Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
| Cevap: Türk Filozofları
Betül Çotuksöken
Yol-Kültür-Avrupa Üzerine
Betül Çotuksöken; 1950 yılında İstanbul’da doğdu. Orta öğrenimini İstanbul Kız Lisesi’nde tamamladı.1972 yılında İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü’nü bitirdi. 1982 yılında aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak işe başlayan Çotuksöken , 1984’de doktorasını verdi ve 1988’de doçent oldu. 1996 yılında profesör olan Çotuksöken’in asıl ilgi alanı Ortaçağ Felsefesi’dir. Kıvrımlar halinde uzanan, çok çeşitli amaçlar uğruna yapılan yollar... Önceleri doğal görünümdeyken, beliren gereksinimler doğrultusunda özel bir çabayla oluşturulan, yüzyıllarca/yüzyıllardır varlığım sürdüren yollar... Başka bir deyişle, ilkin doğal yapıyla uyum içinde kendini gösteren, sonra da örneğin, askeri gerekçelerle, fetih amacıyla inşa edilen yollar... Genellikle insanı insana ya da bir doğa parçasına, yahut da başka herhangi bir şeye: tehlikelere, güzelliklere, iyiliklere, kötülüklere, savaşlara götüren yollar... Toplumu topluma açan olanaklar alanı olarak yollar... Kültürü, her türlü insan başarısını, bir coğrafyadan ötekine aktaran, taşıyan yollar... Ancak yollardan yararlanmak bireyden ya da toplumdan çaba ister. Hiç kuşkusuz bu çaba yüzeysel olarak da kalabilir, derinlere, öze de inebilir. En iyi ve en güzel olanı kuşkusuz, yolunuzu kendinizin yapması, yolunuzu kendinizin açmasıdır. Yol bir biçim, yolu çok çeşitli malzemelerle döşemek ya da onu sadece bir biçim olarak açmak, belli bir zemine sadece bir çeki düzen vererek yolu oluşturmak mümkündür. Yol bir devinim, hareket; canlılığın, hareketin imi; yol insanın coğrafyaya ilk katkısı, doğaya ilk müdahalesidir. Yol, uzaklıkların somutlaşması, anlaşılır kılınmasıdır. "Roma yolu", "ipek yolu", "baharat yolu": dünyaların dünyalara, kültürlerin kültürlere açılması, bağlanması. Uzayıp giden yollar bir biçim, bir kavuşma, bir buluşma ortamıdır; yollar, biçim olarak, bir içeriği bir yerden başka bir yere taşıma aracıdır. İşte yol ile belli bir dünya kesiti arasındaki en canlı imge "Roma" ve "yol" ikilisinde kendini gösteriyor. "Yol ve Roma" ya da "Roma ve yol" neredeyse birbirinden ayrılamayan bir ikili gibidir. Yol Roma'yı, Roma da yolu çağrıştırıyor. Roma yollan; Kuzeybatı Avrupa'nın en uç noktalarından, Kuzey Afrika'ya, Anadolu'ya, daha kucaklayıcı bir deyişle, kültür bağlamında, tinsellik bağlamında Asya'ya uzanan yollardır. Ancak Roma yolu nasıl bir yol? Roma bir yol olarak nasıl? Bu yolu özgül ayrımlarıyla kavramak, önümüzde açılan her türlü kültür yolunu da anlamayı, kavramayı sağlayabilir mi? Roma bir yol olarak özü, biçim olan bir oluşum mu? Özü, biçiminden, formundan ayrılamayan bir yapı mı? Roma Dünyasında şöyle deniyor: "Latin yerleşmeler sistemi, fethin ardı sıra yapılan askerî yollar ağına bağlıydı.
Adlan, onların yapılmasını buyuran insanların anısını koruyan (Appia, Auralia, Flaminia v.b.) bu büyük yollar, işlev bakımından önceleri, stratejiktiler, ama genel olarak ulaşımı kolaylaştırma ve İtalya'nın çeşitli bölgeleri arasında başka ilişki biçimlerini düzeltmede ikincil bir etkileri oldu. Bunun kaçınılmaz sonucu, Roma düşünce ve uygulamalarının daha da yayılmasıydı" (Tim Cornell, John Matthews, Roma Dünyası, Çev: Şadan Karadeniz, İletişim Yayınları, İstanbul, 1988, s. 40). Bir başka deyişle, Roma giderek, yaşamın tüm yönlerini kendinde taşıyan bir kültür yolu oldu. Roma dünyası yaşarlığını, yollarla sürdürdü. "Bütün yollar Roma'dan geçer" deyişini Avrupa'nın Avrupa oluşuna eklemleyen ("Europe: tous les chemins passent par Rome"), "bugünde derinleşmeyi, zamanın geçmiş boyutunda alabildiğine geniş kapsamlı düşünmeye" (Elargir le passé, approfondir le present) bağlayan R. Brague, bir tür fenomenolojiyle, bir tür "arkeolojiyle" Avrupa gerçeğini anlamlandırmaya çalışıyor. Roma Yolu: Avrupa (Europe, la voie romaine, Criterion, Paris, 1993, Avrupa: Roma Yolu, Çeviren: Betül Çotuksöken, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 1995) adlı yapıtıyla Rémi Brague, birçok filozof gibi Avrupa'yı Avrupa yapanın ne/neler olduğunu araştırma işine girişiyor. Avrupa, filozofların gündeminde en çok yer alan anakara! Avrupa, olup biteni sorun haline getiren düşünme biçiminin boy verdiği bir coğrafyadır; böyle bir tutumla Avrupa, kendini de Avrupa'yı da-, dolayısıyla tüm dünyayı da somutlaştıran düşünme doğrultularının fideliğidir. Söz konusu düşünme doğrultularının, taşıyıcıları kimlerdir deyince de hemen ilk ağızda akla, Nietzsche, Husserl, Ortega y Gasset, Valery, Ritter, Enzensberger, Morin, Uygur, Brague geliyor. Ayrıca yine birçok ortak çalışma girişimleri: kollokyumlar, konferanslar, toplantılar; bütün bunların da ötesinde, felsefeye, bilime, tekniğe, siyasete yön verme çabalan, yeni birlikler; düşünce tarihi, felsefe tarihi türünden, olup bitenin ardındaki asıl güdücü olanı, düşünmenin kendisini anlama etkinlikleri geliyor akla. İşte bütün bunlar hem de büyük ölçüde Avrupa denen ve sınırlan kolaylıkla kestirilemeyen, bu bakımdan çok çeşitli yaklaşımlara açık olan bir coğrafyada ve bu coğrafya için gerçekleştiriliyor. Filozofların her biri kendi ana- savları doğrultusunda, herşeyi sorunlaştıran bu yapıyı çözümlemeye çalışıyor. Ana soru da şu: Avrupa'yı Avrupa yapan nedir? Bilindiği gibi bir felsefe sorusunu herhangi bir sorudan ayıran ölçüt, daha başlangıçta bu tür bir soru tarzında somutlaşmaktadır. Bir şeyi işte o yapanın ne/ neler olduğunu belirleme çabası, felsefe çabasını herhangi bir başka çabadan ayırır. Filozof gerçekten de burada öze, başka bir deyişle biçime/forma yönelmek durumundadır. Avrupa herşeyden önce, çok çeşitli kavramların, idelerin yaratıldığı bir alan olarak belirmektedir; hem kendini tanıma, hem de her türlü varolanı tanıtma çabaları burada, dünyanın bu yöresinde yer almaktadır. Bütün bu çabaları da yüzyıllardır felsefenin kucakladığı bir gerçektir. Giderek keskinleşen, varolanı sorun haline getirebilmenin başlangıç noktasını oluşturan özne- nesne ayrımı, öznenin kendi aklına, bilme edimlerine dayanarak bireyleşmesi, empirik özne, mutlak öz- ne, transendental özne tasarımlarının oluşması bu bağlamda büyük önem taşımaktadır. Bütün bu başarılar, zaman zaman "bunalımlara" yol açsa da, Avrupa kültürünün, Avrupa tinselliğinin yapı taşlarıdır. Bu yapı taşlarının doğum yeri neresidir? Tam da bu noktada Husserl'e kulak verebiliriz: "Tinsel Avrupa'nın bir doğum yeri vardır. Her ne kadar ilgiliyse de, coğrafı olarak bir ülkedeki doğum yerini kastetmiyorum, demek istediğim bir ulusun, yani o ulusun tek tek insanlarının ve insan gruplarının içindeki tinsel doğum yeri. İsa'dan önce 7. ve 6. yüzyıllardaki eski Yunan ulusu bu. Bu ulusta çevre dünyası karşısında yepyeni, bireysel bir tavır-alma (Einstellung) gelişiyor. Ve bu tavrın tutarlılığı içinde tamamen yeni türden tinsel bir ürün ortaya çıkıyor, bu da hızla sistematik, kapalı bir kültür biçimi (Gestalt) olma yolunda ilerliyor. Yunanlılar ona felsefe derlerdi. Doğru çevrildiğinde ilk anlamıyla bu, evrensel bilimden, evrenin tüm varolanın biricikliğinin biliminden başka bir şey değil. Kısa zamanda tüme duyulan ilgi, bununla birlikte herşeyi kapsayan oluş ve oluş halindeki varlık sorusu, varlığın genel formları ve alanlarına göre tikellik kazanıyor ve felsefe, tek bir bilimken, çok çeşitli ayrı ayrı bilimlere bölünüyor." (E. Husserl, Avrupa İnsanlığının Krizi ve Felsefe, Çevirenler: Ayça Sabuncuoğlu, Önay Sözer, Afa Yayınlan, İstanbul 1994, ss. 40-41). Birbirinden çok farklı yapılarda da, boyutlarda da olsa herşeyi konu edinen felsefe, Avrupa'yı da konu edinmektedir. Daha baştan, Avrupa ve Avrupa olmayan, "Avrupa" ve "dünyanın geri kalan (!) Avrupa; Amerika, Avustralya gibi dev boyutlu bir ada olmadığından onu coğrafya olarak belirlemek, sınırlarını çizmek oldukça güçtür. Coğrafi saptamalar kimi yöreler için daha da belirleyici olabilir; ama Avrupa için durum hiç de böyle değildir. Öyleyse, Avrupa'yı Avrupa yapanın ne/neler olduğunu başka bir yönden, tinsellik yönünden araştırmak gerekir: Avrupa tinselliğinin özü nedir? Bu tinselliğin özü bir biçimdir, bir dinamizmdir kısacası bir "yol"dur. İşte bu tinsellik "Romalılık" deyişinde en kısa anlatımını bulmaktadır. O halde "Romalılık" nedir? Romalılık özce, "ikincillik"tir ve R. Brague'a göre Avrupa ancak tinselliğinde kavranabilir -Husserl'de de olduğu gibi-. Avrupa'nın tinselliği bir Roma yolu oluşunda somutlaşır ve bu yolun, "Romalılık" niteliğine sahip olan bu yolun özgül ayrımı ise "ikincillik"tir; bu, onu "işte o" yapandır. İkincillik R. Brague'a göre tinsel boyutta, kültürde ve dinde kendini ortaya koymaktadır. Bu saptayış, R. Brague'ı Avrupa'nın tinsel temelini araştırma çabasında geleneksel tutumdan uzaklaştırmaktadır. Burada sergilenen tutum, Avrupa'yı Avrupa yapan temel olarak Yunanlılığı görenlerin tutumundan farklıdır. Hiç kuşkusuz Yunan kültürü profan kültürün birincil formudur. Başka bir deyişle, profan kültürün ve dinin birincil formları, sırasıyla Eski Yunan kültürü ve Yahudiliktir. İşte Hıristiyanlıkla, yollar aracığıyla alınan ve kendisi de bir "yol" olan Romalılık ikincildir: Roma, -profan kültür açısından- Atina'ya göre ikincildir; Roma -Hıristiyanlık, din, açısından- Kudüs'e göre Yahudiliğe göre- ikincildir. Öyleyse Avrupa'yı Avrupa yapan işte ikincillikle kendini sunan tinsel yapısıdır. Öyleyse Avrupa'nın kaynakları onun dışındadır. Avrupa'nın kültürü Eski Yunan kökenlidir; Avrupa'nın dini ise Yahudi kaynaklıdır. R. Brague'ın deyişiyle, iki kent Atina ve Kudüs, Avrupa'nın köklerini simgeler. Avrupa, "Roma yolu" olduğu için, Romalı olmakla, Romalılıkla ancak bu köklere uzanabilir. Yollar sürekli olarak devinim ortamları olduklarından başkalaşırlar, değişirler, onarımı gerektirirler. Çoğun, anayollara yeni yollar eklenir; sürekli, hatta köklü değişimlerin ortamıdır yollar. Roınalılar da yollara yeni yollar katmışlar; değişimi, sürekli değişimi yollarla, yollarda hayata geçirmişlerdir. Bir Roma yolu olarak Avrupa da, tinselliğinde kesintisiz "Rönesans"lar dizisi oluşturmuştur. Herkesin aşina olduğu XV. yüzyıl Rönesans'ı bunlardan sadece birisidir. Rönesans'ları güden ise ikincilliğin bir "habitus" haline gelmesinden başka bir şey değildir. Yollar yabancı olanı, kendinden olmayanı da içermenin, taşımanın olanağını verir. Bir Roma yolu olarak Avrupa, yabancı olanı kendine mal eder; ona sahip çıkar; çünkü o Romalıdır; yolunu kendi döşer, yolun kendisine taşıdığına iğreti bir şey diye bakmaz; onu özümsemesi gerektiğinin bilincindedir. Çünkü kültür, tümüyle tinsellik, insana doğrudan geçirilmiş bir miras değildir. Kültür; insan açısından insani yapı için ikincil olandır; özel bir çabayla kazanılması gereken yaşam kesitidir. Kültür insanın ikincil doğasıdır. Her insan, her toplum bu bağlamda da yolunu kendi döşer, kendi hazırlar. Her şeyin bir anlamda kendisiyle başladığı ve bittiği birey, tinsellik içine doğar; kuşkusuz bu, kültürün artzamanlılığıdır; ancak bu artzamanlılığın gerçekleşmesi bireysel-toplumsal çabaya bağlıdır. Kültürler, bireyler aracılığıyla birbirlerine eklemlenirler. Kültürün bireylerce beslenmesi gerekir; kültür çaba ister, özen ister. Öyleyse daha baştan, a priori olarak, belli bir kültürün temsilcisi sıfatıyla dünyaya gelinmez; ancak özel bir- çabayla o kültürün temsilcisi, sürdürücüsü olunur. Avrupa örneğinde de R. Brague'a göre, Avrupalı olarak dünyaya gelinmez, ancak istenirse, bilinçlice Avrupalı olunabilir. Haritada "Avrupa" diye gösterilen bu bölgede doğan her insan Avrupalı olma hakkına doğuştan sahip değildir. Öyle olmak için, Avrupalı olmak için çabalamak gerekir. Üstelik Avrupalılık günlük yaşamın yapay niteliklerinde yer almaz. Husserl'de de benzer düşünceleri bulmak olanaklıdır: "Avrupa'nın tinsel Gestalt'ı (biçimi) nasıl belirlenmektedir? Yani coğrafi, haritasal olmayan, burada bölgesel olarak birlikte yaşayan insanların ortamının Avrupa insanlığı olarak sınırlanması gerekmeyen Avrupa. İngiliz sömürgeleri, Birleşik Devletler v.b. tinsel anlamda besbelli Avrupa'ya aittir, ama Eskimolar ya da yıllık canlı hayvan pazarındaki Kızılderililer ya da durmadan Avrupa'da oradan oraya göçen çingeneler değil. Burada Avrupa başlığı altında tinsel bir yaşamın, eylemin, yaratmanın bütünlüğü açıkça görülüyor; tüm amaçlar, ilgiler, kaygılar ve çabalarla, amaçların ürünleriyle, kurumlarla, örgütlerle. İçinde basamak basamak çeşitli topluluklardan, ailelerden, soylardan, uluslardan gelen tek tek insanlar eyliyor, hepsinin aralarında tinsel bağlar var ve -dediğim gibi- tinsel bir biçimin bütünlüğü içindeler." (E. Husserl, a.g.y., ss. 35-36). Bir yol olarak belli bir kültürün temsilcisi olmak da özel çabaya bağlıdır. R. Brague'a göre; içine doğulan tinselliği, özümseme çabasıdır bu. İkincillik aslında, içeriği çok çeşitli yapılarla doldurulabilecek yollar toplamıdır. R. Brague, bize bu ikincilliği somut olarak da Hıristiyanlıkta ve yollarla taşınan, yollara etkilere açık olan, yollarla etkileyen Romalılıkta gösteriyor/göstermeye çalışıyor. Romalılık, Avrupa'nın, önceki dönemlere ilişkin kültür öğelerini aktarırken "yolunu" belirleyen temel biçimdir, yapıdır: "Avrupa (...) 'Yunan'ı ve 'Yahudi'yi, Romalı bir görüş açısından kabul ettiği içindir ki, bunlar bizzat kendileri olabilirler ve etkilerinin tamamı Avrupa'da ortaya çıkabilir" (R. Brague, a.g.y., ss. 55-56). Ayrıca Roma öğesi, R. Brague'a göre diğer iki öğenin bireşimi gibi bir şey değildir. Burada Romalılık, Avrupa'nın bakış açısını belirleyen bir temeldir; Avrupa dünyaya, olup bitene Romalı gözlerle bakar. Avrupa'nın bir Roma yolu olarak yaşadığı/yaşamakta olduğu bu serüven, "dünyalı" olarak bize, kendimizi tanımakta da yardımcı olabilir. Biz dünyalıların önünde bir bakıma bütün yollar açık durmakta; seçim bize ait. Bütün yollar Roma'ya ama kuşkusuz daha öncesine de çıkıyor; yollar yollara bağlanıyor. Anayollar, her bir ulusun, topluluğun, bireyin ortak yolları; kültür yolları; yerel yollar, ulusal yollar, dünya yolları... Önemli olan, zemini salt "yerellik taşlarıyla" döşeli "çıkmaz, dar yollara" girmemektir ya da bu tür yolları salt tinsel taban olarak almamaktır. Olup bitenlerden, fenomenlerden yola çıkma konusundaki uzgörürlük ancak düşüneni, aporyalardan, "yol"suzluklardan ya da sahte yolların aslında tuzaklarla dolu çekiciliğinden kurtarabilir. Alıntıdır. |