda kendini kaybetmiş, üstün bir gücün oyuncağı olmuş gibi görünebilir. Diderot 'nun burada betimlediği işte bu durumdur: "Heyecan olmaksızın gerçek fikir kendini asla belli etmez ya da bunu rastlantı sorıucu yakalayacak olsak, izleyemeyiz... Şair heyecan ânının gelişini duyumsar; bu heyecan derin düşünceye dalmasının ardından gelmiştir. Kendini bir titremeyle belli eder; bu titreme göğsünden başlar, zevkli ve çabuk biçimde bedeninin en uç noktalarına kadar yayılır. Kısa süre sonra artık titreme değildir; onu yakıp kavuran, soluk soluğa bırakan, tüketen, öldüren güçlü ve sürekli bir sıcaklıktır; ne var ki bu sıcaklık dokunduğu her şeye ruh verir, yaşam verir. Bu sıcaklık daha da artmış olsaydı, gözlerinin önündeki hayaletler çoğalacaktı. Tutkusu, çılgınlığa varacak ölçüde yükselecekti. Bundan ancak, birbirini sıkıştıran, birbiriyle çarpışan, birbirini kovalayan düşünceler çağlayanını dışarı boşaltarak kurtulabilirdi. Dorval, o anda betimlediği duıumu yaşıyordu. Ona hiç yanıt vermedim. Aramızda bir sessizlik oldu ve onun bu sırada sakinleştiğini gördüm. Kısa süre sonra bana, derin bir uykudan uyanmış gibi sordu: `Ne dedim? Size ne söyleyecektim? Hiç anımsamıyorum"' (Entretiens sur le fils naturel ( *** Üstüne Söyleşiler ], Kendine dinginlik içinde egemen oluş anı olan derin düşünmeden sonra, önce gelen şeyin gerçekleştiremediğini bilinçte hiçbir iz bırakmadan gerçekleştirmek üzere heyecan gelir. Deha kavramı böylece, sanatın hem sahip oluş hem yoksun kalış ya da daha doğrusu, hem meslek hem doğal yetenek olan çitte yanını değerlendirmeyi sağlar. Bu, Schelling 'in sanatın şiiri adını verdiği şeydir: "Dolayısıyla sanat birbirinden bütünüyle farklı iki etkinlik sonucu bitmişlik kazanıyorsa, deha bunlardan ne ilki ne de ikincisidir; her ikisinden de fazla olan şeydir. Bu etkinliklerden biri olan bilinçli etkinlikte, yaygın olarak sanat adı verilen, buna karşılık sanatın bir bölümünü oluşturan, öğretilmiş ve öğrenilmiş, gelenek yoluyla ve kişisel alıştırma yoluyla elde edilmiş olan şeyi arıyorsak; sanatın bilinçdışı etkinliğinde, sanatın öğrenme ediminin dışında kalan bölümünde de alıştırmayla ya da herhangi başka bir yolla edinilemeyen, buna karşılık yalnızca doğal ve içkin bir yetenek olan şeyi aramak gerekir: buysa tek bir sözcükle, sanatın şiiri diyebileceğimiz şeydir" ("Le genie et ses oeuvres", Textes esthetiques [ "Dâhi ve Yapıtları', Estetik Metinler içinde] Peki, bu bilinçdışı etkinlik neyi içeriyor? Dâhilere genellikle sezgi, Tanrı esini, gönül gözüyle görme mal edilir; bu kişiler dünyayı dolaysız biçimde kavrama yetisiyle donatılmış insanlar olarak betimlenir; başkalarının kavramların aracılığına gerek duyduğu yerde, onlar bu gereği duymaz. Peki bu, Nietzsche 'nin dediği gibi, bir yanılsama mı? "Onlarda genellikle, dünyanın özünü dolaysız biçimde, görünüşlerin örtüsünde açılmış bir delikten bakar gibi görme yeteneği olduğu kabul edilir ve bilimin katlanma gerektiren zorluklarına ve çabalarına katlanmadan, görkemli ve ilahi bakışları sayesinde insan ve dünya hakkında kesin bazı şeylere ulaşabildikleri düşünülür"
(Humain, trop humain, I, & 164, agy, s. 535). Ya da tersine, bu alanda özel bir bilginin, mantıksal ve kavramsal bilgiden farklı bir bilginin varlığının mı söz konusu olduğunu düşünmek gerekiyor? Alıntı. |