Tekil Mesaj gösterimi
Alt 15 Ekim 2006, 23:35   #5
Çevrimdışı
Mlock
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Sevda Pınarı.




Tan yeri yeni ağarıyordu. Etrafta ipek gibi yumuşak; gök rengine yakın aydınlık vardı. Altay bu yıl şehirde liseyi yeni bitirmişti. Hem öksüz, hem de yetim olan arkadaşı; Akpar’la akşam üstü obaya gelmişlerdi. Hal hatırlardan, izzeti ikramlardan epey sonra uykuya varmışlardı.
Gözünü açtığında, annesi: ”Oğlum Altay, göç hareket edecek, yoksa burada kalacaksın” diye omuzlarından sarsıyordu. Keçeleri alınmış çadırın üstünde tek tük kalmış yıldızlar gözüküyordu. Böğüren buzağılar ve sığırlar, kişneyen yılkı ve kulınlar, meleyen kuzu ve oğlak ile keçiler, havlayan köpekler, çökmek istemeyen develer ve onlarla uğraşanların sesleri bir birine karışıyordu.
Gözlerini ovarak kalktı. Neler oluyor dercesine etrafta bir şeylerle uğraşanlara baktı. Erkekler, atları eyerlemekte, develere yük vurmaktaydılar. Göçebeliğinde kendine göre yol ve yordamları vardı. Her şey bir usule göre sırayla, yerli yerinde yapmak gerekirdi. Oba yazın yaylağa, kışın kışlağa giderken bu ve buna benzer güzellikler yaşanıyordu. Çelimsiz ve sıska olan Yatsen, bütün çabalarına rağmen; yükünü yükleyemiyor, söyleniyordu.
“Ey ulu Tanrım! Ben ne yaptım sana? Beni eziyetlere düçar ediyorsun. Madem ki, fakir yarattın, hiç olmazsa niye kuvvetli yaratmadın?” Üstelik yardım edecek ne oğulları, ne de kızları vardı. Ağlayarak oturdu. Etraftakiler gülüştüler. Yardımına koşarak, yükünü yüklediler.
“Zavallı Sengül, kocam var diyorsun, Tanrı seninkini yaratırken aceleye gelmiş, karıştırmış” diye takıldılar. Altay lafa karıştı.
“Abla, eniştemin zenginliğine ne oldu?”
“Ee, yavrum, gayret olmayan yerde mal durur mu? Ter kokarak işten, kan kokarak düşmandan gelmeyen zavallı eniştenin her şeyi gitti, bitti.” Kuvvetli ellerinden ve dilinden iş gelen Sengül Hanım ablaya, halsiz, çelimsiz bir erkekle evliliğine bir türlü akıl erdiremiyordu. İşin ilginç yanı Enişte, erkeklik taslayarak; kamçıyla Sengül’e vurduğunu, kocasına hiç karşı gelmediğini de görürdü.
“Abla, şu sıska herife kaçmadan bir yumruk atsan olmaz mı? Sözüne gülen Sengül Hanım. “ Ne olursa olsun, Tanrımın bana sahip ettiği yarim değil mi? Karşı gelirsem hem Tanrıya, hem de töreye karşı gelmiş sayılırım. Günahtır. Ayıptır” derdi.
Yılkılar ve büyük baş hayvanlar göçün önünde, koyun ve geçiler arkadan gidiyorlardı. Kazak hanımları en iyi elbiselerini göç gününde üzerlerine giyerlerdi. Yaylayı sadece hayvanlar değil, gençlerde çok özlüyordu.
Bütün yayla halı tüyü gibi düzgün ve yemyeşildi. Tepelerdeki çam ağaçları tablo gibiydi. Yan tarafta derin dere ve çağlayan vardı. Yaylaya varılınca, yükler indiriliyor, çadırlar kuruluyordu. Altay’la ana baba, aile sevgisinden mahrum büyümüş olan Akpar, yemyeşil otların üzerine uzanmış konuşuyorlardı. Akpar :
“Hayvanlarda vatanını özler değil mi?”
Altay: “Bu kadar tabi güzellik karşısında insan bile yemeden içmeden sarhoş olması akla gayet yatkındır. Kazakların yaylaya neden, bu kadar aşık olduklarına şaşırmamak gerek. Cennet gibi yaylanın tadını alan Kazak, tabi ki ovada duramaz. Bu atalarımızdan kalan adetlerimizdir. Şehirdeki zenginlere altın versen yaylaya çıkmazlar, yaylanın güzelliğini bilmezler. Böyle yerlerde yaşayıp büyüyen herkesin; ozan olması doğal değil midir?
Akyar: “Güzel havalarda, tabi güzellikler arasında, dert ve üzüntüden uzakta yaşayan insan; şair olmasında ne yapsın? Kazaklar kımızı da çok içerler değil mi?”
Altay: “Kımızın iyi olması, kazak hanımlarına etrafta şöhret yaptırır. Devamlı karıştırılan kımız iyi olur. İçenleri sevindirir. Kımız susuzluğu gidermek için değil, milli gıda olduğu için saatlerce oturarak içilir. Hatta kemerlerini çözenler, dışarıya gidip gelenler bile olur. On iki yaşını geçen her Kazak erkek, atsız yaya gezmesi ayıp sayılır, dolaşan dilenci Kazaksa bile atla dilenir. Yarım saatlik yola gitmek için atla gitmeye, yarım gün at beklenir, töre böyledir.”
“Şu kız meselesini konuşalım mı?”
“Hangi kız?”
“Balım Kız'ı… Yoksa unuttun mu?”
“Başka iş yokta Balım Kız'ı mı düşünelim? Balım Kız güzelse senin için güzel, benim için alelade bir kız… ”
“Hakikaten öylemi düşünüyorsun?”
“Üzülme, şaka yaptım. Balım şahane kız… Benim muhabbet hakkında bilgim yok. Aşık olmayı Tanrı benim için yaratmamış.”
“Biraz acele hüküm değil mi?”
“Yok. Doğrusu bu… Ne hikmetse, yakışıklı, süslenen birini görsem nefret ederim.”
“İhtilalciler hep böyledir.”
“İhtilalci kim? Ben kim? Yetim kalmak, hiç sevgi-şefkat görmemek beni böyle yaptı. Çocukluğumda hiç kimse severek, bir defacık olsun beni sevindirmedi. Senelerce onun bunun kapısında büyüdüm. Çöplüğe atılanları toplayarak yediğim zaman çok olmuştur. Tabi sen aç kalmayı, sevgi ve şefkate muhtaç, sığınacak bir yeri olmadan yaşamayı bilmezsin. Zavallı kalp, kendinde olmayanı nasıl bulsun? Sevgi havadan düşmez. Yeşil ot, güneşin nuruyla büyüdüğü gibi, insan da, ana-baba etrafında sevgi ve şefkat neticesinde büyüyerek olur. Kalbim, hiç aydınlık görmeyen bir mağara gibi… Senin dostluğun beni biraz insanlara ısındırdı.”
Altay : “Üzülme göreceğin, yaşayacağın daha çok şey var. Tanrıya şükret ki elin ayağın sağlam, boylu boslusun üstelik de tahsilli birisin. Seninle evlenecek güzel de bir yerde kendini hazırlıyordur.”
Balım Kız'ın avılları da bağırmakla duyulacak kadar bir yerdeydi. Akşam üstü Bahtiyar Bek’in adamlarından biri gelerek “Obaya davet edildiklerini” bildirdi. Hazırlıklar yapıldı. Atlara binilerek Bahtiyar Bek’in avıllarına gidildi. Bahtiyar Bek gelenleri “Hoş geldiniz, konakladığınız yer uğurlu olsun” diyerek kapıda karşıladı. Duası yapılarak kesilen koyunun eti tereyağıyla saçta kızartılarak gelen konuklara ikram edildi. Altay’ın gözleri Balım Kız'ı aradı durdu. Şehirde giydiklerini üzerinden atan Balım Kız'ın üzerinde beyaz ipekli bir elbise, üzerinde kırmızı bir yelek, başında börk vardı. Altay’ın gözlerine bir kat daha güzel göründü. Gelenlere “hoş geldiniz” derken; diğer yanda gülen gözleriyle Altay’ı selamlıyordu. Balım Kız gelenlere çamçak çamçak kımız sundu. Güzelin elinden içilen kımız bir başka hoş oluyordu. sohbetler yapıldı. Balım Kız, diz çöktüğü yerde Dombıra çaldı.
Peş peşe şarkılar söyledi. İnsanları kımızdan daha fazla güzel sesiyle büyüledi. Altay’ın babası “Balım Kız, çok güzel kızmış. Acaba Altay’a istesem verir mi? diye düşündü. Dinleyenler “Ne ses be! Bundan da güzel ses olur mu? Cennetteki huri kızları bundan güzel söylemez!” diye övdüler. Herkesin çıktığı anda, Balım Kız'a yaklaşan Altay:
“Ne güzel olmuşsun. Güzelleşmişsin.” Diye elinden tuttu.
“Uzak git… Birisi görürse ayıp olur.”
“Ne kadar buradasın?”
“Bir aydan fazla… Yarın ‘Sevda Pınarı’nda salıncak kuracağız. Gelir misin?”
“Mutlaka geleceğim. Ne akıllı kızsın sen!” Ayak seslerini duyunca dışarı çıktı. Yolda Akpar, Altay’a :
“Bu gün anladım. ‘Zenginlerin kızı niye güzel oluyor’ diye düşünürdüm. Bu gün onun cevabını buldum. Zenginler güzel kızlarla evlenirlermiş. Güzel hanımlardan da güzel kızlar doğarmış. Bana sorarsan Balım Kız'ın anası Balım Kız'dan daha güzel. Tanrı biliyor ya, ben böyle güzel hanımı ilk defa görüyorum.”
“Niye öyle diyorsun? Fakirlerinde güzel kızları oluyor ya!”
“Ama, çok değil.”
“İyi elbise de insana süs verir. Güzel elbise giyince, güzel olmayan da güzel görünür.”
Koca bir gün geçmek bilmemişti. Akşam zor olmuştu. Akşamleyin; dışarısı ayın ışıklarıyla süt gibi aydınlıktı. Altın tabak gibi olan ay, tepelerin üzerinden kayarak gidiyordu. Dağlar ve tepeler ayın ışığıyla daha aydın görünüyordu. Altay sessiz ve durgundu. Çapar’ın ateşli hanımı, açıklığın verdiği cesaretle: “Tanrım bizi de şanslı yaratmış. Kayınımız olmasa, eğlenceye bizi kim davet ederdi?” dedi Altay’ın omzundan tutarak.
“Bırak tate, ayıp değil mi?” diye Akay utanarak yüzünü tuttu.
“Niye ayıp olsun? Senin de canın istiyordur. Öğütleyeceğine sen de misafir delikanlıya asıl” dedi. “Utanma diye bir şey kalmamış sizde. Öyle konuşmaya devam edersen geri dönerim. Kocan gelsin, sana güzel bir tasma aldıracağım” dedi Altay.
“Kocam dediğin, kadına değil para ve menfaatine bakar. Karısına tasma alacak adam, hanımını aylarca yalnız bırakıp ticaretin peşinden koşmaz. Her şeye rağmen, ben evli bir kadınım. Aslında ben evden, bu zavallı için çıktım.” Dul gelin bir çimdik attı Gelin Ablasına. Akpar, söylenenleri bir fırsat bilip Akay’ın elinden tuttu. Akay’ın elleri ateş gibiydi. Akay bir ara kaydı düşecekken Akpar onu belinden yakaladı. Onun vücudunun titrediğini fark etti. Sevda Pınarı’ndan buz gibi dağlardan süzülerek gelen kar suyu akarak Gökdere’ye doğru akıyordu. Koca koca ağaçların dalarlı arasından yere ay ışıkları dökülüyordu. Yaylada olanlar geniş düşünceli, hoşgörülü oluyorlardı. Kızlarını, gelinlerini gönül rahatlığıyla gönderir, “gönül kötersin” derlerdi. Çocukların oyun ve eğlencelerine ehemmiyet verirlerdi.
Balım Kız'ın söylediği şarkı ay ışığına karışarak, dağlara doğru yankılanıyordu. Altay’da Sevda Pınarı’na Balım Kız'a karşılık veriyordu.
Söyleyenler söyledikçe açılıyordu. Dinleyenler coşuyor, iki gencin söylediklerini alkışlıyorlardı. Diğer yanda Akkar hanım Akpar’a “Bu hanım eve döneceğim diyor. Ağlıyor. Bunun gönlünü al” dedi Akay’ın elini Akpar’a tutturduktan sonra oradan uzaklaştı.
“Niye ağlıyorsun?”
“Canım ağlamak istiyor” dedi başını genç adamın omuzlarına dayadı.
“Biri görürse ayıp olur…”
“Buraya getirdiniz, kayıp olup gittiniz…”dedi ağlayarak. Bir yandan ona acıdı. Bir yandan da gülesi geldi.
“Demek bunun için ağlıyorsun?” Kenarda bir ağacın altında, dallarının gölgesine, otların üstüne oturdular. Akpar, hayatta tek başına olduğunu, hiçbir akraba ve yakın olmadığını hatırladı. Birini özlüyormuş gibi bir duyguyla Akay’ı kucakladı. Düşüncelerinden kurtularak onu bıraktı. Bir içim su gibi güzeldi. ‘Şehit olan kocasının evinde oturmaktansa, arzu ettiği biriyle niye evlenmiyor’ diye düşündü.
“Bir şey sorabilir miyim? Kocan öleli iki sene geçmiş. Bu evde ne bekliyorsun?”
“Nereye gideyim?”
“Ailene niye gitmiyorsun?”
“Benim ailem, akrabam yok. her şeyim bu ev. Kayın anam ile atam beni büyütüp, terbiye eden…”
“Ailen nasıl yok olur?”
Akay iki yaşında annesini kaybettiğini, akrabalarını bilmediğini, eve gelişini, yaşadıklarını, evlenmesini ve kocasının şehit olmasını… uzun uzun anlattı. ‘Niçin olmadığını bilmiyorum ama, kimsesiz, yalnız olduğunuzu öğrenince, sizi kendime yakın hissettim.’
“Gönlün varsa al götür beni buralardan. Eşin olurum. Yoldaşın olurum. Yük olmak ağırıma, gücüme gidiyor." Gözleri yaşla dolmuştu.
Evlere dönülürken sabah olmak üzereydi. Akkar Hanım, şehit kayın hanımı ile gelen misafiri gönüllerini bir etmiş, evlenmesini, birbirilerini sevmesini, çoluk çocuğa kavuşmasını çok istiyordu. Kayın Altay’ı razı etmiş, iki at temin etmişti. Sabahın ışıklarından önce, yeni bir hayat kurmak üzere; şehre doğru hızla iki atlı yol alıyordu.

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları eglen sohbet reklamver