Tekil Mesaj gösterimi
Alt 23 Temmuz 2008, 03:57   #4
Çevrimdışı
PopSy
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: "Atatürk'le Konuşmalar"




"Mustafa Kemâl Paşa'nın Ahmet Emin'e Verdiği Mülâkat"
İlk Hatıralar

"Çocukluğuma dair ilk hatırladığım şey, mektebe girmek meselesine aittir. Bundan dolayı annemle babam arasında şiddetli bir mücadele vardı. Annem, ilâhilerle mektebe başlamamı ve mahalle mektebine gitmemi istiyordu. Gümrük memur olan babam, o zaman yeni açılan Şemsi Efendi'nin mektebine devam etmeme ve yeni yöntem üzerine okumama taraftardı.

Nihayet babam işi ustalıklı bir şekilde halletti: Önce alışılmış tören ile mahalle mektebine başladım. Bu surette annemin gönlü yapılmış oldu. Birkaç gün sonra da mahalle mektebinden çıktım. Şemsi Efendi'nin mektebine kaydedildim.

Az zaman sonra babam vefat etti. Annemle beraber dayımın yanına yerleştik. Dayım köy hayatı geçiriyordu. Ben de bu hayata karıştım. Bana görevler veriyor, ben de bunları yapıyordum. Başlıca görev tarla bekçiliği idi. Kardeşimle beraber bakla tarlasının ortasındaki bir kulübede oturduğumuz ve kargaları kovmakla uğraştığımızı unutamam. Çiftlik hayatının diğer işlerine de karışıyordum. Böylece biraz vakit geçince, annem mektepsiz kaldığım için endişe etmeye başladı. Nihayet Selânik'te bulunan teyzemin evine gitmeme ve mektebe devam etmeme karar verildi. Selânik'te Mülkiye İdadisi'ne kaydoldum. Mektepte Kaymak Hafız isminde bir hoca vardı. Bir gün sınıfımızda ders verirken diğer bir çocukla kavga ettim. Çok gürültü oldu. Hoca beni yakaladı. Çok dövdü. Bütün vücudum kan içinde kaldı. Büyük annem zaten mektepte okumama karşıydı. Beni derhal mektepten çıkardı.

İlk emrivaki
Komşumuzda binbaşı Kadri Bey isminde bir zat oturuyordu. Oğlu Ahmet Bey askerî hazırlığa devam ediyor ve mektep elbisesi giyiyordu. Onu gördükçe ben de böyle elbise giymeğe hevesleniyordum. Sonra sokaklarda subaylar görüyordum. Bu dereceye ulaşmak olmak için izlenmesi gereken yolun, askerî hazırlığa girmek olduğunu anlıyordum.

O sırada annem Selânik'e gelmişti. Askerî hazırlığa girmek istediğimi söyledim. Annem askerlikten ürkmüştü. Asker olmama şiddetle karşı koyuyordu. Kabul sınavı zamanı ona sezdirmeden kendi kendime askerî hazırlığa giderek sınavı verdim. Böylece anneme karşı bir oldu bittiye getirme oldu.

Hazırlıkta en çok matematiğe ilgi duydum. Az zamanda bize bu dersi veren hoca kadar, belki de daha fazla bilgi sahibi oldum. Derslerin üzerindeki konularla uğraşıyordum. Sorular yazıyordum. Matematik öğretmeni de yazarak cevap veriyordu.

Mustafa Kemal İsminin çıktığı yer
Hocamın ismi Mustafa idi. Bir gün bana dedi ki: "Oğlum, senin de ismin Mustafa, benim de... Bu böyle olmayacak. Arada bir fark bulunmalı, bundan sonra adın Mustafa Kemal olsun..." O zamandan beri ismim gerçekten Mustafa Kemal kaldı.

Hoca sert bir adamdı. Sınıfta birinci, ikinci tanımıyordu. Bir gün bize: "Aranızda kendine kimler güveniyorsa kalksınlar, onlara araştırma yaptırtacağım" dedi. Önce kararsız kaldım. Ayağa öyleleri kalktı ki ben kalkmamayı tercih ettim. Bunlardan birinin çalışması altına girdim. Çalışmanın sonunda sabrım kalmadı. Ayağa kalkarak: "Ben bundan iyi yaparım" dedim. Bunun üzerine hoca beni çalışmanın başına getirdi, eski çalıştırıcıyı benim çalışmam altına verdi.

Askerî hazırlığı bitirdiğim zaman ilgim epeyce ileri gitmişti. Manastır askerî lisesinde matematik pek kolay geldi. Bununla uğraşmaya devam ettim. Fakat Fransızcada geri idim. Öğretmen benimle çok ilgilenmiyor, acı uyarılarda bulunuyordu. Bu uyarılar benim pek gücüme gitti. İlk sıla zamanında çare aradım. İki, üç ay gizlice Frerler mektebinin özel sınıfına devam ettim. Böylece mektep derslerine oranla fazla derecede Fransızca öğrendim.

Edebiyat İlgisi
O zamana kadar edebiyatla çok ilişkim yoktu. Merhum Ömer Naci Bursa Lisesinden kovulmuş, bizim sınıfa gelmişti. Daha o zaman şairdi. Benden okuyacak kitap istedi. Bütün kitaplarımı gösterdim. Hiçbirini beğenmedi. Bir arkadaşın kitaplarımdan hiçbirini beğenmemesi gücüme gitti. Şiir ve edebiyat diye bir şey olduğuna o zaman öğrendim. Ona çalışmağa başladım. Şiir bana cazip göründü. Fakat kompozisyon hocası diye yeni gelen bir zat, bana şiirle uğraşmayı yasakladı. "Bu tarz uğraş seni asker olmaktan uzaklaştırır" dedi. Bununla birlikte güzel yazmak isteği bende kalıcı oldu.

Lisede iken inatçı bir şekilde çalışıyorduk. Sınıfta birinci, ikinci olmak için hepimizde şiddetli bir amaç vardı. Nihayet liseyi bitirdim. Harbiyeye geçtim. Burada da matematik ilgim devam ediyordu. Birinci sınıfta saf, gençlik düşlerine tutuldum. Dersleri boşladım. Senenin nasıl geçtiğinin hiç farkında olmadım. Ancak dersler kesilince kitaplara sarıldım.

İkinci sınıfa geçtikten sonra askerlik derslerine merak sardırdım. Şiir yazmak hakkında lise hocasının memnuiyetsizliğini unutmuyordum. Fakat güzel söylemek ve yazmak isteği kalıcıydı. Teneffüs zamanlarında kompozisyon alıştırmaları yapıyorduk. Saati ellerimize alıyor, "bu kadar dakika sen, bu kadar dakika ben söyleyeceğim." diye yarışma ve tartışmalar düzenliyorduk.

Siyasî Uğraşlar ve Yeni Fikirler
Harbiye senelerinde siyaset fikirleri başgösterdi. Durum hakkında henüz içe işliyen bir görüş belirleyemiyorduk. Sultan Hamit devri idi. Namık Kemal Bey'in kitaplarını okuyorduk. Araştırma sıkı idi. Genellikle ancak koğuşta, yattıktan sonra okumak olanağı buluyorduk. Bu gibi vatan pervarane eserleri okuyanlara karşı soruşturma yapılması, işlerin içinde bir berbatlık bulunduğunu sezdiriyordu. Fakat bunun içyüzü gözlerimiz önünde tamamıyla belirmiyordu.

Erkân-ı harp sınıflarına geçtik. Alışılmış olan derslere çok iyi çalışıyordum. Bunların ötesinde bende ve bazı arkadaşlarda yeni fikirler ortaya çıkmaya başladı.

Memleketin idaresinde ve siyasetinde fenalıklar olduğunu keşfetmeye başladık.

Mektepte Çıkarılan Gazete
Binlerce kişiden oluşan Harbiye öğrencilerine bu keşfimizi anlatmak hevesine düştük. Okul öğrencileri arasında okunmak üzere mektepte el yazısiyle gazete kurduk.

Sınıf içerisinde ufak örgütümüz vardı. Ben idare kurulundaydım. Gazetenin yazılarını genellikle ben yazıyordum.

O zaman Okullar Müfettişi İsmail Paşa vardı. Bu çalışmalarımızı keşfetmiş. İzlettiriyormuş. Okul Müdürü Rıza Paşa isminde bir zattı. Bu zat Padişah huzurunda İsmail Paşa tarafından hatalı görülmüş "Okulda böyle öğrenciler var. Ya farkında olmuyor, ya gözyumuyor." denilmiş. Rıza Paşa konumunu korumak için kabul etmemiş.

Bir gün, gazetenin gerekli yazılarından birini yazmakla uğraşıyorduk. Veteriner dershanelerinden birine girmiş, kapıyı kapatmıştık. Kapı arkasında birkaç nöbetçi duruyordu. Rıza Paşa'ya haber vermişler. Sınıfı bastı. Yazılar masa üstünde ve ön tarafta duruyordu. Görmemezlikten geldi. Ancak dersten başka şeylerle uğraşmamız nedeniyle cezalandırılmamızı emretti. Çıkarken: "Yalnız izinsizle yetinilebilinir" dedi. Sonra hiçbir ceza uygulamasına gerek olmadığını söylemiş. Böyle hareket etmesinde, kendine yüklenen kusuru ortaya çıkarmamak çabası da olmakla beraber iyi niyeti de yadsınamazdı.

Eskân-ı Harbiye sınıflarının sonuna kadar bu işlere devam ettik. Yüzbaşı olarak mektepten çıktıktan sonra İstanbul'da geçireceğimiz süre zarfında bu işlerle daha iyi uğraşmak için bir arkadaş yerine bir apartman tuttuk. Ara sıra orada toplanıyorduk. Bu hareketlerimizin hepsi izleniyor ve biliniyordu.

Aramıza Giren Hafiye
Bu sırada Fethi Bey namında eski arkadaşlardan subayken askerlikten atılmış bir kişi karşımıza çıktı. Kendisinin yoksul durumundan ötürü yardıma gereksinimi olduğundan, yatacak yeri bulunmadığından söz ederek bize sığındı. Biz de bu kişiyi sahip olduğumuz apartmanda yatırmaya ve yardım etmeye karar verdik. İki gün sonra kendisinin isteği üzerine bir yerde buluşacaktık. Gittiğim zaman yanında saraya bağlı bir de emir eri gördüm. Apartmanda yatan İsmail Hakkı Bey diye anılan bir kişi vardı, derhal götürmüşler. Bir gün sonra da bizi tutukladılar. Fethi Bey meğer İsmail Paşa'nın hafiyesi imiş, bir süre tek başıma hapis kaldım. Sonra saraya götürdüler. Sorguya çekildim. İsmail Paşa, başkâtip, bir de sakallı bir adam hazır bulunuyordu. Sorguda anladık ki gazete çıkardığımızdan, örgüt kurduğumuzdan, apartmanda çalıştığımızdan, kısaca bütün bu işlerden ötürü suçlanıyorduk. Daha önceki arkadaşlar itiraflarda bulunmuşlar. Birkaç ay böyle tutuklu olduktan sonra bıraktılar.

Askerî Hayatımın Başlangıcı
Birkaç gün sonra Erkân-ı Harbiye Dairesine bütün erkân-ı harp arkadaşları çağırdılar. Eşit olarak Edirne ve Selânik'e, yani o zamanki ikinci ve üçüncü ordulara gönderilmemiz kararlaştırılmıştı. Kur'a çekileceğini, fakat aramızda anlaşırsak kur'aya gerek kalmayacağını söylediler. Ben arkadaşlara işaret ettim. Biraz konuştuk. Böylece ufak bir anlaşma sonucunda ikinci ve üçüncü ordulara gidecekleri ayırdık. Bu davranışı aramızda örgüt bulunduğuna kanıt saydılar. Beni Suriye'ye sürgün ettiler. Şam'da bir süvari kıt'asında staj yapmaya memur olunmuştum. O sıralarda Dürzîlerle bir takım meseleler vardı. Dürzîler üzerine askeri birlik gönderiliyordu. Ben de bu arada gittim. Dört ay orada kaldım.

Hürriyet Cemiyetinin Kurulması
"Hürriyet Cemiyeti" adında bir cemiyet oluşturduk. Bunu genişletmek için aldığımız önlemler arasında benim çeşitli askeri sınıflarda staj yapmak bahanesiyle Beyrut, Yafa ve Kudüs'e gitmem vardı.

Böylece hareket ettim. İsimlerini saydığım yerlerde örgütlenildi. Yafa'da, daha fazlaca kaldım. Oradaki örgüt daha kuvvetli oldu. Fakat Suriye'de arzu ettiğimiz derecede gerçekleştirmek olanaksız görünüyordu. Bende işin Makedonya'da daha sert gideceği inancı vardı. Oraya gitmek için çare düşünmekte idim.

Sürgüne ilişkin hakkımda çıkan kararda "araç yardımı ile memleketine gidemeyecek bir yere gönderilmesi" kaydı vardı. Bu nedenle Makedonya'ya gitmek zordu. O sırada bir yanlışlık ürünü olduğuna şüphe olmayan bir izin belgesi elimize geçti. Buna yanlışlık denebilir. Fakat bu yanlışlık şurada burada çalışan komite önde gelenlerinin çalışmaları sonucu olarak icat edilmişti.

Bu belgeye göre izinli olarak İzmir'e gidebilecektim. İşin içinde bir yanlışlık olduğunun meydana çıkacağını değerlendirebiliyordum. Fakat o sırada Selânik'te topçu müfettişi bulunan Şükrü Paşa'nın gayet vatanperver bir zat olduğunu anlatıyorlardı. Kendisine bir mektup yazdım. Kendimi ve amacımı az çok açıkça anlattım. Bu amaçların hızla yapılması Makedonya'ya gitmeme bağlı idi. Kendi nitelikleri hakkında duyduğum şeyler doğru ise yardım etmesini rica ettim. Doğrudan doğruya cevap vermedi. Fakat ne şekilde olursa olsun kendiliğinden Selânik'e gidersem işi gerçekleştireceğini aracıyla bildirdi. İzini cebimize koyduk. Makedonya'ya gitmek üzere hareket ettim. Fakat hareketten sonra konunun ortaya çıkması olasılığına karşı izimi kaybettirmek için önce Mısır'a, sonra Yunanistan'a gittim. Eğer bir bilgi olursa oralardan geçerken Yafa'da bildireceklerdi. Hiçbir şey yazmadılar. Kılık değiştirerek Selanik'e girdim. Bir gece Şükrü Paşa'yı gördüm. Benimle bağlantıdan ürküyordu. Ben ciddî bir dayanma noktası bulmaksızın dört ay kadar Selânik'te kaldım. Bu sırada mektep müdürü Tahir Bey, Hoca İsmail Efendi, Ömer Naci, Hüsrev Sami, Hakkı Baha gibi arkadaşlara amaçlarımı anlattım. Hürriyet Cemiyeti'nin bir şubesini kurdum.

Makedonya'ya Resmen Gönderilme
Selânik'te bulunduğumu İstanbul haber alarak, izlemeye başladı. Oradan tekrar kılık değiştirerek Yafa'ya geldim. O zaman bir Akabe meselesi vardı. Kendimi derhal sınıra memur ettim. Arandığım zaman sınırda olduğumu kantıladım.

Toplam iki buçuk, üç sene Suriye'de kalmıştım. Bu süre içinde her şey unutulmuştu. Makedonya'ya gönderilmek için resmen başvurdum. Sonunda amacıma erişmiştim.

Selânik'e geldiğimde bizim Hürriyet Cemiyeti'nin "Terakki ve İttihat" adını aldığını duydum. Doktor Nazım Bey, Paris'ten Selânik'e gelmiş.

"Terakki ve İttihat Cemiyeti'nin tarihte yeri var. O ad altında çalışırsa daha iyi eder eder" diye arkadaşları ikna etmiş. Cemiyet o ad altında çalışmakta devam etti. Resmi memuriyetim, mareşalin kadrosundaki erkân-ı harbiyesinde idi. Ben bu durumda iken 1324 (1908) senesi geldi ve Meşrutiyet ilan olundu.

Meşrutiyet'ten sonra
Meşrutiyet'ten sonra bütün şahıslar ortaya çıktı. O zamana kadar saf ve temiz çalışıyorduk. Ben herkesi öyle biliyordum. Kişisel gösterişleri çirkin buldum.

Bazı arkadaşların eleştirilmeye değer gördüm. Eleştiriden çekinmedim.
Bu fenalıkları gidermek etmek için ilk düşündüğüm önlem ordunun siyasetten çekilmesi görüşüydü. Bunu diğer arkadaşlar uygun görmüyorlardı. Nihayet 31 Mart Vak'ası oldu. Bu vak'a üzerine Makedonya'dan giden birliğin ve ilk devirde Edirne'den bunlara katılan kuvvetlerin erkân-ı harbiye reisi olarak İstanbul'a gittim. Başta kumandan Hüsnü Paşa vardı. "Hareket Ordusu" ismini ben buldum. O zaman bunun anlamını kimse anlamamıştı. Konu şundan oluşuyordu: İstanbul'a hitaben bir bildiri yazmak gerekmişti. Bunu ben yazdım. Sonra sefirlere hitaben ikinci bir bildiri yazdık. Buna ne imza konulması uygun olduğunu düşündük. Bazı arkadaşlar "Hürriyet Ordusu" dediler. Oysa bütün ordu hürriyet ordusu durumundaydı.

Hareket halinde bulunan kuvvetlerin durumunu göstermek için "hürriyet ordusunun operasyon kuvvetleri" denildi. Ben bu "operasyon" kelimesinin Türkçeye tercümesini düşünerek "Hareket Ordusu" yorumunu kullandım.

31 Mart'tan sonra
31 Mart meselesi halledilince tekrar Selânik'e döndüm. Ordunun cemiyetten ayrılması ve siyasetle uğraşmaması görüşünü bu defa daha kuvvetle ileri sürmeye başladım.

Meşrutiyetin ilanından sonra örgüt kurmak için Trablusgarp'a gönderilmiştim. Her defa orada İttihat ve Terakki Kongresi'ne delege seçiliyor, fakat gitmiyorduk. Bir defa yalnız bu amacı anlatmak için gittim. Amacımı kabul ettirdim. Fakat başarı yalnız kongrenin kuramsal kararında kaldı. uygulanmadı. İttihat ve Terakki'nin bazı kişileri ile aramızda Meşrutiyet'ten sonra başlayan fikir ayrılığı son derece şiddetlendi ve tamam bu ana kadar devam etti.

Bundan sonra yeni ordu örgütlenmesi yapıldı. İzzet Paşa Erkân-ı Harbiye Reisi idi. Ben bu örgütte Selânik kolordusu Erkân-ı Harbiyesi'ne küçük rütbede bir subay göreviyle katıldım. Henüz kolağası rütbesinde idim. Ordunun eğitim ve öğretimi ile uğraşıyordum. Bu görevde sözlü ve yazılı pek çok eleştiriler yapmak zorunluluğu doğuyordu. Bu eleştiriler özellikle eski kumandanları incitiyordu. Bunun, benim harekete geçmekten çok kuramcı olduğumdan ileri geldiğine kapılarak cezalandırma gibi 38'inci piyade alayına kumandan yaptılar. Bu tâyin kızgınlık yüzünden bir yargılamaydı. Alay Kumandanlığı'nı yaptığım sırada, Selânik'te bulunan bütün garnizon birliklerin, alayın tatbikatına kendiliklerinden katılmaya başladılar. Verilen konferanslara diğer zabitlerin katılımı görüldü. O zaman Selânik'te bu faaliyetten şüphelendiler. Beni Mahmut Şevket Paşa aracılığıyla İstanbul'a çağırdılar. Erkân-ı Harbiye-i Umumiye'de bir göreve tâyin ettiler.

Selânik'te bulunduğum sırada Arnavutluk harekatıyla meşgul olmuştum. Önce Şevket Turgut Paşa memur iken Mahmut Şevket Paşa bizzat Arnavutluk harekâtını ele almıştır. Beni de erkân-ı harbiye reisi diye beraber götürdü.

Trablus ve Balkan harpleri
İstanbul'a çağırıldığım sırada İtalyanlar Trablusgarp'a hücum ettiler. Ben de isim ve kıyafet değiştirerek bazı arkadaşlarla beraber Mısır'a oradan Bingazi taraflarına gittim. Bir sene kadar devam eden harp sırasında Bingazi Kuvvetleri Kumandanlığı'nda bulundum.
Asıl memlekette de Balkan Harbi başlamıştı. Bulgar ordusu Çatalca hattına ve Bolayır'ın kuzeyine) geldiği bir sırada İstanbul'a döndüm.

Umumî harp
Bu senenin bitiminde Dünya Savaşı ilan olundu. Yapılmış olan başvuru ve isteğim üzerine Tekirdağı'nda henüz oluşturulan 19'uncu fırkaya kumandan oldum. Arıburnu'nda, Anafarta'da bulundum. İngilizler çekilip gittikten sonra bir ay Edirne'de 16'ncı Kolordu ile kaldım. Sonra Kolordu Kumandanı olarak Diyarbakır ve havalisine gittim. Orada yaptığımız mühim muharebelerden biri, Bitlis ve Muş'un Ruslardan kurtarılmasıdır.

Harbin son safhasında
Harbin son aşamasında bazı fikirlerim kabul edilmeyince kumandayı da geri çevirerek, İstanbul'a döndüm.

O sıralarda idi. Veliahd ile birlikte Alman Genel Karargâhına gittik ve Alman batı cephesinin bazı aksamını gördük. gözlemimden Hindenburg ve Ludendord ile mülâkatlarımdan sonra eski isteklerimdeki doğruluktan daha çok emin oldum.

O zaman oluşan son inancım, Dünya Savaşı'na katıldığımızda ilk anda söylemiş olduğum fikrin aynı olarak ortaya çıktı.

Bu seyahatten hasta olarak İstanbul'a geldim. İstanbul'da bir iki ay tedavi gördükten sonra tedavi amacıyla Viyana'ya gittim. Orada sanatoryumda bir ay yattım. Bir süre de Karlsbat'da kaldım.

Diğer taraftan Sina cephesinde, benim zamanında raporlarda ayrıntısıyla açıkladığım felaket aynen meydana geldi.

Bunun üzerine Falkenhayn Almanya'ya çağırıldı. Yerine Liman Von Sanders memur edildi. Birkaç gün sonra iki Alman generalinin yanında huzura çağrıldım. Maksadın beni tekrar yedinci orduya göndermek olduğunu öğrenmiş bulunduğum için yalnızca kabul edilmek arzusunu belirttim. İlk davette ısrar gösterildi ve bana, yedinci orduya kumandan tayin edildiğimden sadece yapacağım hizmetlere ilişkin talimat verildi. Bu talimat, bana verilen, görev ve yetkiyle yapılamaz idi. Ancak bunu anlatmaya da olanak yoktu. Sonuçta zamanında istifa etmiş olduğum 7. Ordu Kumandanlığı'na tekrar başlamak üzere Nablus'a gittim.

Ateşkesten sonra
Aynı sıralarda ateşkes imza edilmişti. Daha Halep'te iken, derhal kabineyi değiştirmek ve yerine isimlerini açıkça söylediğim kişilerden oluşan bir kabine geçirmek gereğini ve aynı zamanda benim İstanbul'a çağırılmamın faydalı olacağını açıktan açığa İstanbul'a bildirmiştim. Gerçi kabine olumlu buldu, fakat benim İstanbul'a çağırılmam gerekli görülmedi. Nihayet bu kabine de düştükten sonra İstanbul'a gittim.

İstanbul'a varışımda benim açımdan durum şu idi: Meclis-i Meb'usan nasıl hareket etmek lazım geleceğinde kararsız bulunuyordu.

Yeni düşmüş kişiler ve yetkililerle ayrı ayrı görüştüm. O zaman düşündüğüm şey, her anlayışı tatmin ederek memleket savunması için kuvvetli bir durum oluşturma yönünde idi. Fakat bu düşünce üzerinde gerektiği kadar çalışmaya zaman kalmadan Meclis'in dağıtılmasına tanık olduk.

İstanbul vatan savunmaya çalışan kimselerinden çeşitli adlar altında programlar ve partiler oluşturarak kurtuluş yolu aranmakta idi. Bunların her birini ayrı ayrı inceledim. Hiçbiri bir inandırıcı güce dayanmıyordu. Bundan ötürü hiçbiriyle işbirliğinden bir sonuç beklemedim. Kuvvet onayının doğrudan doğruya millet olacağı düşüncesi bende pek güçlü idi.

İstanbul'dan ayrılmak kararı
İstanbul'da meydana gelen olaylar, yapılan girişimlerden, özellikle durumun ağırlığından ve felaketinden milletin haberi yoktu. İstanbul'da oturup milleti haberdar etmek olanağı da kalmamıştı. Bu nedenle yapılacak şeyin İstanbul'dan çıkıp milletin içine girmek ve orada çalışmak olduğuna karar verdim. Bunun uygulama şeklini düşündüğüm ve bazı arkadaşlarla görüştüğüm ettiğim sırada idi ki hükümet beni ordu müfettişi olarak Anadolu'ya göndermeyi teklif etti. Bu teklifi derhal sevinçle kabul ettim ve tam Yunanlıların İzmir'e girdikleri gün idi ki İstanbul'dan ayrıldım.

Benim düşündüğüm şu idi: Her tarafta çeşitli adlar altında birtakım oluşumlar başlamıştı. Bunları aynı program ve aynı ad altında birleştirerek bütün milleti ilgilendiren ve bütün orduyu da bu amaca hizmet eder kılmak gerekiyordu. Anadolu'ya girdiğim zaman, daha ordu müfettişi görev ve yetkisi üzerimde iken, bu noktadan işe başladım ve bu amaç az zamanda ortaya çıktı.

İzlediğim çalışma şekli İstanbul'da anlaşılınca beni İstanbul'a çağırmak istediler. Gitmedim. Sonuçta da istifa ettim.

Bir vatandaş olarak Erzurum Kongresi'ne iştirak ettim. Erzurum Kongresi'nde belirlenen esasları bütün memlekete yayma amacıyla Sivas'ta da bir kongre gerçekleşti. Bu kongrelerin oluşturduğu Temsilciler Heyeti adındaki heyetle kongrelerin temel ögelerini belirledik.

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları eglen sohbet reklamver