Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
| Cevap: "Atatürk'le Konuşmalar"
"Mustafa Kemâl Paşa'nın Falih Rıfkı ile Mahmut Bey'e Verdiği Mülâkat" ''Hiç kimseye iltifat etmeyeceksin, hiç kimseyi aldatmayacaksın, memleket için gerçek ülkü neyse onu görecek, o hedefe yürüyeceksin,'' Umumi Harp Başlangıcında
''- Arıburnu'nu Anafartalar'ı yapmış bir kumandan idim. Zannediyordum ki, ve sonradan dost düşman herkesin anlayış şekli de benim bu düşüncemi doğruladı, memlekette bir hizmette bulunmuştum, o hareketle özellikle payitahtı(başkenti) kurtarmıştım. İnsanlık hali, bu önemsiz hizmeti yerine getirmiş olmaktan memnun olabileceğini tahmin ettiğim Osmanlı'nın önemli kişilerini ziyaret ediyordum ve bu ziyaretleri daha önemli bir görev hissinin yönlendirmesiyle yapıyordum. İlim, fen, san'at ve olaylar bakımından, memleketim için ve milletimin söz konusu olması gereken hayat ve ölümü için düşüncelerim vardı, başta bulunanlara onları söylemek istiyordum. Dışişleri bakanını da görmek ve kendisiyle konuşmak faydalı olur inancındaydım. Bakanlığın bir müsteşar muavini vardı, Sofya sefaretinden tanırdım: Halil Bey... Evvelâ bu güzel kalpli adamı makamında buldum. Bakan Beyefendi'ye, kendilerini ziyaret için geldiğimi söylemesini rica ettim, bekleme emri geldi. Bekledim, bilmem ne kadar sürdü, fakat bekleyiş epey uzun oldu, bu aralık saygıdeğer bakan bey çok ilginç ziyaretçileri kabul etmekle meşgul idi. Farkına vardım ki, ben geldikten ve haber verdikten sonra, gelmiş olanlar dahi bakan bey tarafından kabul olunmaktadır. Canım sıkılmadı değil, müsteşar muavinine:
- Beyefendi hazretleri galiba beni unuttular, dedim.
Muavin benim beklemede bulunduğumu tekrar hatırlattı.
- Beklesin, buyurmuş. Sessizlik ile muavin beyin yanında oturdum.
Kendisine dedim ki:
- Sizin bakanınız bütün zamanını böyle manasız ziyaretleri kabul etmekle mi geçirir?
Terbiyeli ve iyi muhatabım soruma cevap vermedi. Bir aralık bakan beyefendinin bürosunu salonla birleştiren kapı açıldı ve bir odacı:
- Buyurun efendim, dedi.
Muavin beyle ciddî bir konu üzerinde konuşuyordum:
- Nedir o? dedim.
Odacı:
''- Bakan beyefendi hazretleri sizi kabul buyuracaklar...'' cevabını verdi.
- Beklesinler, dedim.
Gazi devam etti:
''- Gerçekten müsteşar muavini ile olan konuşmamızın biraz uzatılmış bölümü sonuna kadar bakan beyefendinin davetine gidemedim. Bakan beyefendinin görkemli bürosuna girdiğim zaman, bakan beni ayakta ve güleryüzlülükle kabul etti ve bana askeriyenin, içişlerinin, genel durumdaki siyasetin çok parlak olduğundan parlak bir anlatımla söz etti. Nezaketen teşekkür ettim: Yalnız bazı düşünce ve görüşlerde bulunup bulunamayacağım konusunda bilgi istedim:
- Hay hay efendim, dedi.
Dedim ki, -Ben durumu hiç de sizin gördüğünüz gibi görmüyorum. Genel durumumuzun sizin anlattığınız gibi olmasını çok dilerdim. Fakat ben en çetin ve en zor sonuç alınabilen bir harp sahasından ve o sahanın kumandanı olarak İstanbul'a geliyorum. Eğer izin verip de beni bir saniye dinlerseniz gönülden borçlu olurum.
- Lütfen efendim, buyurdular. Devam ettim:
- Beyefendi, durum sizin gördüğünüz gibi parlak değildir. Siz ki devletin idaresi sorumluluklarından bir kısmını üzerine almış bir kişisiniz, eğer şunun bunun ifadesine güvenerek siyaset kullanmakta devam ederseniz, var olan tehlike genel tahminin de üstünde olur.
Cevap verdi: Beyefendi, (bunu söylerken pek ciddî bir âmir tavrı takındı) ne demek istediğinizi anlayamadım.
Basit bir dille açıkladım:
- Siz her şeyi biliyorsunuz da beni yabancı ve acemi bir adam kabul ederek, bu acı gerçekler üzerinde benimle açık konuşmaktan sakınıyorsunuz. Erkli bir bakana yaraşan da budur. Fakat ben o adamım ki, benimle her şey konuşulur, izin verin, görüşeceğimiz fikirler aramızda kalacaktır, sizi diğer bir noktada aydınlatayım: Gerçeği konuşmaktan korkmayınız. Gerçek sizin dedikleriniz değil benim dediklerim.
Çok sert ve ciddî tavırla şu karşılık verdi:
- Kumandan bey, biz size saygı gösterdik, çünkü bize dediler ki Arıburnu ve Anafartalar kumandanı Mustafa Kemal hizmet etti, bunun için sizi nazikçe ağırlamak istemiştim, fakat bugün bana söz ettiğiniz şeylerin başka manada olduğunu hisseder gibi oluyorum. Beyefendi, bu konunun görüşülmesi ve eleştirinin makam ve muhatabı ben değilim. Ben ordu başkumandanına, onun genelkurmayına, bütün vekiller heyeti ile beraber derin ve sarsılmaz güven taşıyan bir bakanım. Sizin kararsızlıklarınız olabilir; sizin bilmediğiniz gerçekler bulunabilir. Ben size bunları açıklamakta engellerim var. Eğer siz buraya şüphe ve kararsızlıklarınızı gidermek için gelmişseniz yanlış yere geldiğiniz uyarısında bulunmak zorundayım. Başkumandanlığa ve genelkurmaya baş vurunuz. Hiç şüphe etmem, ki orada sizi gerektiği kadar, ihtiyacınız kadar aydınlatacak kadar kişi vardır.
- Bana yol göstermek nezaketinde bulunduğunuz için size teşekkür ederim. Yalnız izninizle şunu bildireyim ki, önce ben Türk ordusunun yabancısı bir adam değilim; ben ordu ile çok küçük subaylıktan beri derinden ilişkiye geçmiş bir askerim. Ben olayların yönü ile ordunun içinde subay, sonunda kumandan olarak iş görmüş ve düşünceme göre başarılı olmuş bir kumandanım. Türk ordusunu, onun erdemini, kıymetini ve bu ordu ile neler yapılabileceğini benim kadar anlayan az olmuştur. Beni acemi bir subay, rastlantıyla kumandan olmuş bir adam gibi kabul ettiğiniz için üzgünüm. Yine de sizi hoş görüyorum, çünkü bütün hayatınızda, hattâ şimdiki önemli siyasî durumunuzda henüz gerçekle karşılaşmış bir kişi değilsiniz. Bana bir şey önerdiniz ki ben onu yapamam, Başkumandanlık Bakanlığına, genelkurmaya başvurmak, endişelerimi orada gidermek... Beyefendi; farkında değil misiniz ki artık bu memlekette millî bir genelkurmay kurulu yoktur, bir Alman Genelkurmayı vardır; o Alman Genelkurmayı ki, Türk ordusunda ilk iş olarak benim gibi âsi bir askeri uzaklaştırmak kararına vardı, beni o kurula mı gönderiyorsunuz?'' Büyük Adam Kimdir?
''- Arkadaşlar, Selânik'te Hürriyet meydanı denilen bir meydan vardır, bilinen bâzı yerler de meydanı kuşatır: Olimpos Palas, Kristal, Yonyo, vesaire...
Bir gece Yonyo'nun mahşer gibi kalabalık, büyük salonunun bir köşesinde, ufak merdivenle çıkılır; bir de özel oda olduğunu haber aldım ve oraya çıktım. Ufak, zarif bir salondu ve ağız ağzına dolu idi. Salonda bir masaya yaklaştığımı hatırlarım; bu masada ihtilâlci kişiler varmış. Rakı ve bira içildiğine dikkat ettim; masayı işgal edenler çok vatanperverâne konuşuyorlardı. Devrim yapabilmek için büyük adam olmaktan söz edilmekte idi. Herkeste büyük adam olmak isteği vardı. Fakat büyük olabilmek için insan nasıl ve kimin gibi olmalı?
İçlerinden biri bağırdı ''Cemal Paşa gibi olmak isterim..'' Sofrayı işgal edenlerden hepsi: ''Bravo,'' dediler, ''Cemal gibi...'' Sonra hiçbirini yakından tanımadığım bu kişiler hep birden bana döndüler. Ben durgun ve sabit bir gözle kendilerine baktım. Benim tavrımdaki ve durgunluğumdaki anlama dikkat eden yoktu. Benim onlardan daha çok, her gün ve her gece görüşmekte olduğum Cemal Bey hakkındaki görüşleri onaylamamı beklemekte idiler. Ben bilmem neden, bu kişileri doyuracak bir işarette bulunamadım. Fakat içimden şu düşünce geçti: ''Bir adam ki büyük olmaktan bahseder, benim hoşuma gitmez. Bir adam ki memleketi kurtarmak için evvelâ büyük adam olmak gerekir, der, ve bunun için bir de örnek seçer, onun gibi olmayınca memleketin kurtulamayacağı inancındadır, bu, adam değildir.''
Bu görüşlerde bulunurken, sofra arkadaşlarımı memnun edemediğimi hissettim. Hiç şüphe etmem, ki bana dair kararları olumsuz olmuştur; ve bu kararlarını akıllıca bir şekilde açıklamak için demiş olsalar gerekir ki:
"- Bu acemî efendi, galiba kendini o kadar büyük görüyor, ki ve bu sebepten görüş alanı o kadar daralmıştır, ki artık büyüklüğü göremez hale gelmiştir. Bu adam arkadaşımız olamaz.''
Bu gece, o sofranın sarhoşluğu etrafında iki görüş belirdi: Biri olumlu, biri olumsuz.
Bir anlayışa göre önce büyük adam olmak, sonra memleketi kurtarmak gerekir. Diğer anlayış göre büyük adam lâfla olmaz, önce memleketi kurtarmalı, ondan sonra dahi büyüklük söz konusu değildir.
Arkadaşlar size bu hikâyeyi bugünkü duygumla, bugünkü deneyimimle söylemiyorum. ''Yonyo''nun özel odasındaki gözlemin bana esinlendirdiği fikir, bu idi.'' Bir Makalenin Tartışması
''- Bir gün Cemal Bey Selânik gazetelerinden birine imzasız bir başmakale yazmış; beraber çalıştığımız daireden çıkıp tramvaya binmiş. Olimpos'a gidiyorduk. Cemal Bey'in elinde o gazete vardı, bana uzatıp dedi ki:
- Bu başmakaleyi okudunuz mu?
- Hayır.
- Oku... dedi.
Okudum: ''- Nasıl?'' diye sordu.
- Sıradan bir gazetenin sıradan bir yazısı, dedim.
- Amma yaptın ha, bunu, ben yazdım.
Cevap verdim: ''Afedersiniz, bilmiyordum, yazmamış olmanızı dlerdim. Ve ekledim: ''Cemal Bey, şu ve bu tarzda siz birtakım kuş beyinli kimselere kendinizi beğendirmek hevesine düşmeyiniz, bunun hiçbir kıymeti ve önemi yoktur. Siz içinde bulunduğunuz durumu değerlendiriniz. Ve önce kabul ediniz ki, biraz isteklerden vazgeçmek gerekir. Eğer şunun bunun güler yüzünden kuvvet almaya tenezzül ederseniz, halinizi bilmem, fakat geleceğiniz çürük olur. Çünkü bizim gerçekle hiç karşılaşmamış geniş çevrelerimiz vardır; bu çevrelerde henüz İran köylüsü hayalleri gibi hayaller ile dolu olanlar çoktur. Büyüklük odur ki, hiç kimseye iltifat etmeyeceksin, hiç kimseyi aldatmayacaksın, memleket için gerçek ülkü neyse onu görecek, o hedefe yürüyeceksin, herkes senin karşında bulunacaktır. Herkes seni yolundan çevirmeye çalışacaktır. İşte sen bunda direnmeyi yok eden olacaksın. Önüne sonsuz engeller yığacaklardır, kendini büyük değil küçük, zayıf, araçsız, hiç kabul ederek, kimseden yardım gelmeyeceğine kanısına vararak bu engelleri aşacaksın. Ondan sonra sana büyüksün derlerse, bunu diyenlere de güleceksin.''
Cemal Bey sözlerimi sakinlikle dinledi, bana hak verdi. İmzasız makalesini eleştirdiğim için beliren üzüntüsü gitmiş göründü.'' Bağımsız Yaşamak İsterim
''- Çocukluğumdan beri bir tabiatım vardır. Oturduğun evde ne ana, ne kız kardeş, ne de ahbap ile beraber bulunmaktan hoşlanmazdım. Ben yalnız ve bağımsız bulunmayı, çocukluktan çıktığım zamandan itibaren daima tercih etmiş ve sürekli olarak öyle yaşamışımdır. Tuhaf bir halim daha var, ne ana -babam çok erken ölmüş-, ne kardeş, ne de en yakın akrabamın kendi anlayış ve görüşlerine göre bana şu veya bu akıl verme ve öğütte bulunmasına sabrım yoktu. Aile arasında yaşayanlar pekâlâ bilirler ki sağdan soldan, pek saf ve samimî itiraflardan kendilerini sakınamazlar. Bu durum karşısında iki tür hareketten birini seçmek zorunludur. Ya boyun eğmek, yahut bütün bu uyarı ve öğütleri hiçe saymak. Bence ikisi de doğru değildir. Boyun eğmek nasıl olur, en aşağı benimle yirmi, yirmi beş yaş farkı olan anamızın uyarılarına uymak geçmişe dönüş demek değil midir. İsyan etmek, erdemlerine, iyi niyetine, yüksek kadınlığına emin olduğum anamın kalbini; görüşlerini alt üst etmektir. Bunu da doğru bulmam.'' Yedi Evliya Kuvvetindeki Padişah
''- Bununla beraber size bu nedenle anamın ve kız kardeşimin devrim işlerinde bana inandıklarını ve hizmet ettiklerini de söylemeliyim. Biz Selânik'te tahmin edeceğiniz tarihlerde; görünmez manası ne olduğunu bilmem, fakat özveriyle komitecilik yapıyorduk. Meşrutiyetin ilânından çok önce, bir gece bizim evde bir toplantı yapmıştık. Bu ev Selânik'te mektep karşısında, pembe boyalı büyücek bir evdir. İşte bu evin bir odasında birtakım arkadaşlar toplanmıştık. Bu arkadaşlardan biri, ki şehit oldu veya vefat etti, büyük saygıyla anarım, Kâmil Bey isminde bir süvari subayı idi, şişmanca bir kişi... Çok paralar toplamışlardı, liralar, mecidiyeler ve gümüş madenî paralar... Bizim görüşme yaptığımız odaya bakan hizmetçi, anama bunu haber vermiş. Yukarıda paralar, iddialar, tartışmalar ve plânlar var, manasında birtakım sözler söylemiş, anam, hasta, ihtiyar, yatağından kalkmış, bizim bulunduğumuz odanın kapısına kadar gelmiş ve kısmen ne konuştuklarımızı dinlemiş, tekrar odasına gitmiş..
Bildirilen kararlardan sonra arkadaşlar beni terkettiler, akabinde, uyumakta olduğunu zannettiğimiz anam yanıma geldi, bana dedi ki:
''- Çocuğum, bir şey anlamak istiyorum, sen ve senin arkadaşların yedi evliya kuvvetindeki padişaha isyan mı ediyorsunuz?''
Anama ne düşündüğümü, ne yaptığımızı söylemek istemiyordum. Fakat bizim o akşamki toplantımızı görmüş, her şeye tanık olmuş olduktan sonra, artık annemden ve kardeşimden gerçeği gizlemeye gerek görmedim, aksine onları aydınlatmayı tercih ettim:
- Evet anne, dedim, senin yedi evliya kuvvetinde farzettiğin adam hiçbir kuvvete sahip değildir. Biz burada toplanan insanlar memleketi bu zalimlerden kurtarmak istiyoruz. Senin aklın buna ermeyebilir, yahut evlâdın olduğumu unutarak gider, evliyalara kavuşursun!''
Anam o vakit dedi ki:
- Evlâdım, siz acemisiniz, madem ki böyle şeylerle uğraşıyorsunuz, beni yaptığınız işlerden haberdar ediniz ve gizli şeylerinizi bana veriniz. Çok dikkat etmelisiniz. başarılı olmak zordur; mahvolmak daha doğal kabul edilmesi gerekir. Ne yapayım, biricik erkek evlâdımsın, senin mahvolmanı istemiyorum, bu gücüme gidiyor.
''- Anne, dedim, bu işler almış yürümüştür. Ben namuslu bir adam olarak bu işlerin içinde bulunmak zorundayım. Beni bundan yasaklar mısınız?''
- Hayır evlâdım, bir gün bu işler olduktan sonra, seni namus ve haysiyet sahibi olanlarla beraber görmezsem, işte o zaman üzgün olurum. Ben senin kadar okumadım, senin kadar bilmem, senin gördüğün, anladığın şeyleri yapmaktan alıkoymaya kalkışmam. Yalnız dikkat et, temel başarılı olmaktır, başarılı olmaya çalışınız.
Falih Rıfkı-Mahmut Bey
(Milliyet'ten: 13 Mart 1926) |