Tekil Mesaj gösterimi
Alt 26 Ağustos 2006, 16:10   #1
Çevrimdışı
Emekli Subay
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Savaşı Kutlu Olsun




15 Mayıs l919'da İzmir'de başlayan Yunan işgali hızla ilerlemiş 1921 yılında bütün Batı Anadolu'yu ve Trakya'yı içine alarak Ankara - Polatlı yakınlarına kadar yayılmıştı. Başbuğ Atatürk'ün liderliğinde gelişen Milli Mücadele hareketi de dağınık ve bıkkın olan Türk milletini yavaş yavaş bir araya getirmeyi başarmış, TBMM açılmış, düzenli orduya geçilmiş ve Türk tarihinin en önemli meydan savaşlarından biri olan ve Türk milletinin kendi öz yurdunda dirilişinin habercisi Sakarya savaşı ile Yunanlılar Polatlı yakınlarından Eskişehir - Afyon istikametine geri atılmışlardı.

Türklerin toparlandığını ve güçlendiğini gören Yunanlılar ve onlara destek veren İngilizler Eskişehir - Afyon hattında kalmaya karar vermişler ve bu hattı Büyük taarruza kadar geçecek l yıllık zaman içersinde ellerindeki bütün teknik imkanlarla tahkim ve takviye etmişlerdi. Ne Yunanlılar, ne İngilizler ne de diğerleri Türklerden asla bir taarruz hareketi beklemiyorlardı. Türk aydınlarının, hatta Türk subaylarının çoğu Türk ordusunun bir taarruz harekatı yapamayacağı kanaatindeydiler. Türk ordusu, birkaç küçük deneme dışında 1683 Viyana bozgunundan beri hep savunmada kalınmış, taarruz adeta unutulmuştu. Ama her ihtimale karşı Yunanlılar söz konusu hatta tahkimat yaparak hem güvenliklerini hem de Batı Anadolu'daki kalıcılıklarını garanti altına almak istediler. Yunanlıların gerçekleştirdiği savunma tesislerini gezen ve kontrol eden İngiliz askeri Uzmanlar şu değerlendirmede bulunurlar : "...Türklerin bu savunma tesislerine saldırması, boyunlarını kemente uzatmaları demektir...; Türkler bu tesisleri 6 ayda geçebilirlerse 1 günde geçtik saysınlar...". Yunanlıların başkomutanı general Hacıanesti söz konusu tesisleri teftiş ettikten sonra İzmir'e dönüşünde basın mensuplarına Türk ordusunu ve Türk ordusunun başkomutanını küçümsediğini göstermek için şöyle yorum yapacaktır : "...Cepheden geliyorum. Her tarafı dolaştım. Mustafa Kemal adında bir komutana rastlamadım...".

Sakarya savaşından sonra siyasi yollarla kurtuluşu gerçekleştirme çabalarına ağırlık veren Türk ordusu ve Başbuğ Atatürk ise, bu çabaların sonuçsuz kalması üzerine, 1683'ten beri büyük bir taarruza girmemiş olan ordumuzu Yunanlılara son darbeyi indirecek bir saldırı için hazırlamaya başladı. Temel yaklaşım şuydu : Yunanlıları ve İngilizleri şüphelendirmeden çok gizli bir şekilde ordumuz büyük bir taarruza hazırlanacak ve bu taarruzla kesin zafer kazanılarak Anadolu işgalden kurtarılacaktı. Taarruz planı büyük bir gizlilik içinde hazırlandı. Başbuğ Atatürk, Genelkurmay başkanı Fevzi Paşa, Batı cephesi komutanı İsmet Paşa ve Batı cephesindeki ordu komutanlarının dışında bu plandan haberdar olan yoktu. Gizliliğe tam anlamıyla riayet edildi. Ordumuz bu taarruz için personel, silah, cephane ve levazım açısından elden geldiğince ve yine gizli bir şekilde hazırlandı. Sakarya savaşından sonra geçen yaklaşık 1 yıllık süre bu hazırlıklarla geçmiştir. Taarruzun sıklet merkezi Afyon olacaktı. Dolaysıyla, diğer yerlerdeki, özellikle de Eskişehir civarındaki kuvvetlerimizin büyük bir kısmının Afyon bölgesine kaydırılması gerekiyordu. Bu çok zor bir işti. On binlerle ifade edebileceğimiz askeri birliklerimizi Yunan uçaklarından gizleyerek ve Yunan keşif kollarına göstermeden yüzlerce kilometre yürütecektik. Gündüzleri Yunan uçakların görmemesi mümkün değildi. Birlik aktarımı geceleri gerçekleştirildi. Yunan keşif kollarının ve gözcülerinin durumu fark etmemesi için de atların ayakları, arabaların tekerlekleri bezlerle, çuvallarla sarılarak ses çıkarmaları önlenmeye çalışıldı. Giden birlikleri gizlemek için, yerlerinde kalanlar çalı süpürgeleriyle toz bulutları yaparak olayı gizlemeye çalıştılar.

Bu arada İstanbul Hükümeti temel politika olarak "tam teslimiyet" i seçmişti. Batılılara, özellikle İngilizlere tabi olur, onların her istediğini yerine getirirsek, onların devleti kurtaracağı kanaati vardı İstanbul'da. Bu millet, bu devlet artık savaşamaz, savaşsa da kazanamazdı. Dünya savaşında bitmiş, tükenmişti. O halde yapılması gereken galip devletlerin istediklerini yapmak, onlara boyun eğmekti.

Bu durum ve şartlar altında Başbuğ Atatürk ve arkadaşları, bir yandan kurtuluş konusunda acele eden TBMM'yi teskin ederek, diğer yandan İngiliz ve Yunanlıları hem de dünya kamuoyunu şüphelendirmeden hazırlıklarını tamamladılar. Türk ordusunun asıl planı, baskın şeklindeki bir taarruzla Afyon cephesinde Yunan savunma tesislerini yarmak, Yunan ordusunun İzmir'le temasını kesip kuşatarak yok etmekti. TBMM taarruz hazırlıklarından haberdardı ama ne zaman ve nasıl taarruz edileceği konusunda hiçbir bilgiye sahip değildi. Başbuğ Atatürk Ankara basınına Çankaya köşkünde çay partileri verdiği ilanlarını verirken, aslında taarruz planlamasını tamamlamış ve Ankara'dan ayrılarak Konya -Akşehir üzerinden Afyon - Koca tepe sırtlarına varmıştı. Ve o tarihten itibaren Ankara'nın her yerle, bütün dünya ile telsiz, mektup gibi her türlü haberleşmesi yasaklanmıştı. Taarruzun sonuna kadar kimse net olarak ne olup bittiğini anlayamayacaktı.

26 Ağustos 1922 günü saat 05.30'da Türk topçularının ateşi ile Türklerin geciken Büyük Taarruzu başlayacak ve arkasından Piyadelerimizin kalkıştığı hücumla Yunan ordusu neye uğradığını şaşıracak ve 1 yıl uğraşarak hazırladığı savunma tesislerinin 30 saat gibi kısa bir zamanda aşıldığını görecek ve 27 Ağustos günü öğleye doğru geriye kaçmaya başlayacaktı. Ancak düşmanın gerisinde de Türk ordusu vardı. Fahrettin Paşanın kahraman süvarileri, geçilemez olarak düşünüldüğü için tedbir alınmasına lüzum görülmeyen Ahır dağlarını beklenmedik bir şekilde ve büyük fedakarlık ve kahramanlıklarla aşarak Yunan ordusunun arkasını çevireceklerdi. 30 Ağustos 1922'de Türkün kararlılığı ve vatanını savunma azmi karşısında tutunamayan Yunan kuvvetlerinin bir kısmı, yeni atanan baş komutanları ile birlikte esir olacak, bir kısmı da şuursuzca ve korkakça geçtikleri yerleri yakıp yıkarak, sivil ve savunmasız halkı kadın çoluk- çocuk demeden öldürerek İzmir'e doğru kaçmaya başlayacaklardı. İşte o zaman Başbuğ Atatürk hem Yunan orduları Baş komutanı küstah general Hacıanesti'ye "...Hacıanesti ! Neredesin ? Gel de ordularını kurtar ! ..." diye bağırarak hak ettiği cevabı verecekti. Başbuğ Atatürk Türk ordularına yeni hedefi de gösterecekti: "...Ordular ! İlk hedefiniz Akdeniz'dir . İleri !..." Ege'ye o yıllarda Akdeniz deniliyordu. Bu emri alan Türk ordusu büyük bir heyecan ve coşkuyla İzmir'e koşuyor, koşmuyor adeta uçuyordu. 9 Eylül 1922'de Türk ordusu İzmir'e girmiş ve 18 Eylül 1922'de esir olanların dışında Anadolu'da Yunan askeri kalmamış, kurtuluş gerçekleşmişti. Afyon, İzmir, Bursa Uşak... bütün Batı Anadolu 2 - 3 yıl katlandığı Yunan esaretinden, Yunan işgalinden kurtulmuştu.

Başbuğ Atatürk:
''Ordumuz ihtiyaçlarını ve eksiklerini tamamlamak üzere bulunuyordu. Ben, daha Haziran ortalarında taarruza karar vermiştim. Bu kararımı yalnız Cephe Komutanı ile Genelkurmay Başkanı ve Millî Savunma Bakanı biliyorlardı. Bildirdiğim tarihlerde bir geziyi vesile ederek İzmit - Adapazarı yönüne hareket ettiğim zaman, Ankara'da Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa Hazretleri'yle görüştükten sonra, o zaman Millî Savunma Bakanı bulunan Kazım Paşa Hazretleri'ni Sarıköy istasyonuna kadar birlikte götürerek, oraya davet ettiğim Cephe Komutanı İsmet Paşa Hazretleri'yle birlikte, taarruz için gerekli hazırlıkların sür'atle tamamlanması ile ilgili kararlar aldık.
Efendiler, artık Büyük Taarruz'dan söz açma sırası geldi. Bilirsiniz ki, Sakarya Meydan Muharebesi'nden sonra, düşman ordusu büyük ve kuvvetli bir grupla Afyonkarahisar - Dumlupınar arasında bulunuyordu. Bir başka kuvvetli grubuyla da Eskişehir bölgesindeydi. Bu iki grup arasında yedek kuvvetleri vardı. Sağ kanadını, Menderes dolaylarında bulundurduğu kuvvetlerle, sol kanadını da İznik Gölü'nün kuzey ve güneyindeki kuvvetleriyle koruyordu. Denilebilir ki, düşman cephesi, Marmara'dan Menderes'e kadar uzanıyordu. Düşman ordusunun teşkilâtı, üç kolordu ve bazı müstakil birliklerin mevcudu da üç tümeni bulmaktaydı. Biz, Batı Cephesi'ndeki kuvvetlerimizi iki ordu halinde teşkilâtlandırmış ve düzenlemiştik. Bundan başka, doğrudan doğruya cepheye bağlı teşkilâtımız da vardı. Bizim bütün birliklerimiz on sekiz tümen idi. Bundan başka üç tümenli bir süvari kolordumuz ve daha zayıf mevcutlu iki süvari tümenimiz vardı. Teşkilâtı biribirinden farklı olan iki düşman ordusu biribiriyle karşılaştırılırsa, her iki tarafın insan ve tüfek kuvvetleri, aşağı yukarı biribirine denk bulunuyordu. Yalnız, Yunan ordusu, dünyanın hür ve kendisini destekleyen sanayiine dayandığı için, makineli tüfek, top, uçak, taşıt, cephâne ve teknik malzeme bakımından daha üstün durumdaydı. Diğer taraftan bizim ordumuz süvari sayısı yönünden daha üstün bulunuyordu.

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları eglen sohbet reklamver