TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANI SAYIN BÜLET ARINÇ'IN TBMM ESKİ SENATO SALONUNDA "MİLLİ EGEMENLİK, İSTİKLAL MARŞI VE M.AKİF ERSOY" PALENİ'NDE YAPTIKLARI KONUŞMA
(12 Mart 2003)
Çok değerli konuklar, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
İstiklal Marşımız bundan tam 82 yıl evvel yüce Meclis tarafından kabul edilmiştir. Bu marşın mimarı İstanbul'da doğan Mehmet Akif, Fatih Rüştiyesi'nden sonra, Halkalı Baytar Mektebini bitirir. 1908'e kadar memurluk yapar. Görevli olarak dört yıl kadar Rumeli, Anadolu, Arnavutluk ve Arabistan'da bulunur. Meşrutiyetin İlanı sonrasında Sırat-ı Müstakim ve Sebil-ür-reşat Dergilerini çıkarır; buralarda baş makaleler yazar ve şiirlerini yayınlar. İstanbul Üniversitesindeki derslerinin yanı sıra; Fatih, Beyazıt, Şehzadebaşı, Süleymaniye Camilerinde etkin vaazlar verir.
İzmir'in işgalinden (1919) sonra Batı Anadolu'da başlayan Milli Mücadeleyi desteklemek için Balıkesir'e giderek verdiği vaazlarla halkın direniş azmini arttırmaya çalıştı. Ankara'ya gelişinden kısa bir süre sonra (Mayıs 1920) seçildiği Burdur Milletvekilliğini 1923'e kadar sürdürdü. Konya isyanını önlemek, halka öğüt vermek üzere Konya'ya gönderildi. Oradan geçtiği Kastamonu Nasrullah Camii'nde coşkulu bir vaaz vererek Sevr Antlaşması ve Milli Mücadele hakkında halka bilgi verdi.(Bu vaaz 1921'de basılarak bütün vilayetlere ve cephelere dağıtılmıştır).
Fransızca, Arapça ve Farsça bilirdi. Türkçe'ye en iyi kullanan şairlerden biri olarak, şiire yepyeni bir ruh getirdi. Söylemek istediği her şeyi manzum olarak ifade edebilen ender bir şairdir. Mahalle konuşmalarından, bilim, sanat, eğitim, medeniyet, çalışma, kalkınma, ahlak ve din konularına kadar her konuyu şiirleştirebilmiştir. Şiirde zor bir metot olan aruz veznini tercih etmiş; aruz ölçüsüne hakimiyetin unutulmaz örneklerini vermiştir. Ankara'da Taceddin Dergahı'nda yazdığı ve İstiklal Marşı olarak kabul edilen şiiri yanında, Çanakkale Şehitlerine şiiriyle edebiyat tarihimize erişilmez bir anıt dikmiştir.
Tarih boyunca önemli ve değerli insanlar gelmiştir. Önemli insanlar mevki, makam veya rütbeleri, servet ve güçleri sayesinde insanlar üzerinde etkinlik kurmuş ancak bunları kaybedince tarihin mezarlığına gömülmüşlerdir. Değerli insanlar ise, ölseler bile, gömülen bir hazine gibi her zaman beşerin teveccühüne mazhar olmuşlar, saltanatların en büyüğü olan gönül tahtında yerlerini almışlardır.
Sokrat'ı, Galile'yi ölüme mahkum edenler, şüphesiz zamanlarının önemli insanları idiler. Ama ölen Sokrat veya Galile olmadı. Onlar değerli oldukları için hala bütün görkemi ile yaşıyorlar.
İşte Mehmet Akif, sözünü ettiğimiz bu "Değerli İnsanlar" sınıfındandır. Onun ölümü de hayatı kadar hazin olmuştur. Cenaze merasiminde devlet erkanı yoktu. Şatafat ve devlet töreni de yoktu. O, üniversite gençliğinin elleri üzerinde taşınarak ebedi istirahatgahına götürüldü. Mezarı bile onlar tarafından yapıldı. Ama Akif, bugün Türk gençliğinin önünde bir karakter timsali olarak ışık saçmağa devam ediyor.
İstibdat Döneminde bir hürriyet aşığı, Meşrutiyet Döneminde heyecan ve galeyanları frenlemeğe çalışan, his ve hevesle değil akıl ve muhakeme ile yürünmesi gerektiğini haykıran bir mürşit, Mütareke ve İstiklal Mücadelesi Döneminde esarete isyan eden, milletin uyanmaya ve davranmaya çağıran bir aksiyon adamı olan Akif'in en büyük meziyeti, söylemi ile eyleminin örtüşmesi; sözleri ile gözlerinin aynı şeyi ifade etmesidir.
Mehmet Akif, şair, edebiyatçı, fen adamı, gazetece, eğitimci, mütercim, mütefekkir, en derin dini meselelere din adamlarından daha derinlemesine vakıf, vaiz ve nihayet milletin gerçek manada temsil eden bir milletvekili idi. Araplara Arapça öğretecek kadar Arapça, bütün bir Fars edebiyatına aşina olacak kadar Farsça ve Fransız edebiyatını asli kaynaklarından okuyup anlayacak kadar Fransızca bilirdi. O, zaten Türkçe'nin üstadı idi.
Sanat anlayışı tıpkı Yunus Emre gibi hak yolunda halk ile beraber olmaktır. Türk edebiyatında toplum için sanat akımının başlıca temsilcilerinden sayılan Mehmet Akif için şiir, inanç ve düşüncelerini açıklayıp yaymak, mücadelesini sürdürmek için bir vasıtadan ibarettir.
"Hayır, hayal ile yoktur benim alışverişim
İnan ki, her ne demişsem görüp de söylemişim
Şudur cihanda benim en beğendiğim meslek
Sözün odun gibi olsun, hakikat olsun tek"
Diyerek şiirde gerçekçilik akımının dönemindeki önde gelen temsilcisi olmuştur. Yayınladığı 7 kitap "Safahat" adı altında toplanmıştır.
Hayatı boyunca inanç ve idealleri için çalışıp mücadele eden Mehmet Akif, Milli Mücadeleden sonra bu inanç ve ideallerine aykırı gördüğü bazı uygulamalar nedeniyle yurtdışına çıktı. Mısır'a gitti. Hilvan'a yerleşti. Kahire'deki Cami'ül Mısriye adlı Mısır Üniversite'nde Türk Dili ve Edebiyatı Profesörlüğü yaptı (1925-1935). Hastalanınca yurdunda ölmek arzusu içinde İstanbul'a geldi. 27 Aralık 1936'da ebedi aleme göç etti. Kabri Edirnekapı Şehitliğindedir.
Akif, Osmanlı coğrafyasıyla bugünkü Türkiye, Türk Dünyası ile İslam Dünyası, İslam düşünce hayatı ile aramızdaki büyük tarihi bağdır. O, yeni nesillerce en çok tanınması gereken yakın tarih şahsiyetlerinin başında yer almaktadır. Şiirleri ile verdiği mesajlar her devirde dikkate alınması, rehber kabul edilmesi gereken çaptadır:
"Girmeden tefrika bir millete düşman giremez toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez"
"Sahipsiz olan bir memleketin batması haktır. Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır"
İstiklal Marşı'nın Kabulünün Safahatı:
Milli mücadelenin başlarında Mehmet Akif'in, "Ordunun Duası" adlı manzumesi, Ali Rıfat Çağatay tarafından bestelenerek, Erkan-ı Harbiyye-i Umumiye Reisliği'nce bütün askeri birliklere okunması için tamim edilmişti. Büyük Millet Meclisi'nin ilk günlerinde kurulan Heyet-i İrşadiyelerin yurt çapında edindikleri intibalar doğrultusunda, Erkan-ı Harbiye Reis Vekili Miralay İsmet Bey'e bir İstiklal Marşına olan ihtiyacı belirtmeleri, İstiklal Marşı konusunu ilk defa resmi olarak gündeme getirmiştir. Maarif Vekili Dr.Rıza Nur imzasını taşıyan bir genelgeyle, Milli Marşın şartları valiliklere duyurulmuştur.
Maarif Vekili Hamdullah Suphi, 724 şiir arasından, Milli Marşın güftesi olmaya layık bir şiir bulunamadığı için Karesi (Balıkesir) Mebusu Hasan Basri'ye bu vasıftaki bir şiir Mehmet Akif'ten beklediğini söyleyerek, onun yazması için aracı olmasını ister. Fakat Mehmet Akif, hükümetçe konan 500 TL. para ödülünü kabul etmeyerek, yarışmaya katılmayı reddeder. Bunun üzerine Hamdullah Suphi'nin bu şartın kaldırılabileceği mesajını iletmesiyle Mehmet Akif kabul eder ve Taceddin Dergahında uzun süreden beri üzerinde çalıştığı eserini 17 Şubat 1921'de tamamlayarak, Maarif Vekaletine gönderir.