Cevap: Yoksulluk Felsefesi ve Felsefenin Yoksulluğu
Filozofun görevi, Batı medyasının yapmakta tekil bir biçimde başarısız , olduğu şeyi yapmaktır: Bush yönetiminin "terörizm" terimini tanımlanmamış bıraktığına işaret etmek. Bu terim, sanki terör hiçbir zaman haklı bir davada kullanılmamış gibi, bir yasa ve düzen meselesiyle karşı karşıya olduğumuz yanılsamasını yaratmak için tanımsız bırakılmıştır. Bu görev bir kez tamamlandıktan sonra, dünyadaki başlıca bölünmenin, Bush yönetiminin defalarca savunduğu gibi, onu ve değerlerini destekleyenlerle desteklemeyenler arasında değil, zengin ile yoksul arasında olduğu açık hale gelir.
Terörist örgütler için yoksulluk ve eşitsizlik merkezi meseleler olmadığı halde doğrudur bu. Bununla birlikte, Birleşik Devletler Ulusal Güvenlik Stratejtsi şunu kabul ettiğinde kendi konumunu yapıbozuma uğratır: "Bazılarının konfor ve bolluk içinde yaşadığı, insan türünün yarısının ise günde iki dolardan daha azla yaşadığı bir dünya ne adildir ne de dengelidir. Tüm dünyanın yoksullarını genişleyen bir gelişme -ve fırsat- çemberi içine dahil etmek ahlaki bir buyruktur ve ABD uluslararası politikasının en başta gelen önceliklerinden birisidir (UGS 21 ).
Halihazırdaki dünya düzeninin ne adil ne de sürdürülebilir olduğunu kabul ederek Birleşik Devletler hükümetinin kendisi, statükoyu ayakta tutmak için uğraşan kurumların meşruluğunu sorgulanır hale getirmiştir. Bu kurumların meşruluğu, felsefi bakımdan, dünyanın ' kaynaklarının daha insaflı bir dağıtımını sağlama vaatlerine ve bizi buna götürecek araçlara ve yol haritasına yalnızca onların sahip olduğu kanaatine ,dayanır.
Ulusal Güvenlik Stratejisi "genişleyen bir gelişme çemberi" tasvir ettiğinde ve bunun "girişimcilikle" [entrepreneurship] işleyeceğini öne sürdüğünde böyle bir haklılaştırma sunmaktadır. Gerçekten de, Birleşik Devletler ', hükümeti tek yolun bu olduğuna o denli ikna olmuştur ki yabancı ülkelere yaptığı yardımı yalnızca "girişimciliği mümkün hale getiren" uluslarla sınırlandıracağını ilan etmiştir (UGS 22).
Fakirleşmiş milyonlarca kişinin açlığının açıkça, bir dış politika silahı olarak kullanılacağı anlamına gelir bu. "Girişimciliği" desteklemekte başarısız olduğu için, yabancı bir hükümetin kendi halkının açlığının sorumlusu olduğunu ilan eden retoriği insan şimdiden duyar gibi oluyor. Dünyadaki sermayenin halihazırdaki dağılımı gözönüne alındığında bu ne anlam ifade edebilir ki?
Öyleyse halihazırdaki dünya düzeninin meşruluğu insanın, girişimci küresel kapitalizmin, yoksulluğu ortadan kaldırmanın uygulanabilir bir aracı olduğuna inanıp inanmamasına bağlıdır. Bu meselenin doğurduğu ekonomik soruları şimdi ele alamam, ama ekonomistlerin bize zengin ile yoksul arasındaki uçurumun gittikçe açıldığını söyledikleri kaydedilmeye değer. Girişimci küresel kapitalizmin yoksulluğu ortadan kaldırabileceğini kabul edenlerin umabileceği şey olsa olsa, komünizme uygulandığında çoğunlukla alay edilen, bir çözümün henüz doğru dürüst denenmediğini öne süren argümanın ansızın ikna edici bulunmasıdır. Ele alınması gereken sorun, yalnızca mutlak yoksulluk ya da "umutsuz yoksulluk" mudur yoksa aynı zamanda farklılaşmalar mıdır? Zenginliğin dağılımındaki eşitsizliğin skandal haline geldiği, hayatların tehdit altında olup olmadığına bakılmaksızın, her koşulda ortadan kaldırılması gereken bir yoksulluk biçimi oluşturduğu bir nokta yok mudur?
Bu noktayı çoktan geçtiğimizi düşünüyorum. Yoksulluk skandalı, aynı ulusun içinde, iki farklı ve ayrı dünyanın, zenginin ve yoksulun dünyasının var olmasıydı. Bununla tezat teşkil eden bir biçimde, bugün yoksulluk skandalının bir versiyonu, televizyona ya da Hollywood yapımlarına erişimleri olduğu takdirde, en mahrem ayrıntılarına kadar gösterilmek suretiyle, zenginlerin kaynaklan nasıl tükettiklerinin tüm ulusların yoksullarının yüzüne sürekli olarak çarpılmasıdır. Bu zenginliğin menşei, çoğunlukla, halkların ve yoksulluk içinde bırakılanların kaynaklarının sömürülmesidir.
Yeni bağlamı belirlemeye yönelik olarak kısaca dört noktaya değineceğim. İlkin, yoksulluğun ve insafsızlığın dünyada kendisini ifşa ediş biçimi -görüngübilimi- medya tarafından zenginin ve yoksulun nasıl göründüklerinin en mahrem aynntılarına kadar münasebetsizce sergilenmesiyle radikal bir biçimde değiştirilmektedir.
İkinci olarak, zenginliğin sonuçları -etkililik ve denetim- daha çarpıcı hale gelmiştir. Bu durum, paranın birçok oyu satın alma gücü olduğundan, seçim kampanyalarına maddi katkıların oylardan daha önemli sayılmasından da bellidir.
Üçüncü olarak, yoksulluğun ve oransız zenginliğin sebepleri önceden olduğundan çok daha açık bir biçimde anlaşılmakta ve batıl inançlarla çevrelenmeye eskisi kadar elvermemektedir.
Son olarak, ve en önemlisi, en azından "umutsuz yoksulluk" anlamında küresel yoksulluk bugün ortadan kaldırılabilir bir şey gibi görünmektedir. Müreffeh ülkelerin gelirlerinin ortalama %1-2'sine denk gelen bir meblağı vermeleriyle zenginliğin yeniden dağıtılması, ağır yoksulluğu dünya çapında ortadan kaldıracaktır. Alıntı. |