Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
| Cevap: Alenî Dâvet
Ammar’ın başına gelenler
Ammar’ın çektikleri de yürekler parçalayıcı idi: Demir bir gömlek giydiriliyor, güneşin yeryüzünü bütün sıcaklığıyla kavurduğu sırada dışarı çıkartılıyor ve demir gömlek içinde ilikleri eritiliyordu.
Bu işkencelerden bir an olsun kurtulan Ammar, soluğu Nebiyy-i Ekremin yanında alıyor ve kendisinden bir teselli bekliyordu.
“Azabın her türlüsünü tattık, yâ Resûlallah” diyerek halini arz ediyordu. Resûl-i Ekrem, yine sabır tavsiye ediyor ve şöyle duâ ediyordu:
“Allah’ım, Ammar âilesinden hiçbir kimseye Cehennem azabını tattırma.”
Hz. Ammar’a revâ görülen işkence çeşitlerinden biri de ateşle dağlanması idi. Yine bir gün böyle bir işkence altında kıvranırken Peygamber Efendimiz rasgeldi. Mübârek elleriyle Ammar’ın başını sığayarak ateşe, “Ey ateş, İbrahim’e (a.s.) serin ve selâmet olduğun gibi, Ammar’a da öyle ol!” diye duâ etti. Sonra da Ammar’a şu haberi verdi:
“Ey Ammâr! Sen (bu işkencelerle) ölmeyecek, uzun bir müddet yaşayacaksın. Senin ölümün azgın bir topluluğun eliyle olacaktır.”1
Gerçekten de, Cenâb-ı Hak, Hz. Ammar’a uzun ömürler ihsan ederek, Sevgili Habibinin haberini doğrulamıştır. Hz. Ammar daha sonra Sıffin Harbinde katledildi. Hz. Ali, onu Muâviye’nin taraftarlarının bâği (azgın) olduklarına hüccet gösterdi. Fakat, Muâviye te’vil etti. Amr bin Âs dedi: “Bâği yalnız onun katilleridir; umumumuz değiliz.”1
Yine birgün, Ammar, uğradığı işkenceden dolayı ağlıyordu. Bu haliyle onu gören şefkat timsali Peygamber Efendimiz, mübarek elleriyle gözyaşlarını sildi. Sonra da, “Seni kâfirler tuttu da suya mı bastı? Onlar, seni bir daha tutar da, sana şöyle şöyle derler ve işkencelerine devam ederlerse, sen de onlara istediklerini söyle ve kurtul” dedi.
Bu, hayatını zalim müşriklerin elinden kurtarmak için Ammar’a bir müsâade idi!
Bu müsâadenin verilişinden bir müddet sonra, Ammar yine müşrikler tarafından yakalandı ve işkenceden işkenceye uğratıldı. İşkence edilirken de kendisine şu teklif yapılıyordu:
“Muhammed’e küfretmedikçe, Lât ve Uzzâ’ya tapmanın da onun dininden hayırlı olduğunu söylemedikçe sana işkence etmekten asla vazgeçmeyeceğiz!”
Zavallı Ammar’ın dilinden, çaresiz olarak müşriklerin söyledikleri döküldü. Muradlarına eren gaddarlar Ammar’ı serbest bıraktılar.
İşkence ve azab yükü altında ezilmekten kurtulan Ammar doğruca Resûl-i Ekremin huzuruna vardı. Efendimiz, kendisine, “Kurtulduğun yüzünden belli” deyince, cevabı şu oldu:
“Hayır, vallahi kurtulmadım!”
Peygamber Efendimiz, “Niçin?” diye sorunca da Ammar, “Ben, senden vazgeçirildim. Lât ve Uzzâ’nın da senin dininden hayırlı olduğunu bana söylettirdiler” karşılığını verdi.
Ammar üzgündü, Ammar şaşkındı. Dünya, başına yıkılacakmış gibi heyecan ve korku içinde Resûl-i Kibriyanın huzurunda dikilmiş duruyordu. Müşriklerin işkence ve eziyetlerinden kurtulmuştu, ama şimdi başka bir tehlike ile karşı karşıya gelmişti!
Resûl-i Ekrem, “Müşriklerin dediklerini söylerken, kalbini nasıl buldun?” diye sordu.
Ammar’ın kalbinden kopup gelen cevabı şu oldu:
“Kalbimi îmân ferahlığı ve rahatlığında, dinime bağlılığımı da, demirden daha sağlam buldum.”
Bunun üzerine Resûl-i Ekrem Efendimiz, “Sana vebâl yok, ey Ammar! Eğer, onlar seni yine yakalar, bunu sana tekrarlatmak isterlerse, sen de söylediklerini tekrarlayıp kurtul”1 diyerek Ammar’ın hem gönlünü, hem yüzünü ferah ve sürûra garketti.
Bu hâdise üzerine, yüce Allah şu meâldeki âyetini inzâl buyurdu:
“Kalbi îmânla dolu olduğu halde inkâra zorlananlar müstesnâ, kim îmân ettikten sonra tekrar kâfir olur ve gönül rızâsıyla küfrü kabul ederse, öylelerinin üzerine Allah’tan bir gazap vardır. Onların hakkı pek büyük bir azaptır.”2
Şu halde kalbi îmân ile karar bulmuş bir mü’mine burada bir ruhsat tanınmaktadır: Düşman tarafından canı veya herhangi bir azası yok edilme tehlikesiyle karşı karşıya olduğu zaman, yalnız diliyle küfür kelimesini söylemesi câizdir. Ancak bunun, kalbin îmân ile mutmain olması şartıyla bir ruhsat olduğu hatırdan çıkarılmamalıdır. Bunun yanında, hakkı söylemek ve dinin izzetini korumak için şehid olmayı göze alıp, küfür kelimesinin lisanla dahi olsa, söylenmemesi azimettir. Bu hususta ruhsat ile değil de, azimet ile amel etmek ise, daha faziletli bir hareket sayılmıştır.3 |