Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
| Cevap: Aydınlanma
Aydınlanmacıların siyasetleri ve aydınlaşan despotlar Usun verdiği aydınlığı yerleştirmek ve yayılımını sağlamak için politikadan daha uygun bir alan yoktur. Aydınlanma çağı düşünürleri siyasal düzen hazırlanmadan düşünce savaşımlarını hükümdarlara aktarırlar. 1740-1780 yılları arasında Prusya’dan Naples’a, Rusya’dan, Portekiz’e hükümdarlar ve bakanları felsefeyle uğraşıp kendilerini “aydınlanmış” ilan ederler ve düzeni, ilerlemeyi savunup insan sevgisiyle dolu özgürlükçü bir Reformdan yana olduklarını belirtirler.
Yapacakları işler kapsamlıdır; amaçları halkları yalnız batıl inanç ve bağnazlıktan kurtarmak değil, adaletsizliklere, savaşlara, ayrıcalıklara son vermektir. Hükümdarlar refahı, kültürel gelişimi, usçul yasalar önünde herkesin eşitliğini sağlamak, bireylerin özgürlüğünün, düşünme, konuşma ve yazma özgürlüklerinin çalışma özgürlüğünün tanınması için çaba gösterirler. Kısacası, kardeşliği destekleyen hümanist bir ahlak anlayışı gerçekleştirmek isterler. Hükümdarların felsefeleriyle kurulan köprüde reform isteğine yeni kavramların yol açtığı, ya da tersine kralların çabalarının yeni bir siyaset felsefesi inancına yol açtığı kesin olarak söylenemez. Ancak, siyaset sahnesinin önünü çağcıl “filozof krallarına” ayıran tarihsel gerçekler ortadadır.
1740- 86 arasında hükümdarlık yapan Prusyalı Friedrich 1739 ilk baharında bir Karşı-Makyavel hazırlamıştı. Metnin ilk düzenlemesinde Voltaire yanlışları düzeltip, aşırılıkları yumuşatmıştır. II. Friedrich kral olunca yapıtını La Haye’de yayınladı. Kitap çok değerli olmasa da belirleyicidir. Özellikle örtülü anlamlar sözcüklerden daha çarpıcıdır. Bunlar Voltaire’in 26 Ağustos 1736’da genç Friedrich’e yazdıklarını dile getirir: hükümdar iktidar yetkilerini kullanarak “altın çağ koşullarını” sağlayabilir. İşte 1752 Siyasal Vasiyeti’nde de belirttiği gibi, Friedrich’in hükümetine verdiği görev buydu.
Voltaire “Kuzey’in Semiramis’i” adını verdiği Rusya’nın Yekaterina’sının isteği II. Friedrich ile aynı tutkuyu paylaşmaktı. 1765-67 yıllarında yazdığı ve “yeni bir tüzük” hazırlamakla görevli komisyona verdiği 655 paragraftan oluşan Nakaz, çariçenin yurttaşlık ilkelerini dile getirir. Yekaterina Montesquieu’ye öykündüğünü itiraf eder- Diderot Çariçe’nin sabah ve akşam dualarını Montesquieu ile yaptığını anlatırdı-. Bu yapıtta Yekaterina hükümetten halkın sesine kulak vermesini ister, yasalar önünde eşitliği öğütler, özgürlüğü “iyiliklerin en büyüğü” biçiminde tanımlar, “kamu sağlığının” ve eğitiminin yararlarını vurgular. Cesare Beccaria gibi cezaya dayalı yargıyı yararsız bir acımazlık olarak niteleyip eleştirir. Voltaire ve Mme Geoffrin gibi ‘“30 milyon insanın iyiliği için” hoşgörüye dayalı yargıyı öğütler. Nakaz liberal bir başkitap niteliğine bürünür, Fransızca, Latince ve Almancaya çevrilir. Çariçe’nin dostu olan Diderot Nakaz ile çok gurur duyar, “yüzyılın en güzel anıtı” olarak söz eden Voltaire ise şöyle der: “‘Nakaz Rus değil, Avrupalıdır”. Belisaire davasıyla yakından ilgilenen Yekaterina 1767’de Marmontel’in yasaklanan yapıtını çevirdiğinde yapıtı yasaklayan dinbilimcilerle karşıt düşüncelere inandığı için çok sevinir, Voltaire bu davranışı alkışlar. Çariçe’nin “sağlıklı siyaset yasalara uygunluk gerektirir, sağlıklı siyaset sağlıklı ustur” anlatımını kullanması Diderot’nun da çok hoşuna gider.
Viyana’da ise II. Joseph “İmparatorluğumun yasama gücünü felsefe üzerine kurdum” der. Kuşkusuz II. Joseph’in yönetimsel coşkusunda bürokrat özellikleri, düşünür özelliklerinden daha baskındır. Kaldı ki, politikasına kuramsal söylem biçimi vermek için yeterli zamanı da yoktur. Ancak, şansölyesi Kaunitz, hükümdar gücünü ele aldığı Collectanea adlı yapıtta, Christian Wolff’dan esinlendiği doğal hukuk kuramını geliştirir. II. Joseph’in reformlarında da Wolff etkisi son derece belirgindir. Usçuluk savını ileri süren merkeziyetçi çabasında kral yerel özellik ve kurumlara karşı çıkar, yönetimsel işlevleri düzenler, köleliği kaldırır, hoşgörünün uygulamaya geçirileceğini ilan eder, işkenceyi ve ölüm cezasını kaldırır. “İstemeseler de vatandaşların mutluluğunu sağlamak gerekir” düşüncesine inanır, “‘cumhuriyette yasa egemense monarşide de ilkeler egemen olmalıdır” görüşünü savunur. Bu ilkeler kesinlikle Aydınlanma çağı düşünürlerininkilerdir, Avusturya kralı da ‘“aydınlanmış despot” örneği olarak görülebilir.
Hükümdar için bu terimi kullanan Stanislas Auguste Poniatowski’dir. Anılar’ında Poniatowski ”Polonya’yı yeniden kurmak için felsefeden yararlandığını” dile getirir. Amacı eğitim olan, doktorlara, sanatçılara, zanaatçılara yer veren bir kültür politikası uygular, büyük iktisat projeleri hazırlar, büyücülüğe son vermeye uğraşır. “Sevgili oğlum” adını verdiği kralın “dönüşümcü siyaseti” Mme Geoffrin’in coşku dolu hayranlığını daha da büyütür. Hayran olunası bu kralı “bir başka Süleyman gibi görür”
Modern dönemin bu filozof kralların - Burada Isveç’deki II. Gustav’ı, lspanya’daki III. Carlos’u, Savoie’daki II. Charles Emmanuel’i, filozof-bakan Pombal’i, Danimarka’daki Struensee’yi de anmak gerekir- özgürlükçü usçuluğun birliğine inanmaları dikkat çeker; oysa Aydınlanma çağı düşünürleri birlikçi bir felsefeyi oluşturmamışlardır. XIX. yüzyılın “‘aydınlanmış despotlar” adını verdiği bu kralların tümünün anıtsal bir yasalaştırma çabasıyla zorbalığa engel olmaya çalışmaları da bu denli dikkat çekicidir. Despot olsalar da tiran değillerdir: sözlüklerin ve ansiklopedilerin dilbilimin ilerlemesini yansıttıkları dönemde Yunancadan gelen despot sözcüğünün “aile babası” ya da “evin efendisi” anlamına geldiği ortaya konmuştu. Bir başka deyişle despot sözcüğünün, zorbalığın içerdiği usdışılık anlambirimciğini içermediği belirgindi; bu da filozofların bu despotlara sıcak bakmalarına yol açmıştır. Bunlar kendilerini Devlet hizmetine adayan yeni Trajan’lar olmuşlardır. Alıntıdır. |