Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
| Cevap: ASHAB-I KiRAM
Ebu Süfyan b. Haris el-Haşimi Allah Rasulüyle akraba olmak, onunla arkadaşlık etmek, çocukluk ve gençlik yıllarını onunla yaşamak Rasulullah’a kardeş olmak; müminlerin hayal dahi edemeyecekleri ne güzel nimetlerdir. Efendimiz(s.a.s)'i rüyasında görmeyi büyük bir lütuf olarak düşünen, en güzel günlerini onun yaşadığı yerlerde geçirdiğini ifade eden, onun mezarının başında gözyaşı döken bir müslüman için yukarıda zikrettiğimiz nimetlerden sadece bir tanesine bile sahip olmak; saadetlerin en büyüğüdür. Ebu Süfyan b.Haris bu nimetlerin tamamına sahip olmuş çok bahtiyar bir kimsedir. O, Efendimiz(s.a.s)'in en büyük amcası Haris’in oğluydu[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]. Peygamberimiz ile aynı yıl doğmuş, Efendimiz(s.a.s)'le birlikte Hz.Halime onu da emzirmişti. O, Rasulullah’ın süt kardeşiydi. [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]Çocukluğunu, gençliğini ve olgunluk yıllarını Efendimiz(s.a.s)'le birlikte yaşamıştı. Kardeşi Muhammed(s.a.s)'i; arkadaşı, dostu ve can yoldaşı edinmişti. Peygamberimiz(s.a.s), insanları İslam’a davet ettiğinde, ona ilk iman etmesi gereken ve ona destek olması beklenen Ebu Süfyan b. Haris’di. Hani Musa(a.s)'nın yanında Harun(a.s) nasılsa Muhammed(s.a.s)’in yanında o da öyle olmalı, firavunlara karşı onu yalnız bırakmamalıydı. Ne var ki Ebu Süfyan vefalı bir kardeş olmayı değil, Yusuf(a.s)’ı kuyuya atıp ondan kurtulmaya çalışan hayırsız kardeşlerden biri olmayı tercih etti. Yirmi yıl, evet tam yirmi yıl Peygamberimizle ve onun davasıyla mücadele etti. Kureyş’in kudretli şairi Kur’an’a, İslam’a, kardeşi Muhammed (a.s)’a amansızca saldırıyor, okuduğu şiirlerle nebiye ve ashabına hakaretler yağdırıyordu. Her gece ama her gece bıkmadan usanmadan peygamberin semtine gidiyor, onu rahatsız edecek bir şeyler yapmadıkça gözüne uyku girmiyordu.[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] Ebu Süfyan bu kin ve nefretinde yalnız değildi. Halasının oğlu Abdullah b.Ebu Ümeyye de en az onun kadar İslam’ın ve onun muazzez peygemberinin düşmanıydı. Bir akşamüstü bütün Mekkelilerin ortasında ayağa kalkmış ve Peygamberimize şunları söylemişti: “Gökyüzüne bir merdiven kursan, o merdivenle gözümün önünde göğe yükselsen, sonra dört melekle geri gelsen ve o melekler senin peygamberliğine şahitlik etseler, ben yine de sana inanmayacağım.”[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] Allah Rasulünün en yakın akrabaları nasıl ona bu kadar düşman olabilirlerdi? Onlar bir Ebu Bekir(r.a) ya da bir Ali(r.a) olmalıydılar. Amcaları Hamza(r.a) müslüman olduğunda, bundan etkilenmeleri, durup düşünmeleri gerekmez miydi? Ama onlar için ne Hamza(r.a) ne de yeğenini her halükarda koruyan yaşlı Ebu Talib hiçbir şey ifade etmiyordu. Onların örneği, önderi ve fikir babası Ebu Leheb’den başkası değildi. Yıllar geçti Ebu Süfyan’ın görmek istemediği insanlar Mekke’den Medine’ye hicret ettiler. Onların doğup büyüdükleri yerleri, evlerini, ailelerini ve Allah’ın evini terk etmek zorunda kalmaları Ebu Süfyan’ın yüreğindeki nefreti yok edemedi. Adı konmamış bir kan davası vardı onun için. Yeryüzündeki son müslüman ölmeden o rahat edemezdi. Bedir’de, Uhud’da, Hendek’te; müslümanlara zarar verilmesi mümkün olan her yerde ve en önde Rasulullah’a karşı savaştı. Kardeşi Ubeyde b. Haris(r.a), Bedir’de müslümanların safındaydı. Amcası Hamza(r.a) ve amcaoğlu Ali(r.a) ile birlikte olması gereken yerde; Rasulullah’ın yanındaydı. O, Bedr’in ilk şehidi, Haşimoğullarının cennete giden ilk yiğidiydi.[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] Hz.Ubeyde’nin şehadeti Ebu Süfyan’ı hiç ilgilendirmedi. Amcası Ebu Leheb’in huzurunda Bedir yenilgisini anlatırken; kır atlı, ak benizli adamlardan bahsetti:”Onları müslümanlar değil, bu adamlar mağlup etmişti.”[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] Kır atlı ve ak benizlilerin melekler olduğunu pekâlâ biliyor, meleklerin desteklediği bir insanı yenemeyeceklerini bir türlü anlayamıyordu. Mekkeliler Bedir’de ölen liderlerinin, atalarının ve akrabalarının intikamını almak üzere Uhud’a geldiklerinde aralarında Ebu Süfyan b. Haris de vardı. O, kimin kanını kimden istiyor, kimleri hangi sebeple öldürmesi gerektiğini biliyor muydu? Savaş bitip de insanlar Hz. Hamza’nın vücudunu parçalayıp, ciğerini çıkarttıklarında, parmaklarını burnunu ve kulaklarını doğradıklarında Ebu Süfyan ne yapıyordu? Ne yapıyorsunuz, amcamın cesedini rahat bırakın, demesi gerekmiyor muydu? Sıradan bir kimsenin değil, öz amcasının cesedine reva görülen bu vahşi muameleye neden itiraz etmiyordu? Hendek’in öte yanında Medine vardı. Medine’de onun kardeşi vardı. Kardeşini, kardeşinin çocuklarını, torunlarını yok etmek için koca bir dünyayı toplayıp getirmenin, o bedbaht ordunun bir parçası olmanın ne anlamı vardı? Mekkelilerin ve onların işbirlikçilerinin yaptıkları tüm saldırılardan müslümanlar zaferle çıkıyor, İslam her geçen gün yayılıyor, Kureyş’in gücü giderek azalıyordu. Artık sadece Mekke ve Medine’de değil, Arap yarımadasının dışında, Bizans saraylarında dahi Hz. Muhammed(s.a.s) konuşuluyordu. Ebu Süfyan olup bitenleri görüyor, korkuyor, ne yapacağını bilemiyordu. Yakın bir zamanda Mekke müslümanların olacaktı. Belki de rüyalarında güçlü tanrısı Hübel’in yıkıldığını görüyor, dehşete kapılıyor, gözüne uyku girmiyordu. Bir şeyler yapmalıydı. İslam Mekke’ye girmeden, o, Mekke’yi terk etmeli ve peygamberin gelemeyeceği bir yere gitmeliydi… Devami gelicek.. |