Yağmur yağıyor.
Ve yere düşen her bir damlanın çıkardığı hoş ve tatlı ses,
beynimin en ücra köşelerine kadar işliyor,
kalbimin taşlaşmaya yüz tutan noktalarına serpiyorum.
Sonsuzluğa dalmanın hazırlığı içinde bir an gözlerimi kapıyorum.
Gözlerimi açtığımda pencerenin kenarında,
karşı binanın çatısında kanatlarını açmış,
yağan yağmurla duş yapan bir kuşla karşılaşıyorum.
Daha da artan sağanak yağmura aldırış etmiyor.
İçimde bir an bir inkılap doğuyor.
Delicesine sağanak yağmurun altında koşmak.
Kime mi, neye mi, niçin mi? Hiç düşünmeden yokluğa, meçhule...
Nasıl ulaşacağımı bilmediğim özgürlük sevdası için.
Dalgalarıyla sahilleri döven deniz kadar sebepsiz.
Fakat bir anlık.
Karşı binanın duvarlarına senelerin tozları dökülmüş.
Her zaman münzevileşen, her zaman ölüme daha da yaklaşan bu bina.
Yağmur bu tozları yıkamak, silmek istiyor.
O da biliyor bunun imkansız olduğunu ama bir çaba.
Belki de bir sevda. O da biliyor Ferhat'ın dağları deldiğinin koca bir yalan olduğunu!
Yağ yağmur yağ! Gönül ister ki hiç durma.
Fakat her aşkın bir bitişi, her fırtınanın bir dinişi,
her mumun bir sönüşü olduğu gibi sen de bizi bırakacaksın.
Dirilttiğin anılar yeniden cesetleşecek.
Özgürlükmüş, sevgiymiş, aşkmış. sensiz hiçbir anlamı yok bunların.
Hepsi sana muhtaç.
Ben bile...