TABUTUMA DÜŞTÜ KÜLÜM
En hüzünbaz anında yüreğimin,
Yedi damla yaş düştü gözlerimden.
Ve kapayıp gözlerimi,
Buhranların mateminde,
Kaldım firarlara gebe.
Serap olup ta düşmek var mıydı? çöllere.
Oysa,bir deli ırmaktım,
Voltasında rüzgarın.
Bir cıgara ateşinde,
Tütüyordu efkarım.
Şimdi korkudan yana adımlarım ,
Buzdan bir çerçevede bakışlarım.
Hangi yol sana çıkar,
Ben;
Hangi çıkmaz sokaktayım...
Hasretinde,
Karanlık gecelere,
Vurdum umarsızca kendimi,
Yarı çıplak,hecelerle kurdum cümlemi.
Her soluk sen oluyordun,
Her bakışta nazarın.
Hiç aklımdan çıkmıyor,
Düşümdeki baharın...
Sen sevdalarımın tek sebebi
Geçmişim geleceğim iki gözüm.
Bir vuslat arzusunda,
Tabutuma düştü külüm...
Bu ne kutsal aşk ki,
Yandıkça yanıyor ciğergahım.
Kızgın yas gecelerinde,
Göğe yükseliyor ahım.
Hangi yürek dayanır,
Bu onulmaz bekleyişe,
Çare buldu mu? Lokman,
Bu çıldırtan hasrete.
Şimdi;
Aramızda kabir,
Aramızda Azrail,
Sura ne zaman üfler bilinir mi? İsrafil.
Biliyorsun...
Senden gayrı kimseye,
Vermedim muhabbeti.
Senden gayrı kimseyle ,
Etmedim aşk ticareti.
Bak dolu dolu gözlerim,
Dilimde takıldı sözlerim.
Belki;
Galeyana geldi,
Yokluğunda hissiyat,
Hasretindi tüm gücüyle,
Yüzüme vuran tokat...
Kaç demin çırası aşkına sözüm
Kanatsız bir kuşun yüreğine düştü külüm.
Ben kapında kıtmir,
Ben bir garip canım.
Benim kölesi nefsin,
Benim sesi direnişin.
Kaç zamandır dilimde,
Vuslatımdır dedim ölüm.
Otuzumda; Benden önce,
Tabutuma düştü külüm...
ADIMLA NASIL BERABERSEM
hacet yok hatırlatmasına seni hatıraların
bir dakika bile çıkmıyorsun aklımdan
koşar gibi yürüyüşün
karanlıkta bir ışık gibi aydınlık gülüşün
hacet yok hatırlatmasına seni hatıraların
uzak uzak yıldızlarla çevrilmiş kainatın
karanlık boşluklarında akıp giderken zaman
adımla nasıl berabersem öylece beraberiz
seninle her saat seninle her dakika seninle her saniye
gönlümüz mutluluğa inanmış olmanın gururuyla rahat
koltuğumuzun altında birer dinamit gibi kellemiz
ve sonra her zaman her ölümlüye
aynı şartlar altında kısmet olmıyan
gerçekleri görmenin aydınlığı alınlarımızda
hacet yok hatırlatmasına seni hatıraların
sen bana kalbim kadar elim kadar yakınsın
Sessizce
sessiz gidişinde bir şiir saklıydı
gözlerin toprağı kıskandıracak kadar toprak
yerin demir göğün bakır olma ihtimalinin
sıfır olduğu günlerdeydik
biz sana güneş kokulu günler
biriktiriyorduk içinde başrol oynadığın
sen hayaller yazıyordun
sırtın yaslı kıraç topraklardan
içinde bir kilit bir de demir kapı
oysa sahipsiz günlerin
ganimetiydi kirli bir gülücük
bir de yarım kalan buse
şimdi yokluğun da bitmemiş cümleleri
topluyoruz bir bir
paslı dolapların sırdaşı olan
ve yangında ilk kurtarılması gereken sözcüktü aşk
yaşam alanı yangın olan
Azat Ettim…
Azat ettim seni.
Git gidebildiğin kadar…
Kırdım bütün kapılarını,
Söktüm demir parmaklıklarını,
Açtım gönül penceremin kanatlarını…
Uç uçabildiğin kadar.
Dönüp dönüp bakma ardına…
Bilirsin dayanamam bakışlarına.
Hadi git!
Veda busesi koymana gerek yok, alnımın orta yerine.
Git gidebildiğin kadar,
Uç uçabildiğin kadar.
Sen bahara yakışırsın.
Kır çiçeklerinin olduğu yerlere…
Rengârenk kelebek kanatlarına,
Ancak çiğdemler yakışır.
Ben yüce dağ başlarında kar gibiyim,
Kuru bir ağacın kuru dalları,
Ya da sıvasız bir duvar gibiyim.
Mağaralarda saklarım düşlerimi,
Yarasalar yoldaşım,
Akrepler sırdaşım,
Yılanlar arkadaşım…
Sen aldırma benim yağmur bulutlu gözlerime.
Onlar, senden geriye kalan közleri söndürmek için nöbet bekler.
Hadi git dedim.
Boşalt senden yana ne varsa içimde.
Çaktığın çivileri birer birer sök.
Oluk oluk aksa da sevda pınarımın gözyaşları,
Sağanak yağan yağmurlardan say.
Sanki bir ağustos sıcağında düşle kendini,
Yıldız ol gökyüzünde birer birer kay.
Git dedim.
Alabildiğine…
Uçsuz bucaksız okyanusların rıhtımında bekleyenler var seni.
Rotanı bilmeyen bir kaptan gibisin,
Sürükleme arkandan beni.
Boşalt dedim ya içimi,
Yalnız bırak bana gövdemi.
Dostların kaldıracağı bir şeyler olsun.
Sustur artık dilini,
Yum gözlerini,
Bakma öyle ne olursun…
Git artık.
Azat ettim seni.
Gelme bir daha buralara…
Bulamazsın bahar yüzlü kimseyi.
Bizim kıştır mevsimimiz artık.
Beyaz gördüğümüz her şey dağ başlarında kar gibidir.
Ne düşlerimizde, ne hayallerimizde;
Kır alttı prensler, beyaz gelinlikli kızlar göremezsin.
Bir ses bekleriz çığ gibi yuvarlanmak adına,
Bir güneş bekleriz sıcaklığında erimek için,
Bir sıcaklık değdi mi bağrımızın orta yerine;
Su oluruz, kır çiçeklerinin ayak diplerine…
Hadi git.
Azat ettim seni.
Çabuk unutursun…
Önümüz ilkbahar…
Rengârenk çiçekler açar gönül bahçende,
Kelebek kanatlarınla bir oraya bir buraya uçarsın.
Artık özgürsün.
Doyabildiğince yaşa,
Doyabildiğince uç,
Doyabildiğince sev…
Sakın bir daha kapılma kara-kışa.
Şimdi taze sürgün filizler bekliyor seni,
Zaten hiç anlamamıştın beni.
Git dedim.
Alabildiğince, uçabildiğince…
Senden yana bir şey kalmasın geride.
Zemheri soğuklarında donmayasın.
Kırağı düşmesin gecelerine,
Menekşeler gibi solmayasın.
Kıyamam senin mahzun duran bakışlarına,
Hadi git.
Allah aşkına…
Savrulup Gittiği
Bir şeyim gibi yakındı onu hiç görmedim
Esmerdi, yapılıp bozulan bir yüzdü
Akıldan yaşanır bir yerlerde
Durgun söğütlerin gölgesinde gizli
Güçsüz yapımızdan gittikçe taşlar
Eksilir ikili düzenlerde
Uzakta bir dağ kurşundan
Yalnızlığın katması beklenirdi
Ürkütülmüş ince iplikleri
Esmerdi, yapılıp bozulan bir yüzdü
Ne saat istenir rüzgar esmesin
O saat olurdu savrulup gittiği
Bendeki kararsızlığı mı soruyorsun dostum.
Bendeki ne bir yalnızlık öyküsü,
Ne de bir hasretlik türküsü.
İçimde dünden kalma hayallerle,
Bocalayıp duran bir sitem sadece.
Kararsızlıklar bütünü dünyada.
Umutsuzluk tarlası rüyada.
Ha battı batacak durgun deryada.
Tek başına kalan bir sitem bu sadece.
Solgundur, bugün burada yarın nerede.
Hep yalnızlıklarladır, işi olmaz neşede.
Dibi delik testi gibi durur bir köşede.
İçi hiç dolmayan bir sitem bu sadece.
Yılların çilesi sarmış sanki üstünü.
O bu dünyanın en berduşu en küskünü.
Nerde be dostum mutlu bir günü.
Yarını olmayan bir sitem bu sadece.
Dokunmaya gelmez hemen kırılır.
Mutluluk varken yalnızlığa sarılır.
Bu kadarı yeter fazlasına darılır.
Gülücüğü kalmayan bir sitem bu sadece.