Tekil Mesaj gösterimi
Alt 27 Ağustos 2008, 12:29   #2
Çevrimdışı
AsiL
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Bidat Ehlinin ve Fasıkların Arkasında Kılınan Namazın Hükmü ve Cuma Ahkamı




Cuma İçin Gusletmenin Hükmü:
8- Sahîhayn ve diğer kaynaklarda ashab-ı kiram yoluyla sabit olan hadisler, Cuma için gusledilmesinin vucubiyetini bildirmektedirler. Fakat sünen sahipleri nezdinde bunun aksine, yani vacip olmadığına delalet eden ve birbirini destekleyen rivâyetler varid olmuştur. Buna göre hadiler arasını cem ederek guslün vacip olmasıyla kastedilenin güçlü bir meşruiyete sahip olduğu yönünde tevil edilmesi gerekli hale gelmiştir. Vacip lafzı içerdiği anlamdan bir başka manaya her ne kadar çekilemese de konumuzda olduğu gibi gerektiren bir delil bulunduğu takdirde başka manaya yöneltilmesi mümkündür. Ancak cem -uzak bir yönden de olsa-, tercihten önde gelir.[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]
Şu bilinmelidir ki, “Sizden biriniz cumaya geldiği zaman gusletsin!” hadisi guslün Cuma namazı için olduğuna ve Cuma namazından başka bir nedenle Cuma gününün başlangıcında, ortasında ya da sonunda da olsa meşruiyet maksadına isabet edemediğine delalet etmektedir.
İbn Huzeyme, İbn Hibbân ve diğerlerinin tahric etmiş olduğu şu hadis de bu durumu teyid etmektedir: “Cumaya gelen erkek ve kadınlar gusletsin!” İbn Huzeyme şöyle bir ziyadede bulunmuştur: “Cumaya gelmeyene gusletmek gerekmez.”
Mulahhis (özetini yapan) şahıs şöyle demiştir: “Hadis -bu ziyade ve kadınların zikredilmiş olduğu şekliyle -sahih değil, şazdır. Bu iki husus olmaksızın ise -Buhârî, Muslim ve diğer kaynakların rivâyet ettiği gibi-, mahfuzdur. Bu hususu ed-Da’îfe, no:3958’de tahkik ettim.
Cuma Hutbesinin Hükmü:
9- Kesinlik ifade edecek şekilde sabit olduğuna göre Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem Allah subhânehû ve teâlâ’nın meşru kıldığı Cuma namazında hutbeyi terk etmemiştir. Allah celle celâluhû Kitâb-ı Aziz’inde kendisini zikretmek için koşmayı emretmiştir. Her ne kadar zikirle hutbe kastedilmemişse de hutbe, Allah celle celâluhû’ı zikretme amellerinden biridir. Kısacası hutbe farz değil, sünnettir.
Hutbenin, namazın şartlarından olması hususu ile ilgili herhangi bir şey söz konusu değildir. Bu konuyla ilişkili olarak sünnet-i mutahharada tek bir harfe ve hatta şart olması bir yana vücubiyet ifade eden bir emir ihtiva eden herhangi bir söze rastlamadık. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem hakkında “hutbe irad etmiştir”, “hutbesinde şöyle demiştir” “şunu okumuştur” tarzında anlatılan eylemlerden başka bir veri bulunmamaktadır. Bu konuya ilişkin olarak çıkan sonuç, cuma nazmından önce hutbenin irad edilmesinin, namaz şartı olması bir yana vacip değil, müekked sünnetlerden olduğudur. Bir eylemin devamlı surette yapılmış olmasından vacip olduğu sonucu değil, müekked sünnetlerden sayıldığı sonucu çıkar. Kısacası Cumada hutbe irad edilmesi müekked sünnetlerden ve İslam’ın şiarlarındandır. Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem, Cuma namazı meşru kılındığı andan itibaren vefat edinceye kadar hutbe okumayı terk etmemiştir.[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]
Hutbenin Sıfatı ve Konusu:
Şu bilinmelidir ki, meşru kılınmış olan hutbe, Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’in adet edindiği insanları teşvik ve sakındırma (terğîb ve terhîb) şeklinde gerçekleştirilen hutbedir. Hutbenin meşru kılınışındaki temel ruh budur. Allah celle celâluhû’^ya hamd etmek veya Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’e salavatta bulunmak ya da Kur’an’dan bir şey okumak ise, bunların tümü hutbenin meşruiyetinden kastedilen hedefin dışında yer almaktadır. Benzeri unsurların Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in hutbesinde beraberce bulunmuş olması, kesin bir maksat ve gerekli bir şart olduklarını göstermez. İnsaf ehli kimseler hutbeyle hedeflenen maksadın büyük kısmının öncesinde hamd ve salavatta bulunulmadan yapılan vaaz olduğu konusunda şüphe etmezler. Arapların daimi örfünde bilindiği üzere, birisi kalkıp bir şeyler söylemek isterse sözlerine Allah’a övgüde ve Rasûlulah’a salavatta bulunarak başlardı. Bu tutum oldukça güzel ve yakışır bir tutumdur. Fakat asıl maksat bu değil; bunlardan sonra anlatılanlardır.
Cuma hutbesinde nasihatte bulunmak, sözün söylenme nedenidir. Hatip bunu yaptığı taktirde meşru fiili işlemiş olur. Ancak sözünün başında Allah’a senada, Rasûlullah’a salavatta bulunursa, ya da vaazında Kur’an ayetleri serpiştirirse, daha mükemmel ve güzel olur. Fakat vacip ya da şart oluşun sadece hamd ve salavatla sınırlandırılması ve vaazın yalnızca mendup amellerden sayılması, sözün ters-yüz edilerek önde gelen alimlerin üslubu dışına çıkarılması demek olur.
Hasılı kelam, hutbenin ruhu mev’ıza-i hasenedir. Bu ister Kur’an’dan kaynaklanır; ister başka bir yerden. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem hutbesinde Allah teâlâ’ya hamd, kendisine salavatta bulunur[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...], kelime-i şehadetleri söyler ve bir sûreyi bütünüyle okurdu. Maksat, Kur’an ile öğüt vermek ve mümkün olduğu kadar Kur’an’ın sakındırıcı ayetlerini zikretmekti. Bu tutum bütünüyle bir tek sûreye özgü değildir.
Câbir radıyallâhu anh’tan rivâyete göre şöyle anlatmıştır:
“Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem hutbe irad ettiği zaman gözleri kızarır, sesi yükselir, öfkesi kabarırdı. Sanki orduyu uyararak “(Düşman) akşama-sabaha size baskın yapacak” diyen bir komutan gibiydi. Şöyle derdi: “Bundan sonra; sözlerin en hayırlısı Kitabullah’tır. En hayırlı hidayet, Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’in hidayetidir. En kötü iş, sonradan ihdas edilenlerdir. Her bid’at dalalettir.”
Muslim tahric etmiştir. (Yine Muslim’e ait bir başka rivâyette):
“Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’in Cuma günkü hutbesi şöyleydi: Allah’a hamd eder, senada bulunur sonra da bunun peşinden sesini yükselterek konuşurdu.”
(Yine Muslim’e ait bir rivâyette): “Allah kime hidayet verirse, onu saptıracak hiç kimse yoktur. Kimi de saptırırsa, ona kimse hidayet veremez.”[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]
Nesâî’nin Câbir’de rivâyetinde şu ifade yer almaktadır: “Her dalalet ateştedir.”[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] Yani bu söz “Her bid’at dalalettir” ifadesinin ardından gelmektedir. “Her bid’at dalalettir” ifadesi ile kastedilen, bid’at sahibinin dalalette olduğudur.
Bid’at lugatta; daha önce bir benzeri bulunmaksızın yapılan şeye denir. Burada murad edilen mana ise, Kitap ya da sünnet kaynaklı olarak meşruiyetine delalet eden bir husus bulunmaksızın yapılan şeylerdir.
Hadiste her bid’atin dalalet olduğuna ve bazılarının ileri sürdükleri gibi bu sözün tahsis edilmiş bir âmm olmadığına dair delalet bulunmaktadır.
Hadiste ayrıca hatibin hutbe sırasında sesini yükseltmesinin, açık ve anlaşılır olarak konuşmasının, teğîb ve terhîbe dair özlü ifadelerde bulunmasının ve “bundan sonra (emmâ ba’d)” tabirini kullanmasının müstehab olduğuna da delil bulunmaktadır.
Hadisin zahirinden anlaşıldığına göre Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem tüm hutbelerinde mutlaka bu tabiri kullanırdı. “Bundan sonra” tabiri hamd, sena ve kelime-i şehadetin sonrasında kullanılır. Nitekim az önce “Muslim’in bir başka rivâyetinde” diye başlayıp serdettiğimiz rivâyet bunu ifade etmektedir.
Bu hadiste ayrıca Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in bütün hutbelerinde “Bundan sonra; sözlerin en hayırlısı…” ifadelerini de mutlaka kullandığına dair işaret bulunmaktadır.[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]
Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’in “İçinde teşehhud bulunmayan her hutbe çolak bir el gibidir.”[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] buyurmuştur.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem hutbesinde ashab-ı kirama İslam’ın kurallarını, kanunlarını öğretir; emir ve nehiy söz konusu olduğunda hutbesinde bunları emreder ve nehyederdi. Meselâ kendisi hutbe irad ettiği sırada içeriye girene iki rekat namaz kılmasını emrederdi. Hutbede şeriatın temel esaslarını, cenneti, cehennemi ve ölümden sonraki dirilişi hatırlatırdı. Allah celle celâluhû’ya karşı takva sahibi olmayı, gazabından sakınmayı emreder; rızasını kazanmayı gerektirecek amellere teşvik ederdi. Bir ayet-i kerime kıraatine yer verirdi. Muslim’de yer alan bir hadiste şöyle anlatılmıştır:
“Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in aralarında oturduğu, Kur’an okuduğu, insanlara hatırlatma ve uyarılarda bulunduğu iki hutbesi bulunmaktaydı.”
Bu zikredilen hususların Rasûlullah tarafından hutbede rutin olarak uygulanması zahirde vacip olduklarını göstermektedir. Çünkü Peygamber’in uygulaması, Cuma ayetindeki icmalin beyanıdır. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem “Beni nasıl namaz kılarken görmüşseniz, öyle namaz kılın!” buyurmuştur.[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]
Şâfiî bu görüşe sahiptir. Bazısı “Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’in bu uygulamadaki devamlılığı, vacip olduğuna delildir” demişlerdir. El-Bedru’t-Temâm’da müellif “En zahir olan görüş budur.” demiştir. Allah celle celâluhû en iyisini bilendir.[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]
Hutbenin Kısa Tutulup Namazın Uzatılması:
11- Ammar b. Yâsir’den rivâyete göre şöyle demiştir: “Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken duymuştum: “Kişinin namazının uzunluğu ve hutbesinin kısalığı, fıkhının alameti (meinnesi)dir.” Muslim rivâyet etmiştir.
Yani bu tutum, kişinin fıkıh sahibi olduğunu gösteren alametlerdendir. Bir şeye delalet eden alamete meinne denilmektedir.
Hutbenin kısa tutulmasının böyle bir alamet özelliği bulunmaktadır. Çünkü fıkıh sahibi kimse manalardaki hakikatleri, ve özlü lafızları bilir. Dolayısıyla da yararlı ve anlaşılır ifadelerle istediğini anlatabilir. İşte bu nedenle hadisin devamında “Namazı uzatın; hutbeyi kısa tutun! Çünkü söz söyleme kabiliyetinin sihir gibi etkileyici kuvveti bulunmaktadır.”
Namazın uzatılması ile murad edilen miktar, nehiy kapsamına dahil olmayacak uzunluktur. Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem Cuma namazını Cuma ve Munafikûn sûreleri ile kıldırırdı. Nitekim Muslim’de yer alan İbn Abbas ve Nu’mân b. Beşîr radıyallâhu anhumâ’dan gelen rivâyete göre;
“Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem bayram namazlarında ve Cuma namazında A’lâ ve Ğâşiye sûrelerini okurdu.”[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] Bu uzunluk, hutbeye nispetle uzundur ve yasaklanmış olan bir uzunluk değildir.
Ümmü Hişâm bnt. Hârise b. Nu’mân’dan rivâyete göre şöyle demiştir:
“Kâf Sûresi’ni, her Cuma insanlara hutbe irad ederken minberden okuduğu sırada Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in ağzından öğrendim.” Muslim rivâyet etmiştir.
Bu hadiste her Cuma hutbede bir sûreyi bütünüyle ya da kısmen okumanın meşru olduğuna delil bulunmaktadır. Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’in kendi seçimi olarak bu sûreyi devamlı surette her Cuma okuması, vaaz ve öğüte çok uygun ve güzel olması sebebine dayanır. Hadiste ayrıca hutbede vaazın tekrarlanmasına ilişkin de delil bulunmaktadır.
Çeşitli Hükümler:
12- Hatibin bir ihtiyacı zuhur ettiğinde ya da bir soruya muhatap olduğunda hutbesini kesip ihtiyacını giderebilir; soruya karşılık verebilir ve daha sonra hutbesini tamamlar.
Cemaat içinde fakir ya da ihtiyaç sahibi birini gördüğünde tasaddukta bulunmayı emredebilir. Bu konuda teşvikte bulunabilir.
Allah celle celâluhû’ı zikrettiğinde işaret parmağıyla işaret eder.
Derim ki; sanki müellif bu ifadeleri ile ‘Umâra b. Rueybe hadisine işaret etmektedir. ‘Umâra, Bişr b. Mervân’ı minber üzerinde iki elini de kaldırmış olduğunu görmüş ve “Allah bu elleri kahretsin! Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’i konuşma sırasında bu elinden başka -işaret parmağıyla göstererek- bir şey katmadığını gördüm.” Muslim (c.3, s.13) ve diğer kaynaklar tarafından rivâyet edilmiştir.
Bu rivâyetin benzeri olan Sehl b. Sa’d hadisinden bir de şahidi bulunmaktadır. Bu rivâyette “Orta parmağı ile baş parmağını birleştirerek İşaret parmağıyla göstermiştir” demiştir. Ebû Dâvûd hasen isnadla rivâyet etmiştir.
Her iki rivâyet de el-İrvâ’, c.3, s.77’de tahric edilmiştir.
Cemaat toplandığı vakit, hutbeye tek balına çıkar. Yanında hizmetkâr, kapı görevlisi gibi kimseler bulunmaz. Omuzlara atılan şal, başa örtülen poşu gibi şeyler giymek adeti değildi. Adet olan siyah giysi de giymezdi.
Mescide girdiğinde yakınında bulunanlara selam verirdi. Minbere çıktığında yüzünü cemaate döner ikinci kez selam verir sonra otururdu.[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]
Hutbe Esnasında Tahıyyetu’l-Mescid Namazı Kılmak:
13-Delillerden ulaşılan sonuca göre hutbe sırasında konuşmak, genel olarak yasaklanmıştır. Bu genellik (umumluk), tahıyyetu’l-mescid namazında vuku bulan kıraat, tesbih, teşehhud ve dua şeklindeki kelam nedeniyle tahsis edilmiştir. Sözü edilen umumluğu tahsis eden hadisler sahihtir. Dolayısıyla hutbe esnasında mescide giren kimse, bu müekked sünneti ikame etmek ve delillerin ifade ettiği manayı yerine getirmek istiyorsa iki rekat tahıyyetu’l-mescid namazı kılmaktan kaçamaz. Çünkü Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem hutbe sırasında mescide gelen ve tahıyyetu’l-mescid namazını kılmadan oturan Selîk el-Ğatafânî’ye kalkıp namaz kılmasını emretmiştir. Bu da söz konusu namazın müekked olarak meşru kılınmış amellerden; hatta vaciplerden olduğuna delalet eder.
Tahıyyetu’l-mescid namazını tahsis eden rivâyetler cümlesinden olmak üzere Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’in şu hadisini zikredebiliriz:

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları eglen sohbet reklamver