Konu: Hayat!
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 29 Haziran 2008, 20:47   #1
Nickolas
Guest
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Hayat!




Bu yazdıklarım beni tatmin etmedi ama... Daha fazlasını yazacak kadar pek taakatim yok. Mümkün olduğu kadar da kısaltmaya çalıştım.

Bu yazı da. Sadece benim gözümden Hayat ve Aile...


Ah Hayat...

Hayat... hayat... hayat... Ama ne hayat...

Gözlerini dünyaya ilk açtığında hiç birşeyin farkında değilsindir. Bomboş bir beyaz tahta gibi yazılmaya hazır beynin, daha ilk saniyeden itibaren yazılmaya başlar.

Etrafında seni seven bir yığın insan vardır. Seni dünyaya getirmeye aracı olan bir bayan... Seni kollarının arasına aldığında ki gözlerinde oluşan o parıltıdan, minicik gözlerin kamaşır. Bağrına basar seni, sever sayar... Hiç birşeyin farkında olmasan dahi, sana sadece güvende olduğunu hissettirir. Onun yanında ağlamazsın.

Sonsuzluk kavramı nedir bilmesen dahi, o an... hiç bitmeyecekmiş gibi gelir.
ve sonra... Zamanın soluksuz hızlı akışı seni de bulur... Büyümeye başlarsın. Bazen hasta olursun, bazen yaramaz... Bazen çok uysal.. Bazen keyifsiz. Ama gerçekten birşeyi anlamaya başlayana kadar 3 şeyi yapmaktan hiç bir zaman vazgeçmezsin. Ailene olan bağlılığından, birşeyi almak için verdiğin azimden ve her ne olursa olsun her zaman yapacak birşeyler bulmandan...

Zaman hızla devam etmektedir. Artık karşında, şımarmayasın diye sana sevgisini göstermeyen bir anne ve babayla karşı karşıyasındır, şımarmanın kelime anlamından da habersizken. "Onu yapma! Şunu yapma! Bu üstünün hali ne! Başıma nerden geldin ki!" gibi yüksek frekanslı ses titreşimlerinin ardından gelen, yüzündeki sinir uçlarını; gözünden yaş gelircesine uyarabilen el darbeleri... Daha hiç birşeyin farkında bile değilken yaptığın 3 şeyden yavaş yavaş soğumaya başlarsın... Sürekli birşeylerle uğraşmak yerine, devlerin oturduğu kadar büyük olduğunu düşündüğün evinin bir köşesini kendine ayırır ve orada düşünmeye dalarsın. ve sen yine farkında olmasan da... Bu hayatın sana hoş geldin hediyesi gibidir. İleride karşılaşacaklarınla, o an yaşadıkların hiç birşey gibi görünse de, Hayat seni kendine hazırlıyor gibidir. "Hoş geldin evladım... Sen de hoş geldin..."

Zaman hızla devam etmektedir. Okula ilk başlayacağın günün arefesidir. Annen önlüğünü ütüler ve yatağının başucuna koyar. Ablan okula döneceği için çok heyecanlıdır ve sana sürekli "canım okul açılıyor yarın oleyyy" der. Sen de her defasında "üff, banane" dersin. İçinde en ufak bir heyecan dahi yoktur. Okul günü gelir... Okula gidersin. Daha ilk günden sınıfta öğrenciden çok velinin olduğunu görürsün. Fakat senin velilerin, yanında değildir. Hatta bunca velinin gelmesini dahi gereksiz bulursun. Belki kıskançlığın ne demek olduğunu gerçekten o an anlarsın. Hatta senin olmayan birşeyi kötülemeyi... Ama sonrasında da bunun yanlış olduğunu... (Bazen düşünürüm de... İnsanların Felsefeyi seçme konusundaki seçimleri acaba bu yıllarda mı başlıyor diye...) Bundan sonraki 5 seneni geçireceğin kişilerden birçoğu, ders başlarken velilerinin bırakıp gideceklerini söylemeleri üzerine ağlamaya başlar. Bu durumu komik bulur ve ablanın sana söylediği talimatları yerine getirmeye koyulursun. Klasik öğretmeni bekleme durumu... Kalem, defter çıkart. Kollarını bağla ve öğretmenini bekle. Zamanı gelir harfleri yazmayı öğrenmeye çalışıyorsundur. Öğretmenin, tüm harfleri 2 sayfa büyüklü küçüklü yazmayı eve ödev verir. Eve gelir gelmez bu kolay ödevi bitirirsin. Akşam eve baban gelir. Ödevini kontrol etmek ister. "Oğlum bu ne!" dedikten sonra, "Getir kalemi! beraber çalışcaz" der... Beraber çalışmaya başlarsınız. b 'nin sap kısmını dosdoğru çizemediğin her çizgi için bir tokat, belki de yumruk yersin. Belki de bu işin önemini hatırlatmak için yapılmış bir mesajın, mesaj olduğunu dahi anlayamayacak kadar şaşkın ve gözleri yaşlı bir şekilde, içinden kaleme ve ödevi veren öğretmene o ana kadar öğrendiğin en büyük küfürleri (aptal, salak, manyak) ederek doğru bir b harfi çıkarmaya çalışırsın. Artık yatana kadar kimseyle konuşmazsın. Sürekli düşüncelerinde tekrarlanan kelimeleri duyarsın. "Okuldan nefret ediyorum!.." Gece de uyuyamaz, o tarafa bu tarafa dönersin. Bir ses duyarsın gece... Baban odasından annenle konuşarak dışarı çıkmaktadır. Ne dediklerini anlamazsın. Ama dosdoğru adımların şiddeti artmaktadır. "Yoksa yine mi ödev çalışacağız, yine mi dövecek!" O korkuyla gözlerini kapar ve uyumuş numarası yaparsın... Baban başucuna gelir, saçlarını okşamaya başlar. Birden tüm herşeyi unutur ve o başlarını okşarken ki hissettiğin güvenin tadını çıkarır ve gerçekten uykuya dalarsın... Fakat zaman geçtikçe anlarsın ki... Ne ödev kontrolleri biter... Ne uykusuz geceler... Ne de bitmez tükenmez ve asla bitmeyecek tükenmeyecek olan sessizliğin çığlıkları...

Zaman yine hızla devam etmektedir. Arada ailenle çok olaylar yaşamışsındır. Artık birçok şeyin farkında olmaktan da ötesindir. Fakat çocukken bağlı olduğun 3 şey artık hayatının bir parçası olmaktan çok uzaktır. Yalnızca kendi başına olurken gülüp, eğlendiğin zamanları artık uzak bir hayal gibi hatırlıyorsundur. Ailenle aran hiç olmadığı kadar kötüdür. Kendini o ana kadar hiç hayalini bile kurmadığın okulda ve bölümde bulursun... ama yine de önemli olan eve gittiğinde aradığın huzurdur. Böyle geldi ama böyle gitmez! diyerekten ailenle kendin için nasıl bir çözüm bulabilirsin, onu aramaya koyulursun. Bakarsın ki çevrendeki dostlarında aynı sorunlardan muzdariptir. Bir süre eli kolu bağlı bir şekilde,
aynı senaryoları tekrar tekrar yaşarsın. Belki hiç bir zaman çözüm bulamayacağını anladığında, Messenger Listende bir başlık dikkatini çeker. Ünlü bir yazarın Sapanca 'da aile ile ilgili vereceği bir konferansın yeri ve zamanı! İşte budur! der ve tarihi heyecanla beklersin... Gün gelir... İstanbul 'dan Sakaryaya konferans için gider ve beklemeye başlarsın. Yazarın anlattıklarından çok etkilenirsin. Notlar alırsın... Yazdığın notlardan çıkarak tüm konferansı kağıda döker arkadaşlarına paylaşırsın... Fakat tüm bunları yaparken de farkedersin ki... "Bu konferansta ben değil... Onlar orada olsaydı işe yarardı!" Fakat konferanstan aldığın ilhamla bir kaç plan kurarsın kafanda. Aileni tanıyorsun biliyorsun! Onların huyuna suyuna gidecek şeyleri yap! Her ne kadar sana ters konularda olsa! Bunun işe yaradığını görürsün. Sen onlara bir adım gidersin, onlar sana on adım birden gelir. Artık eve geldiğinde nefret dolu iki gözden çok, hal ve hatırını soran kendi halinde olan bir aile vardır... ama hani derler ya... "Güzel denilen herşeyin sonu çabuk gelir..." Bu söze her ne kadar karşı gelsen de her insan senin gibi direkleri ayakta tutmaya meraklı değildir.

Zaman yine hızla devam eder ve artık yakın bir zaman öncesini hatırlamaya başlarsın. Yakın bir zaman önce hoşlanmadığın, sevmediğin okulu 1 sene uzatırsın. Ardından baban onlarca lafın ardından "Bundan sonra ben senin baban değilim, ne yaparsan yap" diyerek babalıktan vazgeçer... İşte dersin... Daha %5 'ini bile kağıda dökmeyi beceremediğin olayların sonu budur... Ailenle arana asla ve asla dünyevi olayların girmesini istemezdin. Ama girdi işte... ve o an artık sen de patlarsın!. Bu zamana kadar saygıda kusur etmediğin, tek bir kere bile karşılık vermediğin baban olacak zat-ı muhterem artık baban olmadığını söylemişti... O halde artık kime saygı duyup da, karşılık vermeyip de içine atma lüksünü gerçekleştirecektin?
Kim için? "Pekala! Nasıl istersen!" dersin... Arkandan laflar ardı ardına devam eder... Döner artık sen de karşılık verir söylemde bulunursun... Normalde böyle bir olayın ardından en az üç gün boyunca üzülür acaba nerde hata yaptım diye iç muhasabe yaparken, aksine... Bu olayın ardında çok az karşılık versen de inanılmaz bir derecede rahatlarsın! Ama yine de gece uyumaya çalışır, uyuyamazsın... Yine de düşünürsün... Hiç bir zaman sigara içmemişsindir ve asla içmeyeceksindir. Alkol kullanımın yoktur. Etrafına karşı saygılı ve seviyelisindir. Sevmediğin okulu okumak istemediğin için gittiğin okulu uzatmak bir babanın babalığından vazgeçmek için yeterli sebep olabilir mi? Bunca emeğinin boşa gittiğini mi düşünüyordu acaba? Ama sen zaten okula başladığının 2. senesi okulla birlikte part-time bir işe girmiştin. Babanın üzerindeki maddi yükünü ilk 2 sene için %80 almıştın! Son 2 sene için yetişemediğin durumlar harici en ufak bir maddi yükün zaten yoktu! Neye bu kadar içerlemiş olabilirdi? Bu zamana kadar gelip bir sıkıntını bir derdini mi gelip sormuştu? Sadece derslerin nasıl, notların ne durumda demek babalık görevlerini yerine getirmek miydi? Ya da oğlun üzerinde tam bir otorite kurup, ona her istediğini (oğlun yanlış olarak değerlendirse de) yaptırıp ego tatminliği miydi? "Olsun! Yine de o senin babandır!" diyecek olan arkadaş sıfatındaki arkadaşlar! Baba olmanın ölçüsü nedir?

Tüm bu düşünce krizlerinin bittiğinin ardından, birşeyleri susup içine atarak, fiili dua etmek yerine; o zamana kadar seni sıkan şeyleri aşmak için
tamamiyle kağıda dökersin... ve biraz sonra atacağın noktanın son olmayacağını bilerek içerlersin... ve noktayı şimdilik koyarsın... (.)!

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları eglen sohbet reklamver