Tekil Mesaj gösterimi
Alt 29 Mart 2009, 05:46   #2
Çevrimdışı
YapraK
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Sanat, Yapıttan Yola Çıkarak Nasıl Tanımlanır?




Ele alınan bu mekanik sanatların entelektüel niteliği olduğunun ileri sürülmesi, ortaya çıkan ürünün yeniden değerlendirilmesiyle birlikte düşünülmediğinde boşuna olur.
Sanatın, Rönesans'tan başlayarak bir yaratı olarak kavranması, farklı sanat ürünleri arasında varolan kesin ayrımın, yaratıyı gerçekleştirme süresine temel bir değer kazandırarak, ortadan kalkmasının temellerini atmaktadır. Sanatçı artık, kendi dışında bir amaca baş eğen bir uygulayıcı değil, egemen bir yaratıcıdır . Ne var ki bu niteliğe büründüğü halde, sanat ile yapıt arasındaki bağıntı sorunlu kalmaktadır. Gerçekten de yapıt, yaratılma süreci içinde yaratıcısının ellerinin arasından kaçmaktadır. Birden başkalaşarak yabancı, mucizevi, Tanrı'nın ya da ilham perisinin bir lütfu haline gelmekte ya da tam tersine, yaratmanın sevinci yatıştığında suskun, düşman, ezici nitelik kazanmakta ve bu sevinç, yerini kesin bir başarısızlık duygusuna bırakmaktadır. Yaratıcı ile yarattığı şey arasında, onun yabancılaşmasından başka, hiçbir bağ kalmamaktadır.

Baudelaire bu kopuşu şöyle anlatır: "Çalışmaya başlar başlamaz, gizemli ve parlak modelime (Aloysius Bertrand, Gaspard de la nuit'nin [Gecenin Gaspard'ı] yazan) çok uzak durduğumu fark ettiğim bir yana, farklı bir şeyler yaptığımı da (buna bir şeyler denebilirse) sezinledim, ki bu durum benden başka herkese gurur verirdi ama yapmayı tasarladığı şeyi doğru yapmayı kendisi için en büyük onur kabul eden bir şairi ancak derinden yaralayabilirdi" ( Paris Sıkıntısı , giriş bölümü).
Şairin gururu, yapıtının kendisini aştığını duyumsadığında, büyük bir olasılıkla umutsuzluğa da dönüşebilir: Yapıtın yüceltilmesi izleğine bu durumda yaratının boğucu sıkıntısı eşlik edebilir (bu iki uç durumu sürekli birbirine bağlayan Flaubert in yazışmalarını okurken bunu gözlemleyebiliriz); yapıt kusursuzsa, oluşumu sırasında varolan koşulları aşar, yaratıcıyı kaygıya düşüren araçları aştığı gibi.
Bu koşullar altında sanatçı, ortaya çıkan yapıtın yaratıcısı olduğunu hâlâ nasıl söyleyebilir? Bunu ileri sürebilmesi için elinden avcundan hiçbir şeyin kaçmamış olması, yapıtının en küçük ayrıntısına bile egemen olması gerekmez mi? Paul Valery 'nin sahip olmak istediği işte bu kavramdır: 'Bir şey yazacaksam, der, transa girip kendimden geçmiş olmanın sağlayacağı avantajla en güzel başyapıtı yaratmak yerine, daha zayıf bir yapıtı bütünüyle bilinçli olarak ve tam bir uyanıklık içinde sonsuz ölçüde daha iyi yazarak ortaya koymayı yeğlerim" (variete II, "Lettre sur Mallarme" [Derlemeler II, "Mallarme üzerine mektup" , Idees-Gallimard, s. 286).
Burada söz konusu olan, yalnızca kışkırtıcı bir çelişkiyi ileri sürmek değil, bu durumda da, beceri ya da üretim araçlarına egemen olma ile bunun ürünü olan yapıt arasında varlığını duyumsatan ayrılmanın altını çizmektir. Bu durumda, Valery] 'nin önerdiği seçeneğe yönelip, birinin zararına ötekini seçmek mi gerekiyor? Üretme etkinliğini bu etkinliğin ürünü olan şeyin önüne koymakla onun benimsediği çözüm gerçekten de bu oluyor: "Bizi oluşturan, yetkinleştiren şeyin ortaya konan yapıtın görünüşleri ya da dünya üzerindeki etkileri değil, bizim o yapıtı ortaya koyuş biçimimiz olduğunu düşünüyordum. [...] Böylelikle, yapıttan çekip aldığım önemi, onu ortaya koyanın iradesine ve hesabına aktarıyordum (agy, s. 286-287). Bu durumda yapıt artık amaç olarak değil, gerçek amacı sanatçıyı yetkinleştirmek olan bir üretim etkinliğinin sonucu olarak düşünülmektedir.
Bu arada bu kavrayış belki de Valery 'nin önceliği üretim etkinliğine vermesinden kaynaklanmaktadır. Söz konusu etkinlik ile ürettiği yapıt arasında bir kopukluk olduğu ortada olsa da bu etkinliğin öncelikle onu ortaya koyana gönderme yapıyor görünmesi aslında hiç de şaşılacak bir durum değil. Böylelikle, diyor Sartre , üretim bilinci ile yapıtın bilinci arasında bir bağlantı kurulamaz: "Yaratılan yapıt, başkalarının gözünde kesin nitelikte olmasına karşılık, bizim gözümüzde sürekli erteleme durumundadır: şu çizgiyi, şu tonu, şu sözcüğü her an değiştirebiliriz; böylece, bize kendini asla bitmiş olarak dayatmaz.
Bir ressam çırağı ustasına şunu sorınuştu: `Yaptığım tabloyu ne zaman bitmiş olarak düşünmem gerekiyor?' Usta ona şu yanıtı verdi: `Ona baktığında şaşırıp, ben mi yaptım bunu, dediğin zaman.' Bu yanıt elbette 'bunu asla düşünemeyeceksin' demek oluyor. Çünkü bunu yapmak, insanın ortaya koyduğu yapıta başkasının gözüyle bakması, yaratısını örten giz perdesini açması anlamına gelir. Oysa biz, üretilen şeyden çok, üretim etkinliğimizin bilincindeyizdir" (Sartre, Qu'est-ce gue la litterature? [Edebiyat nedir?] Folio-Gallimard, 1948, s. 46-47).
Bu durumda, yapıt hakkında sahip olduğumuz bilinç, onu üreten etkinliğin unutulmasını gerektiriyor, çünkü bu, ne tür olursa olsun, bitmişlik kavramıyla bağdaşır bir şey değil. Bundan, yapıtın, onun ne ile, nasıl yapıldığını unutan naif izleyicinin gözünde varlığını yalnızca sanal olarak sürdürdüğü sonucunu mu çıkarmak gerekiyor?

Alıntı.

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları eglen sohbet reklamver