Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
| Cevap: ASHAB-I KiRAM
Ebu Süfyan b. Haris el-Haşimi 2 Mekkeliler, Müslümanlarla yaptıkları Hudeybiye Antlaşmasını bozmuşlar, Peygamberimizin müttefiki olan Huzaa kabilesinden pek çok kişiyi acımasızca öldürmüşlerdi. Müslümanların bu vahşete seyirci kalmayacakları biliniyor, İslam ordularının pek yakında Mekke’yi fethedeceği kulaktan kulağa yayılıyordu. Ebu Süfyan yolun sonuna geldiğini görüyor, ama ne yapacağını bilemiyordu. Lat, Uzza ve diğer putlar eski büyüsünü kaybetmiş, sıradan bir taştan farksız hale gelmişlerdi. En sevdiği insanları terk etmesinin ve onlarla yaptığı amansız mücadelenin sebebi, bu taşlar mıydı? Sürekli peşinden gittiği büyükleri, hiç düşünmeden kayıtsız şartsız itaat ettiği önderleri neredeydi? Ebu Cehil, Utbe, Velid, Ümeyye ve diğerleri, hepsi toprak olmuştu. Bir sözünü iki etmediği fikir babası, Haşimoğullarının bedbaht efendisi olan amcası Ebu Leheb ne kadar da feci bir şekilde can vermişti. Amcasının kokmuş cesedine günlerce yaklaşamamış, en sonunda uzun sırıklarla bir çukura yuvarlamışlardı.[1] Atalarından ve ilahlarından hayır görmeyen Ebu Süfyan, İslamın hak din, Hz. Muhammedin(s.a.s) de gerçek bir peygamber olduğunu nihayet anlamıştı. Keşke yirmi sene evvel müslüman olsaydı, ama çok geçti. Artık müslüman olamazdı. Hz. Muhammed(s.a.s), şehri ele geçirdiğinde onu yakalatacak ve yirmi yıllık düşmanlığına karşı idam edecekti. Evine gitti, ailesini toplayarak verdiği kararı açıkladı: ‘’Hazırlanın, yola çıkıyoruz. Müslümanlar gelmek üzere. Eğer beni yakalarlarsa kesinlikle öldürürler.’’ Kocasının çaresizliğini gören hanımı yalvarmaya başladı: ‘’Canım sana feda olsun. Tüm insanların müslüman olduğunu görüyor, hala Muhammed’e(s.a.s) düşmanlık mı etmeye çalışıyorsun? Oysa ki Ona yardım etmek herkesten çok sana düşerdi. Ona ilk inanan ve ilk yardım eden sen olmalıydın.’’ Hanımının bu sözleri, Ebu Süfyanın içindeki karmaşayı, dinmeyen fırtınayı sona erdirdi. Yüreğindeki putları, yıkılmaz duvarları yerle bir etti. Ebu Süfyan, oğluyla birlikte Medineye, müslüman olmaya gidiyordu. O, Medineye giderken, Medine Mekkeye, Mekkeyi teslim almaya geliyordu. İslam ordusunun öncü birliklerini gördü. Duyduklarından dehşete kapıldı. Yakalandığı yerde idam edileceği söyleniyordu. Tanınmamak için kılığını değiştirdi. Yüzünü gözünü örttü. Saklanmaya başladı. Askerler onu görmeden o, Rasulullaha (s.a.s)ulaşmalı ve kendisini affettirmeliydi. Oğlu Cafer’in elinden tutup bir mil kadar yürüdü. Sabah olduğunda Peygamberimizin(s.a.s) ordugahına ulaştı. Karargahı izlemeye başladı. Nihayet Efendimizi(s.a.s) gördü. Derhal koşup karşısına çıktı ve yüzündeki örtüyü açtı. Allah Rasulü(s.a.s ) ona baktı ve yüzünü çevirdi. Ebu Süfyan hemen Rasulün baktığı tarafa geçti, ama Efendimiz yine yüzünü çevirdi. Ne kadar uğraştıysa da, peygamber onun yüzüne bakmadı. Bir anda hayat durdu, dünya daraldı. Ebu Süfyan o an ölmek istedi. Keşke yıllar önce ölseydi de bunları yaşamasaydı. Allah Rasulünün iyiliğini, merhametini ve kendisine olan yakınlığını düşünmüş, bağışlanacağını ummuştu. Onun müslüman oluşu, hem peygamberi hem de müminleri sevindirecekti. Bir zamanlar kardeşiyle yaşadıklarını, aralarındaki sevgiyi düşünüyor, şu an düştüğü duruma eyvah ediyordu. Efendimizin yüz çevirdiği bir kimseye, Ashabı Kiramın kucak açması beklenemezdi. Hz. Ebu Bekir, onun yüzüne dahi bakmadı. Ömer b. Hattab’ın yanına gitti. Hz. Ömer onu görünce:’’ Ey Allahın düşmanı! Rasulullaha ve arkadaşlarına işkence eden adam. Sen Allah Rasulüne olan düşmanlığını doğudan batıya, bütün dünyaya ulaştıran kişi değil misin.’’diye bağırdı.2][FONT='Times New Roman','serif'] Amcası Abbas’ı gördü. Ümitleri yeniden filizlendi: ‘’Amcacığım! Rasulullahla olan akrabalığım ve asaletim sebebiyle, müslüman oluşumun herkesi sevindireceğini sanmıştım. Ancak kimse yüzüme bakmıyor. Ne olur, Onunla konuş da beni affetsin.’’dedi. Hz. Abbas’ın cevabı, üzüntüsünü bir kat daha artırdı: ‘’Hayır,Vallahi Onun senden yüz çevirdiğini gördükten sonra, bir tek kelime dahi konuşamam. Rasulullahı öfkelendirmekten korkarım.’’ Son çare olarak Hz. Ali’nin yanına gitti. Ama onun sözleri de yarasına merhem olmadı. Yüreği Allah ve Rasulünün sevgisiyle dopdolu Medineli Müslümanlar, yüzüne nefretle bakıyor, bazıları ise hakaretler yağdırıyordu. Allahım! Bu ne zorlu bir gündü. Ebu Süfyan bu haldeyken, Abdullah b. Ebi Ümeyye de ona yetişmiş, Efendimizle görüşmek için birlikte fırsat kollamaya başlamışlardı. Hani gökten dört melek inse ve Hz. Muhammedin(s.a.s) peygamber olduğuna şahitlik etse, o yine de inanmayacaktı, ne olmuştu?[3]Ebu Süfyan ve Abdullah İslam ordusuyla birlikte hareket ediyorlar, Nebinin affına mazhar olmayı ümit ediyor ama kimseden yüz bulamıyorlardı. Onlar bu durumdayken Müminlerin annesi Ümmü Seleme, Efendimiz aleyhisselama ricada bulundu: ‘’Ya Rasulallah! Bunlardan biri amcanın oğlu ve sütkardeşindir. Diğeri de halanın oğludur. Onlar Müslüman olmak üzere geldiler. Sen onlardan daha ağır suçlar işleyenleri affetmiştin, onları da bağışla. ‘’ Efendimiz: ‘’Amcamın oğlu benim haysiyet ve şerefimi sözleriyle lekelemek istedi. Halamın oğlu da Mekke’de bana söylenmemesi gereken ağır sözler söyledi. Bana onların ikisi de gerekmez.’’dedi.[4] Bu sözleri duyunca, dünyalar Ebu Süfyanın başına yıkıldı. Bütün ümidini kaybetti. Gözleri yaşlı bir şekilde konuştu: ‘‘Ben de oğlumla birlikte şu çöle gider, açlık ve susuzluktan ölünceye kadar orada kalırım.’’ Sonra belki de oğlunun elinden tutup göz yaşları içerisinde uçsuz bucaksız çöle doğru yürümeye başladı. Ama hani insan gidiyorum der ve kapıya yönelir de ardından bir ses duymak isterdi ya, işte o da öylece yürüdü. Sonra bir ses duydu: Dur gitme, diye. Durdu. Geri döndü. Alemlere rahmet olan sevgilinin ay gibi parlayan nurlu yüzünü gördü. Koştu ve müslüman oldu.[5][FONT='Times New Roman','serif'] Allah ona rahmet etsin. Ebu Süfyan yirmi yıl boyunca okuduğu hakaret dolu şiirler ve yaptığı zulümlerin utancıyla başını kaldırıp da bir kez bile Efendimizin yüzüne bakamadı.[6]Uzun yıllar boyu pek çok hayırdan mahrum kalmış; Bedir’in, Uhud’un ve diğer seferlerin sevabını alamamıştı. Ama ilk fırsatta kendisini gösterecek, imanındaki samimiyeti herkese ispat edecekti. Yüce Rabbimiz ona bu fırsatı Huneyn savaşında nasib etti. Huneyn vadisinde müslümanlar ani bir saldırıya maruz kalmış ve bozguna uğramışlardı. Binlerce müslüman panik içerisinde kaçıyor, savaş alanını terk etmeye çalışıyordu. Allah Rasulü, askerlerini toparlamak istiyor, ancak dağılmalarına mani olamıyordu. Bu haldeyken dahi katırını ileriye doğru sürüyor: ‘’Ey Allahın kulları nereye gidiyorsunuz, bana geliniz. Ben Allahın Rasulüyüm. Ben Abdullahın oğlu Muhammedim. Ey muhacirler, ey ensar! Bana doğru gelin’’ diyor, sahabiler ise onu duymuyordu. Efendimizin yanında bir avuç müslüman kalmıştı. Rasulullah düşmanın ortasına korkusuzca dalıyor, Ebu Süfyan hayvanın üzengisini tutup ilerlemesini engellemeye, Rasulün, düşmanın ortasında yalnız kalmasına engel olmaya çabalıyordu. Efendimiz, bir ara yanındakilere: -Kim bu, diye sorduğunda, Ebu Süfyan:- Ben senin kardeşinim Ya Rasulallah, dedi.[7][FONT='Times New Roman','serif'] Allah Rasulü ordusunu toplamaya çalışıyor, Hz Abbas, sahabileri Rasulün yanında savaşmaya davet ediyor, müslümanlar akın akın Efendimizin yanına koşuyorlardı. Ebu Süfyan atından inmiş Rasulullahın önünde savaşıyor, kılıcının kınını kırmış düşmana saldırıyor, şehit olmayı; Allah yolunda can vermeyi ve bu şekilde acı geçmişinden kurtulmayı istiyordu. Allah Rasulü savaşın ortasında ona baktı. Hz Abbas : Ya Rasulallah! Kardeşin ve amcanın oğlu Ebu Süfyanı bağişla, dedi. Sevgili Peygamberimiz: Allah onun bütün düşmanlıklarını bağışlasın, buyurdu. Ebu Süfyan, Efendimizin üzengideki ayağını öptü. Peygamberimiz ona baktı ve: -Kardeşim, dedi.[8]Kardeşinin amcası Hz. Hamzanın yerine geçtiğini[9]ve cennet gençlerinin efendisi olduğunu söyledi.[10]Ebu Süfyan, bu sözlerle yeryüzünün en bahtiyar insanı oldu. Sahabiler savaş meydanına dönüyor, Peygamberlerini yalnız bırakmıyorlardı. Ordunun en önündeki en cesur asker; yani yüce peygamber:’’ Ben Abdülmuttalibin oğluyum. Ben Allahın Rasulüyüm. Şimdi tandır tutuştu, şimdi savaş kızıştı’’, diye haykırıyordu.[11][FONT='Times New Roman','serif'] O gün Müslümanlar büyük bir zafer kazandı. Ama en büyük kazanç Ebu Süfyana ait oldu. O sevgili kardeşine yeniden kavuşmuştu. Allah Rasulü vefat ettiğinde, Ashabı Kiram tarifi mümkün olmayan bir acıyı yaşadı. Ancak Ebu Süfyanın duyduğu ızdırap bambaşka oldu. Müslüman olduktan sonra kısa bir süre birlikte olduğu kardeşini kaybettiğinde, hayatta bir tek yavrusu olan, onu da gözlerinin önünde kaybeden bir kimse gibi acı çekti. Kureyşin meşhur şairi okuduğu şiir ve mersiyelerle, yaşadığı büyük acıyı anlattı. Hz. Ömer’in halife olduğu günlerdi. Ebu Süfyan rahatsızlandı. Vefat edeceğini hissetti ve mezarını kendisi kazdı.[12]Ruhunu teslim etmeden önce ailesini topladı ve onlara: ‘’Arkamdan ağlamayın. Ben müslüman olduktan sonra hiç günah işlemedim’’, dedi.[13]Haşimoğullarının Ebu Süfyanı tertemiz bir şekilde sevdiklerine ve Rabbine kavuştu. Allah, Ebu Süfyan b. Haris’ten razı olsun ve bizleri onu örnek alan kimselerden eylesin. [/FONT][/FONT][/FONT][/FONT] |