Tekil Mesaj gösterimi
Alt 02 Mart 2006, 05:50   #14
Çevrimdışı
hitman
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)



Taşralı/ Füruzan

Sokağın ucundan dön demiştiler. Aynı boyda boyanmış akasya ağaçlarının bitiminde, yeşil panjurları olan evdir. Otobüsten indiğimde, sıcak geçen bir günün akşamüstüydü. Üstelik pazardı. Benim gibi yalnız biri için pazarları sevmenin güçlüğü anlatılmaz. Çözülmüş sarsak pazarlar öylesine altı çizilmiş oluyor ki.
Evin tümü kapanık bir renge bulanmıştı. Bahçe kapısına beyaz yediveren gülleri sarılıydı. Güllerin orda kara bir kedi duruyordu.
Kapıyı çaldığımda belirsiz konuşmalar geldi içerden. Alt bahçe öndeki gibi bakımlı değil, ekşimiş bir çöp kokusu geliyordu aşağıdan.
Aaaa hoş geldiniz.
Benden, küçük hizmetçi kıza söz edilmişti.
Bavulumu elimden aldı, kolunun yorulduğunu anladım.
(Nedense belleğimde, geçen yaz gittiğim bir çay evi, kokusuyla, sesiyle, havuzuyla... Peki buraya gelmemek yok muydu?)
Ara kapıyı açınca teyzemi gördüm. Bana anlattıklarına benziyordu. Saygın bir hanımefendiydi.
(Okumuş yazmış kadındır. Evinin titizliği temizliği dillere destandır. Eli sıkıdır ama eh o da bir çeşit meziyet. Koskoca paşayı kaybetti, hanımefendice içine attı acısını. Ağladı sızladı ama, evini düzenini korudu. Allahtan korkarım nemize lazım, yalan diyemeyiz, üstelik gençliğinde da sayılı güzellerdendi.)
Büyük cam vazonun tam arkasında oturuyordu, vazoda kurumuş, kabuklaşmış leylaklar vardı. Oda sanki loş bir avluydu. Sokağın toz kokan güneşi hiç yokçasına yitip gitmişti. Teyzem gri giysisinin içinde bana gülümsedi, elini uzattı. Tuttum, nemi kalmamış kuru kâğıt cildine dokununca yaşlılığını anladım.
Eskidenki güzelliğini, saçlarını boyamakla, bejlerin grilerin en yumuşaklarını giymekle sürdürme çabasındaydı.
(Ablamın yaşını bilmem. Aramızda on yıllık fark var sanırım. O da bir türlü doğrusunu söylemez. Ya çok büyük ya çok küçüktür söyledikleri. Ne bileyim a kızım, ben kahır içinde yaşadım. Şimdi kimbilir görseler beni onun ablası sanırlar. Kolay mı?..)
Annen nasıl?
İyiler.
Ablan ya?
Onlar da iyiler.
İçeriye küçük kız girdi. Eğri bacakları vardı. Yüzünde kapıyı açtığında olan gülüş duruyordu. Konuşunca hiç değişmiyordu gülüşü. Çok şaşırtıcıydı bu.
Yurdagül dedi teyzem. Git limonata hazırla. Bak gene mutfak kapısını açık bırakma, o murdar kediler taşlara basıyorlar, ona göre...
''Ona göre'' sözü Yurdagül'ün yüzünden gülümsemeyi aldı götürdü.
Teyzemin ayak başparmaklarının kemikleri podüsüet ayakkabılarının yanlarından taşmıştı. Elbisesinin yakasına ince kırmızı yakutlu (kırmızı olduğundan taş yakut olacağını düşünmüştüm) bir iğne takmıştı.
(Kibar kadındır ablam. Giyimini kuşamını bilir. Paşayla ilk evlendiklerinde mineli bir saat almıştı yüzgörümlüğü. Daha bir sürü şeyler takmışlardı da nedense benim gözüm mineli saatte kalmıştı. O canım çiçekleri nasıl da kondurmuşlardı saatin üstüne. Şaş da kal. Dayanamadım da bir kerelik takmak istemiştim. Sen savruksundur. şurda burda düşürürsün demişti. Boyundan saat düşer mi? Ne taksa sahicidir. Benim gibi deği öyle allı güllü şeyleri sevmez. Tam paşa karısı olacak kadındır teyzen. Bunu böyle bil.)
Konuşmadan durdu bir süre.
Koltukların yeşil kadife dayanacak yerlerine kolalı temiz örtüler konmuştu. Teyzeme hiç bakmıyordum. Onunla aramızda sevgisizlik hemen kuruluvermişti. Azalmış saçlarının altından kafasının derisi yer yer parlıyordu. Kurumuş bacaklarını üst üste atmıştı. Ayakkabılardan taşan kemikler ışıkta daha kesin gözüyordu.
Demek ki, üniversiteye gitmeye kararlısın. Vallahi kızım ne demeli bilmem. Jale'yi okuttuk da ne oldu. Evlenip gene çocuktu, kocaydı, aldığı diploma da süs. Üstelik bizim durumumuz uygundu. Rahmetlinin düşünceli kalbi, babalığı sayesinde (burda derin derin iç çekti, temiz bir mendili burnuna bastırdı) Jalecim, annen bilir, soğuk sudan sıcak suya elini değdirmeden büyüdü. Hizmetçiler çevresinde dolanırdı. Ama şimdi o nazlatma, o prensesler gibi genç kızlıktan sonra...
Gözlerini yüzüme dikti sustu.
Teyzemin bana karşı olan tutumunun bilincine vardım birden yoruldum.
(Sen babanı bilmezsin kızım. Altı yaşındaydın öldüğünde... O orta Anadolu kentini, arklardan suların bahçeleri doldurduğu geceleriyle anımsıyorum. Bizim bahçeye hep gece gelirdi sulanma sırası - ya da en etkilendiğim o gecelerdi. Yarı uykuda annem, en küçük kızın üstünü sıkılaştırır, yazda bile orta Anadolu'nun gecesi soğuktur, arı su kokusu uykuyu bastırır. Doğanın mutluluğu sağlığı kazılır kalır beş yaşa. Ayol uyan suyu akıtıyorlar bu yana... Uyku büyüklerin odasından anason kokulu taşar sofaya. Baba baba... Anacığımın para sıkıntılarını bile bile, içkili havuzlu istasyon lokantasında her gece biraz peynir, rakı, yazın kütür kütür karpuz. Büyük kentlerden gelip geçen uyumuş tren camları. Allahtan da mı korkun yok. Her gece içilir mi? Hiç olmazsa kendine acı. Bir güzel adamdı. O boy o pos...)
Yakışıklı adamdı baban yavrum.
Teyzem, Yurdagül'ün getirdiği limonatayı aldı.
Bardaklar gümüş tutmalıklar içindeydi.
Ama bir erkekte ilk aranacak bu değildi. Jaleciğimin canı yok mu? Evlenene kadar bir fincan kahve yapmamıştı. Ama şimdi kendinden yirmi yaş büyük, görmüş geçirmiş bir erkeği, evindeki hizmetçileri idare ediyor. Kendimi ayrıca örnek vermeyeceğim. Annen hata etti kızım. Size de çektiriyor. Sen şimdi üniversiteyi nasıl güçlüklerle...
Odada asılı tek resmi gördüm. Her yanından kahverengiler turuncular taşan bir sonbahar mevsimiydi. Yolun ucunda çok geniş şapkalı bir kadın kayboluyordu.
Teyzem dişlerinin takma olduğunu belli etmemek için o pek tuhaf gülümsemesiyle bana bakıyordu.
Limonata güzel olmuş, dedim.
Şekeri fazla olmuş. Siz gençsiniz ama bizden geçti artık. Tansiyondu, kalpti başladı. Annenin tansiyonu nasıl?
(Çok genç dul kalmışsınız, evlenin, dedi doktor. Bu ilerleme, bu çarpıntı ondanmış benim kızlarım. Ha ha hay dedim doktora. Benim iki kızım var iki kocam var demektir. Ablam atılıyor. Anacığım, doğru demiş adam. Niye direniyorsun. Annemin yeşil ela gözleri susuyor. Evlenmek için evlenilmez diyor. Sizin babanız gibi adamdan sonra... Gündüzleri oralar, salt toprak rengi alırdı. Pazara gelen köylüler eşeklerinin sık adımlarına uygun salınarak, pencerenin önünden geçerlerdi. Perdelerimiz apak patiskadandı. Orduevinde, düğüne giderken, annemin siyah tayyörleriyleki güzelliği o kentte, anlatılmaya kalmıştı. -Bayramda, hiç olmazsa dedelerine yazsak be kocacığım.- Bırak şunları, senin o evde kalmış ablanı sevindirmek için mi! Her şeyin para olduğunu kim söylemiş benim kızlarım, çok kahır çektim ama, eteğini çemirleyip komşu karşılayan bir kadınım ben. Babanız beni sevindirdi de üzdüğü kadar. Ben basit kadınım. Teyzenizi evinde bile terlikle gören olmamıştır.)
Sana ara odayı hazırlattım.
Gümüş takımların konduğu büfenin üstünde, paşanın, sivil fotoğrafı var. Oysa çocukluğumuzun paşası bu değildi. Alabildiğine büyüyen çizilmeyen paşaydı.
Kaç saat oldu geleli.
Ara odanın özenle ovulup arıtıldığını düşünüyorum. Bu yaşlı kadının çevresindeki saygın kişiliğini yaratma zorunluğuna titizliği eklemek gerekiyor.
(Yiyecekler iyice temiz olmalı, o marulları yalapşap yıkamayın diyorum ama. Hem sarhoş babanız, hem haylaz kızları... Annemin öfkesinde inandırıcı olmayan bir şeyler olurdu. Bahçenin arkasında ''kıkırdaşırdık''. Ablamın gittikçe dolgunlaşan bedeni, marulların bahar tadı, yaşamayı adlandırıyordu.)
Bana bakıyor, gittikçe öfkeli ve yaşlı sanki. Yineliyor.
Saçlarını kesmeyeceksin değil mi?
Hıı diyorum.
Oysa keseceğim. Hem de en kısa. Ders kitaplarımı değil, en sevdiğim yazarları alıp elime, bir dolu yeri gezeceğim. Dostoyevski'yi okuduğum kireç badanalı çıkmadaki kaysıların sessiz karanlıklarını ve hep su kokusunu arayacağım.
Bir kız olmanın buruk acısını bile tattırmaz teyzem bana, anlıyorum.
Yurdagül odayı açtı. Tek penceresi karşı evin duvarına bakıyordu. Bir çakaleriği ağacı, yaprakları küskün, hastalıklı, pencerenin dibindeydi.
Ben altıda kalkarım küçük hanım, işiniz varsa sizi istediğiniz saatte uyandırayım.
Annemin Yurdagül'e armağan olarak yolladığı renkli basmayı çıkardım bavuldan.
(Sakın sen verme kızım. Teyzen öyle yanında çalıştırdıklarıyla yüz göz olunmasını sevmez, kendi versin.)
Bu senin, Yurdagül.
Çok teşekkür ederim, küçük hanım.
İsmimi bilmiyor. Ona söylemeliydim. Yüz göz olunamaz evin isim gereksinmediğini öğrenmeliyim.
Dolaba çoraplar, mendiller, gecelikler sıralanacak. Buralarda yaşama savrukluğuna yer yok. Bu evin düzen tutuklarına, bir de ben katıldım.
Mutfaktan akşam yemeği hazırlığının sesleri geliyor. Tabak, çatal çınlamaları.
Hemen bir kekik kokusu uydurdum uzaktan gelen.
Sonra da ağlayacağım.

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları eglen sohbet reklamver