Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
| Cevap: ASHAB-I KiRAM
Kabe’nin Rabbine And Olsun ki Kazandım (Amir b. Füheyre) 1 İnsanlık tarihinde kapkara bir lekedir kölelik. En güzel bir surette yaratılıp, yeryüzünün halifesi olmakla şereflenen insanın her şeyiyle bir başkasının malı olması… Hiçbir hakları olmayan, en ağır şartlarda, omuzlarına tahammülü imkansız yükler konulan ve insan dahi sayılmayan ‘’şey’’lerdir köleler. Duyguları, düşünceleri, istekleri olmayan, sadece ve sadece efendilerine hizmet etmek için yaratıldıklarını zanneden, hayvanlar kadar dahi değer görmeyen varlıklar. Sırtında şaklayan kırbaçlar, günlerce süren açlıklar, içi fare dolu karanlık zindanlar ve ellerine, ayaklarına, duygularına vurulmuş prangalarla köleler. Acımasızca dövülen, en ağır hakaretlere uğrayan, iğrenç işlere koşturulan, ama yine de itaat eden, isyan etmeyi, haklarını aramayı akıllarından dahi geçirmeyen zavallı insanlar. Yeryüzünün her köşesinde sahte tanrılar ve o sahte tanrılara sunulmuş çaresiz kurbanlar… Cebi şişkin, ensesi kalın efendiler ve efendilerinin vahşi zevklerini yerine getirmeye hazır; hizmetçiler, cariyeler, köleler… Amir b. Füheyre bu kölelerden sadece birisiydi. Efendisinin sürüleri arasında ömrünü tüketmeye mahkum edilen, bugünün de hakkı yarının da ümidi olmayan, ölümüyle yok olacak, adı sanı kalmayacak sıradan bir köleydi. O hürriyetin tadını alamamış, ne olduğunu bilmediği, hissedemediği özgürlük onun için ya şarkılarda duyduğu bir kelime ya da masallarda anlatılan kuru bir hayal olmuştu. Amir b. Füheyre, hayatının anlamını yitirdiği, umutlarının çürümeye yüz tuttuğu bir sırada İslamın yüce peygamberiyle karşılaştı. İslam davetinin henüz ilk günleriydi. Efendimiz güvendiği kimseleri İslama çağırıyor, tebliğini gizli bir şekilde yürütüyordu. Mekke’nin her evinde İslam konuşuluyor, Kureyşliler bu yeni dinden kin ve nefretle söz ediyorlardı. Zira bu din, atalarından miras kalan ve zulüm üzerine inşa edilen hayat anlayışlarını, Kabe’nin içine ve çevresine doldurulan sahte tanrılarını tehdit ediyordu. İnsanları bir tarağın dişleri gibi eşit gören, köleyle efendiye aynı safta namaz kıldırmak isteyen bu din yok edilmeli, kimse müslüman olmamalı, Allah resulü yapayalnız kalmalıydı. O günlerde yapılacak en tehlikeli şey herhalde müslüman olmaktı. Bırakın Müslüman olmayı, İslam peygamberiyle konuşmak, onunla birlikte görülmek dahi büyük cesaret gerektiriyordu. Bütün tehlikeleri göze alarak Müslüman olan ve Efendimize destek olan yalnızca bir avuç yiğit vardı. es-Sabikun el-Evvelun[FONT='Calibri','sans-serif'][1][/font]denilen bu ilk Müslümanlar yeryüzünün en cesur insanları, en yüce kahramanlarıydı. Bu kahramanlardan birisi olan Amir b. Füheyre Müslüman olduğunda henüz yirmi üç yaşındaydı. Yirmi üç yaşındaki genç bir kölenin Müslüman olması, Kureyşin ilahlarını hiçe sayması, efendisine isyan etmesi; göz ardı edilemeyecek, affedilemez bir suçtu. Hani firavun kendisinden izin almadan Müslüman olan sihirbazları nasıl işkencelerle öldürdüyse, Amir de cezalandırılmalı, yaşadığına bin pişman olmalıydı. Onun bedenine sahip olanlar ruhuna da, duygularına da hakim olduklarını düşünüyorlardı. Amir, efendisi gibi düşünmeli, efendisi gibi inanmalı, efendisinin doğrularını sorgulamadan kabul etmeliydi. Şayet bir köle efendisine itiraz ediyorsa ya da efendisinden izinsiz bir şeyler yapıyorsa derhal terbiye edilmeliydi. Genç Amir, Müslüman olmakla dünyalara meydan okumuş, acılar içinde öldürülmeyi göze almıştı. Batha vadisi işkence altındaki Müslümanların feryatları ve onlara zulmeden müşriklerin tehditleriyle doluyordu. Güneşin tepeye çıktığı bir saatte, ateş gibi yanan taşların üzerinde yirmi üç yaşında bir genç elleri ayakları bağlanmış kırbaçlanıyor, sıcaktan yanmış bir zırhın içerisinde vücudu yakılıyor ya da gece gündüz aç susuz bir halde çölde bırakılıyordu. Kim daha güçlüydü? Amir’in efendileri mi yoksa bir olduğuna iman ettiği Rabbi mi? Amir Allah diyor, dedikçe dayak yiyordu. Efendileri onu bayıltıncaya, ne söylediğini bilemeyinceye kadar dövüyorlardı. Kureyş liderleri, Amir ve Bilalin boynuna ipler takıyor, ipin ucunu çocukların ve serserilerin eline veriyorlardı. Amir ve Bilal Mekke sokaklarında sürükleniyor, vücutları kanlara boyanıyordu. Fakat tüm bu yapılanlar onları davalarından vazgeçiremiyor; onlar suratlarına tükürenlere, kendilerini taşlayanlara son güçleriyle şunu haykırıyorlardı: ‘’ Biz, Lat ve Uzza’yı reddediyoruz. Buvane’yi reddediyoruz.’’Hakaretler, tehditler ve işkenceler Amir’i dininden döndüremedi. Seyredenleri dahi dehşete düşüren ezalar, onun imanını güçlendirdi sadece. Düne kadar kayıtsız şartsız bütün emirlerini yerine getirdiği sahipleri, onun bu durumunu bir türlü anlayamadı. Bir insan bunca eziyete nasıl katlanır, neye ve kime güvenerek kazanamayacağı bir savaşa girerdi? Kureyşin önde gelenleri her ne olursa olsun bu savaşı kazanacaklarını düşünüyorlardı. Ancak bu kölelerin dinlerinden dönmeyişleri onları çılgına çeviriyordu. Şayet onları öldürseler; onlar kahraman, kendileri ise kaybetmiş olacaklardı. İşte bu düşünceyle işkencenin dozunu her gün biraz daha arttırıyorlardı. Amir ve arkadaşları Allah yolunda türlü eza ve cefaya maruz kalırken, İslamın yüce kahramanı Hz. Ebu Bekir onları kurtarabilmek için çareler arıyordu. Ömrü boyunca bin bir zahmetle, gurbet diyarlardaki panayırlarda, elde ettiği tüm servetini, onları kurtarmak için harcamaya karar verdi. Amir’in efendisi Tufeyl b Abdullah’a gitti ve Amiri satın aldı. Ayrıca Hz Bilal’i, Ebu Fükeyhe’yi ,işkence altındaki hanım sahabilerden Hz Lübeyneyi, Hz Nehdiyye ve kızını, Hz Zinnire ve kızı Ümmü Ubeysi de zalim efendilerinden satın alarak hürriyetlerine kavuşturdu.Büyük bir servet harcayarak müminleri baskıdan kurtaran ve onları azad eden Hz Ebu Bekir’i, ailesi dahil kimse anlayamadı. Akrabası dahi olmayan bu zayıf köleleri, derilerinin rengi sebebiyle değersiz görülen zavallı insanları kurtarmakla eline ne geçecekti? Hz.Ebu Bekir bu soruyu soran babasına şöyle cevap verdi:’’Ben sadece Rabbimin rızasını kazanmak istiyorum.’’ Kur’an-ı Kerim, Rabbinin, Ebu Bekirden razı olduğunu ve Ebu Bekiri de razı edeceğini müjdeledi. Cennete gitmek için sarp bir yokuşun tırmanılması gerekiyordu. O yokuşun tırmanılması ise kula kul edilmiş insanların özgürlüğü için mücadele vermekle mümkündü.Hz Ebu Bekir bu mücadelenin önderi Efendimizin en yakın dostu ve en büyük yardımcısıydı. Artık Amir, Bilal ve diğerleri, Ebu Bekir ailesinin saygıdeğer birer ferdi olmuşlardı. Alemlerin Rabbi, Rasulüne omuz veren, rızasını kazanmak için dünyasından vazgeçen kullarını yalnız bırakmıyor, onlara hayal dahi edemeyecekleri eşsiz mükafatlar sunuyordu. İşte Amir b. Füheyre, Efendimiz aleyhisselamla birlikte hicretin planlarını yapıyor, tarihin en muhteşem seyahatinde Peygambere yoldaş oluyordu. Allah Rasulü ve Hz Ebu Bekir hicret için yola çıkmış ve Sevr mağarasına gelmişlerdi. Mekkeliler her yerde onları arıyor, evlere baskın düzenliyor, onları canlı ya da ölü getirenlere servetler vaad ediyorlardı. Efendimiz Sevr mağarasında üç gün kaldı. Bu süre içerisinde, Hz Ebu Bekirin oğlu Abdullah Mekkede olup bitenleri, akşam olduğunda Peygamberimize haber veriyor, gece yarısı olduğunda mağarayı terk ediyordu. Amir b Füheyre ise koyunlarını o çevrede otlatıyor, gece Efendimiz ve Ebu Bekire yemek hazırlıyor, sonrada sürüsüyle, Abdulahın ayak izlerini yok ediyordu. Üç gün bitip, ortalık bir nebze yatıştığında Peygamber Efendimiz, Hz Ebu Bekir ve kılavuzları Abdullah b Ureykıt Medineye doğru mukaddes yolculuğa çıktılar. Amir b Füheyre ne mi oldu? Rasulullah onu yalnız bırakır mı hiç? Amiri , dostu Ebu Bekirle aynı deveye bindirerek Medineye götürdü. Siz hiç Peygamberimizi gördünüz mü? Onunla bir saat baş başa sohbet ettiniz mi? Onunla birlikteyken ölümle burun buruna geldiniz mi? Peki siz Peygamberin elinden süt içtiniz mi, mucize gördünüz mü hiç? Peygamber seksen kişiyi İslama davet ederken siz orada mıydınız? Amir b. Füheyre hicret yollarında tam bir hafta boyunca Rasulün hemen yanıbaşındaydı. Süraka b. Malik yüz develik ödülü hak etmek için Efendimizin peşine düştüğünde Amir b Füheyre, Nebiyi korumak için onu gözetliyor, Süraka ile savaşmak için emir bekliyordu. Sürakanın atının ayakları kumlara saplandığında, Süraka, Nebiyi öldüremeyeceğini, Onun Allahın rasulü olduğunu anlayıp da özür dilediğinde, Amir olanları sevinçle izliyordu. Süraka az evvel öldürmek istediği Peygamberden, ileride kullanmak üzere bir himaye yazısı istediğinde, Efendimiz onu kırmıyor, Amir bir deri parçasına Sürakanın istediği yazıyı yazıyordu. Hicret yolcuları şiddetli sıcak altında yorulup mola vermek istediklerinde, Ümmü Mabed adlı bir kadının çadırına misafir oldular. Yiyecek hiçbir şey bulamadıklarında sütü kesilmiş bir koyun gördüler. Efendimizin sağdığı koyunun sütünü Efendimizin eliyle içtiler.Büreyde b Husayb ve seksen arkadaşı Peygamberimizin karşısına çıktığında Amir de oradaydı. Akşam vakti olup namaz kılınırken o seksen kişide namaza duruyordu. Bir adım ötede karşılarına neyin çıkacağını bilemedikleri, ölümün hemen yanı başlarında kol gezdiği, sıkıntı ve eziyetlerle dolu ama Amir için bir o kadar da zevkli olan yolculuk sona eriyor, karşıdan Medinenin Kuba kasabası gözüküyor, Amir b Füheyre için yepyeni bir hayat başlıyordu. Mutlu Binici |