Tekil Mesaj gösterimi
Alt 27 Temmuz 2008, 03:37   #43
Çevrimdışı
PopSy
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Atatürk Anıları.




Atatürk ve Yoksulluk



OSMANLI Devleti'nin sonu gelmek üzere olan o karanlık günlerde Mustafa
Kemal, Halep'te bulunuyor ve İstanbul'a gidecek. Ama tren bileti alacak
kadar bile parası yok. Tek varlığı zamanla edindiği ve yetiştirdiği atlar,
kısraklar.

Tek çare, bunları satmak. Gerçi, o denli sevdiği bu hayvanlardan ayrılmak da
güç geliyor ona. Ama satacak, para edecek başka hiçbir şeye sahip değil.

"Salih, bu atlardan birkaçını satıp da İstanbul'a gidebilirim. "

Salih (Bozok) atları satma görevini üstleniyor, fakat tek bir alıcı
çıkmayacak. Subayların hiçbirinin durumu Mustafa Kemal'den başkaca değil.

Halep'in hali vakti yerinde olanların çoğu at meraklısı ama atları alsalar,
seferberlik var, ülke savaşta, ordu tüm hayvanlara el koyuyor. Tam bir
çıkmaz, çaresizlik...

ATATÜRK VE YOKSULLUK

İşte tam da bu günlerde 4. Ordu Komutanı Bahriye Nazırı Cemal Paşa, Mustafa
Kemal'le Halep'te buluşacak. Cemal Paşa'nın Mustafa Kemal'e eskiden beri
sevgisi ve bağlılığı var. Birçok konuda da görüş birliği içindeler. Bir ara
söz dönüp dolaşıp Mustafa Kemal'in sıkıntı içinde olduğuna geliyor:

"Cemal Paşa, benim bazı cins at ve kısraklarım var. Bunları satmak
ihtiyacındayım; isteklisi çıkmadı. Siz buranın eski komutanısınız, bana bir
yol gösterir misiniz?"

"At ve kısraklarınızı önce baytarlarıma muayene ettireyim."

"Diyarbakır'da iken, Alman ve Avusturyalılar, bu atlarla kısrakların önemli
bir servet olduğunu söylediler, kıymetlerinden şüphe etmiyorum, ama öyle
yapınız..."

Ve Cemal Paşa, tüm at ve kısrakları iki bin altına alıyor!

Mustafa Kemal'in İstanbul'a gelebilmesi, savaşımına başlayabilmesi çok
sevdiği, yıllardır edindiği, yetiştirdiği at ve kısraklarının sayesinde...

Dahası, Cemal Paşa bu hayvanları sonradan beş bin altına satacak ve atların
ve kısrakların değeri iki bin değil, beş bin altınmış diyerek aradaki üç bin
altını Mustafa Kemal'e gönderecektir. Ve yıllar sonra diyecektir ki:

"Bu para, yeni girişimlerimde bana destek olmuştur. Bunu belirtmeyi görev
sayarım."

ONUN İÇİN BİR TUTKU

Atlarından, kısraklarından ayrılması kuşkusuz onu çok üzmüştü. Çünkü atları
o kadar çok seviyordu ki... Bir tutku idi at sevgisi onda. Onları okşarken
elleri sevgi ile titrer gözleri parlardı. Onlarla konuşurdu da. Ve bu sevgi
karşılıklıydı. Seyislerine huysuzluk yapan atlar onu karşılarında görünce
hemen terslenmeyi keserlerdi.

Nerdeyse çocukları sevdiğince severdi atlarını...

Ankara'da çiftlikdeki taylarından biri ruam hastalığına yakalanıp da
öldürülmesi gerektiğinde, ellerine lastik eldivenler geçirerek tayı birkaç
kez okşamadan öldürmelerine izin veremeyecek, hayvanı okşarken de
gözyaşlarını tutamayacak ve ağzından şu sözler dökülecektir:

"Çocuğum olmadığında hikmet ve isabet varmış. Eğer bir evlat kaybetmek
felaketine uğrasaydım kalbim bu elem ve kedere dayanamazdı."

Atları onun arkadaşları gibiydi de.

SABİHA GÖKÇEN İRKİLİYOR

"Bir arkadaş daha bizi terk ediyor bugün Sabiha..." dediğinde acı içinde,
Sabiha Gökçen birden irkilecek, o günlerde Gazi Paşa'nın yakınları arasında
ölümcül bir hastalığa yakalanmış kim var diye belleğini zorlayacak,
çıkaramayınca da Gazi böylesine üzgün olduğuna göre ölümüne yandığı bu
arkadaşının bilmediği ama mutlaka çok sevdiği biri olduğunu düşünürken
içeriye Gazi'nin tabancasını elinde tutarak giren bir dosta onun:

"Durumu nasıl? Hiç umut yok mu?" diye sorması karşısında şaşkınlığı daha
artacaktı...

"Maalesef Paşam! Yok. .. Herkes elinden geleni yaptı. Böyle daha fazla acı
çekmesine müsaade etmeseniz iyi olur... Bir şey daha söylemek isterim...
Gözleri sanki sizi arar gibi..."

"Arar, arar ya... Atlar insanlardan daha hassas, daha vefakar ve daha çıkar
düşüncesinden uzaktırlar. Bunca yıl bana hizmet etti, bana yoldaşlık etti. O
benim kokuma, ben onun kokusuna alıştık. Birbirimizin huyunu da iyi
öğrendik. Yazık oldu hayvanıma..."

Evet, o çok sevdiği atlarından biri hastalanmıştı, umar da yoktu, vurulması
gerekiyordu acısını dindirmek için. Ona karşı bu son görevi de sahibi
yapmalıydı. Silahını aldı, ahıra doğru yürüdü.

Gazi eğildi, mendili ile köpüklerini sildi, yelesini okşadı atının.

"Oğlum, oğlum! Şimdi bütün acıların dinecek!..."

Öptü onu birkaç kez.

"Sen mi beni arayacaksın, yoksa ben mi seni?"

SEVELİM, OKŞAYALIM

Doğruldu, silahını hayvanın tam altına doğrulttu. Parmağı tetikte. Ama öyle
kalakaldı. Bir yontu gibi. Ve birden gözlerinden yaşlar boşandı.

"Alın! Alın! Götürün hayvanı buradan! Çok uzaklara götürün. Acı çektirmeden
ölmesini temin edin. Gerekirse iğne yaptırın. Uyutun, öyle vurun! Ben
düşmanlarımı bile böyle vuramamışımdır! Bana bunu yaptırmayın... "

Gazi, uzunca bir süre ata binemeyecekti. ..

Ve bir gün Çankaya'da sofrasında Gazi yaverlerine buyuruyor:

"İki gün önce bizim atlardan biri doğurdu. Alıp onları buraya getiriniz."

Konuklar, herkes şaşkın. Yaver, duraksıyor. Gazi'nin "Sevelim, görelim,
okşayalım" sözleri şaşkınlığa, duraksamaya bir son veriyor.

Çok geçmeden tay ve annesi Yıldız, bakıcıları Kerim'in yedeğinde şeref
salonunda. Salonda ayakları kaymasın diye geçecekleri ve duracakları yerlere
halılar, kilimler serilmiş. Gazi, onları ayrı ayrı sevmekte ve eliyle kesme
şeker yedirmekte.. .

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları eglen sohbet reklamver