Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
| Yanıt: Ya$am Hikayeleri.
Mor Menek$e Devamı.. Bu yaz günün masmavi gökyüzünde, ufuktan dolunay geceye hakimiyetini vurmuştu. Denizden gelen dalgaların seslerine, birkaç cırcır böceğinin yaz senfonisi eşlik ediyordu. Çayları yudumluyorlardı. Kadın, rahatlamak istercesine anlatmaya başladı. “Benim kadersizliğim daha ben doğmadan önce başlamış. Babam şehirli, annem ise taşralı bir kadın. Annemin yüzünü bile hatırlamıyordum. Beni doğuran kadını; yani öz annemi ben evlendikten epey bir zaman sonra tanıdım. Yürekten anne diyemedim. Doğurmak dışında bana fazla bir katkısı, bir emeği yoktu. Isınamadım. Tanıdığımda yeniden evlenmiş, çocuklarını büyütmüştü. Kocası, bir baraj inşaatında bekçilik yapıyordu. Belki fakirlerdi ama huzurluydular. Babamla nasıl tanışmışlar bilmiyorum. Bir birilerini nerde görmüşler, nasıl bulmuşlar bilmiyorum. Senin tabirinle “sipariş usulü” evlendiklerine ise adım kadar eminim. Baba annem; görünüşte dini bütün, tesettürlü, inançlı, meleği andıran bir kadın. İnançlı kisvesine rağmen; gerçekte ise tam bir cadı mı cadı kadındı. “Kızın kaderi anaya çeker” derler. Öz annemin kadersizliğinin bir benzeri de bende. Annem genç bir kız, beyaz bir gelinlik -içinde köylü bir çok kıza nasip olamayacak bir görüntüde- şehre gelin gitmektedir. Anadolu geleneklerini ve göreneklerini –ki ben göreneksizliklerini diyorum – bilirsiniz. Düğünler kalabalık, heyecanlı, adeta bir yarış gibi geçtiğini benden daha iyi bilirsiniz. Gelin köyden alınmış, şehre gelinmektedir. Tam detayını bende bilmiyorum. Düğünde bir kaza sonucunda; babamın genç kardeşi ölür. Nedendir bilinmez, nenem daha ilk günden anneme: “uğursuz gelin” “katil gelin” “düğünü kanlı gelin” şekliyle sürekli bir şekilde sözle başlayan tacizler, hırs ve kinini tatmin için zaman zaman saç baş yolmaya kadar vardırır. Bu sıkıntı ve ezalar aralıksız bir şekilde artarak devam eder. Diğer yönden ise gelinini oğluna karşı karalamalar, oğlunu geline karşı kışkırtmalar, hatta oğluna bu uğursuz gelini terk ettirme telkinlerine başlar. Masum ve zavallı bir kadının suçu nedir? Neden suçludur? Sorulmaz. Aslında yargısız bir infazın en müşahhas acı bir temsilidir o. İlerleyen zamanlarda hınç alma, aile içi huzursuzluklar; kavgalara sebep olur. Anne kin ve hırsına kurban, adet ve anane, anne ve babaya, büyüğe saygı yaftası adı altında; kişiliksiz ve kimliksiz yaşayan genç koca da huzursuzdur. Evde yaşananlardan dolayı huzursuzdur. Mutsuzdur. Her geçen gün evini ve eşini ihmal eden ve uzaklaşmaya hatta gece alemlerine ve alkole gitmektedir. Kuru bir bağnazlık adına insanlıktan nasibini almamış, vicdan ve merhametten asla eser olmayan bu kadın, zavallı annemi adeta elinin ve evinin içine hapsetmiş boğmaktadır. Her şeyin bir dayanma ve her insanın da bir tahammül gücü vardır. Evliliğinin daha ilk gününden beri tahammülsüzlük derecesinde acılı ve sıkıntılı, geçen günlerindeyken ben de zavallı kadının karnında aynı derecede mutsuzluk ve huzursuzluk ceninken kara bir bulut gibi kanıma ve damarlarıma girmiştir. Kurulurken yıkılan bu evlilik çatısının enkazı altında dünyaya gözlerini talihsizlikler içinde açan zavallı ben gelmişim. Yıkılışı mukadder olan bir evlilikten geriye masum ve günahsız bir bebek, talihsiz bir kadın, anne saltanatı ve sultası altında büyümüş iradesiz, kişiliksiz ve kimliksiz bir baba, hırs ve hıncı tatmin olmuş bir zalim baba anne vardır. Genç kadın her şeyini yitirmiş ve perişan bir şekilde baba evine döner. Zalim kaynana hıncını almış, arzusuna kavuşmuş, timsahın gözyaşları görüntüsünde artık rahattır. Bu zalim kadının ellerinde, anne sütüne ve sevgisine mahrum zavallı ben. Sevgi ve merhametinden mahrum, her insanın kişilik ve kimliğini oluşturacak anne sütünden mahrumken ilk ayrılık acımasız ve zalim bir şekilde beni karşılamıştır. Acizliğime ve masumluğuma aldırmayan, oğlunun bedeninden gelen ben bu zalim timsahın dişleri arasından bir türlü kurtulamadım. Belki köyde, annemin sıcacık koynunda büyüseydim bu kadar olmazdı. Olamazdı. İlk çocukluk yıllarımı hatırlamıyorum. Bir itin koynunda mı yoksa yılanın mı bilmiyorum ama bir öz ana koynunda büyümediğim bir gerçek. Aklımın ermeye başladığı ilk genç kızlık yıllarımda yaşadıklarımın annemin başına gelenlerden hiç de geri kalır yanı yoktur. “İnsanın karakteri üzerine tesir eden kişilik ve kimliğini kazandığı sıfır-yedi yaş arasıdır” derler. Ruhuma o yılarda kin, nefret, intikam duygusu işlenmiş ki bir verem mikrobu gibi bütün ruhuma kök saldı sanki. Kızlar okumazmış. Neden okumasınlar ki? İlk okuldan öteye okutulmadım. Okusaydım belki kendimi kurtarırdım. Bir iş bulur çalışırdım. Bir sütsüze kurban edilmezdim. Kısır, sığ bir cahilliğe boğulmuş bir ailenin yanında sıra dışı, hayata ve gerçeklere sırtını dönmüş gayesiz, çabasız bir hayat kime ne verebilir ki. Sevilmeyen, lanetlenen bir kadından doğmayı ben istemdim. Bunu ben hak etmedim. Baba sevgisinden, ana şefkatinden mahrum olduğum bir kadının kocasından neler beklerse onlardan da tamamen mahrumum. Duygulanmıştı. Sesi titremiş ve ağlamaya başlamıştı. Gözlerinden dökülen yaşları tutamıyordu. Acıyan yüreğin semalarından göze ekelenen gözyaşları uzatılan beyaz bir mendili ıslatıyordu. Ay yükselmişti. Deniz üzerinde birden çıkan birkaç parça siyah bulut, ayla bir o yana bir bu yana oynaşıyorlardı. Günün sıcaklığı bir nebze gitmişti. Hafif bir rüzgarın serinliği ortalığı biraz rahatlatmıştı. Geceye bir sığıntı gibi giren yakın tavernalardaki müzikler de susmuştu. Sahilde ki kalabalık çekilmiş, kıyıda köşede arada bir sevdalıların karaltıları kalmıştı. Neşe hanım bir başka şarkısını okuyordu deniz kenarında, gecenin koynunda acılar içinde ağlayan şu kadına göz yaşlarına inat. “En sonunda ben buldum aşkı, derken” “Bir zalimin elinde, oyuncak oldum.” “Ölürüm aşkından, yaşayamam derken” “Bir dönüp bakmadı, çekip giderken” “Ne verdi ki bana dertlerden başka” “Gencecik ömrümü çürüttü gitti” “Belki de uslanır diye, beklerken” “Bakmadı yüzüme, çekip de gitti.” “Ben ne anlatayım ki bak söylenen şarkı bile beni anlatıyor. Benim için yazılıp söylenmiş sanki.” Ağlamaya devem etti. Gözyaşları belki kaderini değiştirmeyecekti ama dökülen gözyaşları bir anda olsa huzura kavuşturacaktı. “Vedia hanım; İçindeki iyilikleri; ölene kadar sulamaya devam edin. Dikenlerini görmezlikten gel ve her ruhta açmak üzere bir gonca gül vardır. Her ilişki bir bahçeye benzer. Eğer yeşerip gelişmesini istiyorsan düzenli su vermelisin. Güzel tohumlar ekmeli, otları ayıklamalısın. Beyine gözyaşı borcunu “nasıl ödeyebilirim?” diye sordun mu? Gülümseme ile ödeyebilirdin. Mutluluk borcunu dizlerine yatarak ödedin mi? Güneşe ve yağmura hasret, hiç yaşanmamış baharlara benzeyen saçlarında çaresizliğini sıra sıra ördürdün mü? Yürek borcunu, gül kokusu sinmiş sıcacık ellerinde eritiverdin mi? Can borcunu, masum titreyen ince dudaklarına hayat öpücükleriyle ödeyemedin mi? Güneşe, suya gerek yoktu. Gülümsemelerin bile yeterdi. Gül veren elde gül kokusu kalır. Sevilen insan sevgisini insanlara veren insandır.” “Fırtınaya hazırsanız, bir şeyden korkmanız gerekmez. Hayatınızın her anı, zaman deryasının kenarında şiddetli fırtınalarla sarsılıyor. Her anınız gidiyor ve gidenler geri gelmiyor. Her gününüz ömürden gidiyor. Saatler döndükçe, ömrünüz saniye saniye eriyor. Biriktirdiklerinizi dağıtmaya, sevdiklerinizi uzaklara savurmaya, bedeninizi toprağa sürükleyen bir fırtınaya rağmen; huzurlu musunuz?” “Eğer; çevrenizdeki insanları, fakir-zengin, güçlü güçsüz, sevimli-çirkin, kim olursa olsunlar, şefkate muhtaç kişiler olarak görüyor ve öyle davranabiliyor musun? Dünyayı değiştirmeye, ülkeni değiştirmeye, şehrini değiştirmeye hatta aileni değiştirmeye gücün yetmeyecek. Göreceksin ki değiştirebileceğin tek kişinin kendinin olduğunun farkına varırsan işinin daha kolay olduğunu göreceksin.” “Kalbinizi ölüme giden yola koyarsanız, gelip geçenler kalbini çiğnemek zorunda kalırlar. Eğer, onu ölümlülerin ölümsüzleştiği yere koyarsanız rahat edersiniz. Yere düşmenizin, hırpalanmanızın, hatta; canınızın acımasının hiçbir önemi yoktur. Mutluluğunuz bunlara bağlı olmadığını bilin, başkalarının sizi nasıl gördüğü veya başınıza neler geldiği değil, sizin kim olduğunuzu bilmeniz daha önemlidir. Yaptıklarımıza değil, yapmadıklarımıza pişman oluruz. Ölümden korkanlar pişman olurlar. Allah, omuzlarınıza yüklediği her bir yükün bir sebebi vardır. Aslında gelişmenizi, mutluluğunuzu ve huzurunuzun anahtarı dertlerinizle yüzleşmek ve onu çözüm fırsatları olarak görmektir. Karşılaştığınız meselelerin ve zorlukların sizi yönetmesine ve hayatınıza hükmetmesine fırsat verme. Meseleleri arkanıza alır, onların sayesinde ilerleyebilirsiniz. Sizi yönetmesine izin vermezseniz; siz meselelerin yöneticisi olursunuz. Her zorluk, kolaylıkla beraberdir. ” Zamanın nasıl geçtiğinin farkına bile varmamışlardı. Şafak atmış, tan yeri ağarmıştı. Gün gelirken; gecenin karanlığı başını alıp kaçacak yer arıyordu. |