Tekil Mesaj gösterimi
Alt 29 Mart 2009, 02:35   #5
Çevrimdışı
YapraK
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Yoksulluk Felsefesi ve Felsefenin Yoksulluğu




İçinde bulunduğumuz dünya düzeninin standart savunusu gelişme mefhumuna dayanır. Birleşik Devletler'in ve diğer zengin ve güçlü ülkelerin bir zamanlar revaçta olan, kendi olanaklarıyla gelişme [endogenous development] mefhumunu yaygın bir biçimde reddettiklerini saptamak bu sebeple oldukça anlamlıdır. Bu mefhumu reddederek uzun zamandır eleştirilen Batılı uluslararası gelişme modeline geri dönmüşlerdir ki bu model uyarınca, yoksul ülkelerin görevi, büyük ölçüde endüstrileşmiş ülkelerde başarılı olmuş olan modelleri izlemektir. Bu gelişme fikri ileri toplumlar denen toplumları haklılaştırmaya hizmet eder. Birleşik Devletler in kendisini en yüksek gelişme noktasındaki ülke olarak anlaması, onun kendisini, diğer tüm ülkelerin yargılanacağı kıstasları sunacak kadar güçlü addettiğini ifade eder. Aynı sebeple, kıstasları vücuda getirdiği için Birleşik Devletler kendisini eleştiriden muaf saymaktadır.

Gelişmiş dünya denen dünya, başarısızlıklarına rağmen, dünyanın geri kalanına geleceğinin ne olduğunu söylemeye yetkili olduğunu kabul eder, çünkü bu geleceğin kendisi olduğunu öne sürer. Böyle olduğu ölçüde Batılı felsefi gelişme fikri değişim meydana getirmenin değil, statükoyu güçlendirmenin aracıdır. Birkaç ülkeden daha fazla sayıda ülkenin Avrupa'yı ve Birleşik Devletler'i takip ederek ekonomik gelişme yollunda ilerlemesi olasılığı, Birleşik Devletler'in tüm yurttaşlarının Amerikan rüyasının keyfini sürebileceğini hayal etmekten daha saçma değildir. Her iki mit de vakanın doğası itibarıyla istisnai olması gereken şeyi evrenselleştirmeye çalışmaktadır.

Dahası, olacağı düşünülen bu "gelişme" en yoksul, en az güçlü ülkelerin hiçbir zaman kabul edemeyeceği bir hedeftir. İhtiyaçlarını karşılayabilmenin bedeli Amerikan önderliğini ve Amerikan değerlerini kabul etmektir. Ve bununla birlikte, Batılı filozoflar çoğunlukla bu gelişme kavrayışıyla ilgili sorunları göz önüne sermek için ellerinden geleni yapmamakta ve hatta bu kavrayışı kendi disiplinlerinin anlayışlarına taşımaktadırlar. Refah eşitsizliği sorunu -ve sonuç olarak güçlerin eşitsizliği- öyle büyüktür, öyle aşırıdır ve bu süreci anlamlı bir biçimde tersine çevirme araçları o denli gerçeklikten uzaktır ki, dünyanın temel kurumları ahlaki yetkilerini yitirmişlerdir.

Eğer George W. Bush, bir günde üç bin kişinin ölmesi olasılığının, savaşın haklılığına ilişkin kavrayışımızı önleyici saldırılara izin verecek kadar değiştirmeyi haklı kıldığını söyleyebiliyorsa, her gün beş yaşın altında otuz bin çocuğun önlenebilir sebepler yüzünden ölmesi de dünya kaynaklarının dağılımını değiştirmek için ağır bir gerekçe oluşturmaz mı?

Ölümlerin önlenebilir olması, bu gündelik olayın hiç rahatsız etmediği kavramsal çerçeveyi sorgulamak için yeterli sebep değil midir?

Çoğunlukla, bu meselenin felsefi anlamda tartışılması hâlâ, Locke ve Kant'ın felsefeleri tarafından yerleştirilmiş olan çerçeveye bağlıdır ki bunlar şimdiki dünya düzenini, onu sorguladıkları zaman bile, haklı kılmaya yardım eden felsefelerdir.


Alıntı.

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları eglen sohbet reklamver