Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
|
Bunca eski, yalın eşyanın ortasında çay fincanları harikulâdeydi. Bunlar porselendi. Kulplarıysa çaya eğilmiş, çatı yudumlamaya hazır gümüş kuşlardı... Çay içtikten sonra İncilâ Abla bize ut çalardı. "ek deveci develeri engine / Şimdi rağbet güzel ile zengine" diye bir Güney-Anadolu türküsü söylerdi. Nuhbe Hanım, bu türkü söylendiğinde İncilâ Abla'ya nedense dargın, küsmüş bakardı. Ya da bana öyle geliyordu. Çünkü akşamın karardığı saatlerde kapının gıcırdayarak sokaktan açılmayacağını bilmek, bende çözemediğim duyguların başlangıcı sayılır. Sözgelimi bize sunulan gümüş kuşlu fincanların kırıldığını duyardım. Kafesteki kanaryanın bir sabah öldüğünü. Bahçedeki camları boydan boya çatlak limonlukta sıkışmış arıları. Biz eve döndüğümüzde babamı beklerdik.
Şaşırmam gereken konulardan biri, İffet Hanım'la İncilâ Abla'nın bize hiç gelmemeleriydi. Nuhbe Hanım'ın yaşlılığına, yürüyemeyecek kerte yorgun oluşuna bağlardım bunu.
Bir gün olağanüstü bir şeyle karşılaştık İncilâ Abla'larda. Nuhbe Hanım'lara annemle benden başka misafir gelmezken, ilkyaz öğleden sonrasında, genç ve yakışıklı bir adam, taşlıktaki masayı çevreleyen iskemlelerden birine oturmuş, kahve içiyordu. Pencerelerin kepenkleri aralanmıştı üstelik. İçeriye yansıyabilen, nihayet odaları dolduran gün ışığı ansızın eski eşyayı büyülemiş, şenlendirmişti. Genç adamın saçlarından bir demet alnına dökülmüştü. İffet Hanım annemi karşıladığında, o da ayağa kalktı.
"Ne iyi ettiniz de geldiniz," dedi İffet Hanım, "erişte kesmiştim ben de."
İncilâ Abla ibrişimleri, elvan elvan iplikleri topluyordu telâşla. "Kusura bakmayın," dedi anneme.
"Biz yabancı mıyız İncilâ?"
"Cahit," dedi İffet Hanım. "Tanıyacaksın Süheylâ, Hasan amcayla Kâmran yengenin oğlu."
Annem gülümsüyordu. Hasan amcayla Kâmran yengenin adlarını ilk kez işitiyordum.
"Mühendis çıkmış bu sene Cahit. Binbir güçlükle arayıp bulmuş burasını sağolsun."
Ben hemen mühendis olmaya karar veriyordum. Genç adam, hemen benim Cahit ağbim oluyordu ve ben, büyüyünce tıpkı ona benziyordum. Geniş omuzlu, uzun boylu, insanın elini sıkarken güvenç veren.
Cahit ağbi saygıyla annemin elini sıktı. Benim de. Galiba hayatımda alaysız elimi sıkan birinci insandı o.
Dün gibi hatırlıyorum: O gün kandil simitleri yedik Nuhbe Hanım'ın odasına doluşup. Nuhbe Hanım bayağı gençleşmişti. Cahit ağbinin getirdiği siyah-beyaz damalı başörtüsünü göstermişti anneme. Onları arayıp soran bir başka insanın gizli gururunu taşıyordu. "Cahit ağbine şiir okusana" dediler bana. Cahit ağbime başımı çeviriyor, sonra utançla yere eğiyordum. Bahçeye çıktık; İncilâ Abla, Cahit ağbi üçümüz. Camları boydan boya çatlak limonlukta kuru otlara oturduk. Taşlığa girip pıtpıt terliklerimizi giydiğimizde güneş batıyordu. Nuhbe Hanım'ın odası alacakaranlığa bürünmüştü. Cahit ağbi, alacakaranlıkta, İncilâ Abla'yı seyrediyordu sezdirmeden. Cahit ağbiye defterimi, İncilâ Abla'nın yaptığı kenar süslerini gösterdim. Çarpım cetvelini çıkardım okul çantamdan. Boncukların yerlerini değiştirdim. Pergelle suda halkalar çizdi defterime Cahit ağbi. Nuhbe Hanım, oradan oraya koşturan İffet Hanım'ın terli yüzüne bir şeyler mırıldanarak üfledi. İncilâ Abla ud çalmadı. Eriştelerimizi patiska bir torbaya koydu İffet Hanım; "Sana da vereceğim Cahit," dedi. "Size gelip yerim teyzeciğim." Hasan amcanın, Kâmran yengenin yinelenen adları. Nuhbe Hanım'ın kadife kesesinden çıkan elyazması Kur'an. Ayrılırken annem, İncilâ Abla'yı sevecenlikle kucaklıyor.
İlkyaz aylarında Cahit ağbiye hep rastladık Nuhbe Hanım'larda. Misafir odası şimdi, bize olduğu gibi, onun için de açılıyordu. İşe girmişti Cahit ağbi. Mühendisliğin önü şimdi açıktılar, herkes mühendis olmak istiyordular... Kadıköyü'ne geçtiğinde, ne yapıp ne edip, Nuhbe Hanım'larda erişte yiyordu.
İffet Hanım kasnakları konsolun gözüne kaldırmış durmadan bir şeyler dikiyordu. Sayfalarını çevirdiğim Manidifata'lar da yoktu ortalıkta. Taşlıktaki masanın altına beyaz kâğıtlar yayılıyor, kumaşlar biçiliyordu. Sokağa çıktığımızda anneme sordum:
"Anne, Cahit ağbi onların nesi oluyor?"
"İncilâ Abla'yla evlenecekler. Allah yüzünü güldürsün İncilâ'nın."
"İncilâ Abla gidecek mi buradan?"
İncilâ Abla'yı yitirmekten ürküyordum. Çocuk kalbime hançerler batıyordu. İncilâ Abla limonlukta yine ut çalıyor, Cahit ağbi gür sesiyle "Etme beyhude figan vazgeç gönül" şarkısını okuyordu. Nuhbe Hanım, odasının penceresini ardına kadar açmış, dinliyordu. Kafesteki kanarya güneşlerde bahçeye çıkartılıyordu. Ot gövermiş, harap bahçeler azmıştı. Nuhbe Hanım'ın sedefli kavuklarına yerleştirilmiş cılız küpeçiçekleri bile tomurcuklanmıştı. Ben konağın oymalı dam çıkmalarından hoşlanmıyordum, limonlukta yükselen kalın erkek sesini sevmiyordum, Cahit ağbi dostum olmuyordu.
İffet Hanım'ların odasındaki cilalı tahta sandık açılıp kapanıyordu. Okul çıkışlarında genellikle buraya geliyorduk annemle. Tahta sandığın açılıp kapanışlarına. "Eskiden," diyordu Nuhbe Hanım, "kızların çeyizinde bir teli ipekten, bir teli ketenden kıvır kıvır dokunmuş hilâli gümlekler makbuldü." Herkes gülüyordu onun anlattıklarına. Aralık kepenklerden şişman dut sinekleri giriyordu odaya. Hevessiz, coşkusuz günlerim. İncilâ Abla'yı, o dutağaçlarının gölgelediği evden ayrı düşünemiyordum. İncilâ Abla bir perikızı olmaktan uzaklaşıyor, etiyle-kemiğiyle gerçeğe dönüşüyordu. Çarşaflardan sıcaktutacağına, her şey hazırlanıyordu çeyizde.
"O uğursuz mum çiçeklerinden," diyordu da, başka bir şey demiyordu annem. Nişan elbisesi dikilirken söz bozuldu. Cahit ağbinin gelişleri seyrekleşmişti. Limonluğa geçip şarkılar söylemiyordu artık. İncilâ Abla'yı kucaklayışlarında soğuktu, bıkkındı. Oturup kalkması, giyinip kuşanışı başkalaşmıştı. Defterime gönyesiyle üçgenler yapmadı boy boy. Mum çiçekleri limonlukta kendi kendilerine bitmişlerdi. "Yıllarca otun üremediği limonlukta."
Cahit Ağbi'nin İncilâ Abla'yla nişanlanmayışının nedeni belirsizdi. Annem konuşmuyordu sorduğum vakit. Ben onlara gitmediğimizde çarçabuk unutuyordum. Zaten tatil yaklaşıyordu, yazın esrikliği vurmuştu başıma.
İffet Hanım'ı kıpkırmızı gözlerle buluyorduk. Uçuk pembe tafta nişan elbisesi eski gardıroba asılmıştı. "Üzülmeyin İffet Abla." diyordu annem.. "nerde İncilâ gibi bir kız bu zamanda. Kısmeti kapanmadı ya." Kendi de inanmıyordu söylediklerine pek. Kanarya eski yerine kondu. İncilâ Abla'nın yüzünde yaşamadan tükenmiş umut ışığı gülümsemeler. Sonra sonra zayıflamaya başladı. İnce vücudu ateşlerle kavruluyordu. "Bu yapılır mıydı," dedi annem, "bu yapayalnız, sığınaksız insanlara yapılır mıydı bu!"
Annemin misafir gününde beyaz eldivenler geçirmiş, güneş şemsiyeli bir kadın, "İncilâ'yı da bundan sonra kimse almaz," dedi. "Az gezmedi o mühendis çocukla. Limonlukta şarkıların bini bir paraydı. Gökleri çınlattı âvazeleri." Hallerini bilmeyişlerinden söz edildi İffet Hanım'ların; Kızılay'a satılan hesapişleri, mürver iğneler, civan kaşları.
Nişan bozulmasından bir yaz geçmişti. Koskoca bir yaz geçmişti. Cahit ağbiyi yanında kısaca boylu, çok şık bir kızla Moda'da görmüştük. Deniz Kulübü'ne giriyordu. Gençkızın saçları bukle bukle kesilmişti. Perçemleri, yokuşta Cahit ağbiye yaslanışları... Deniz Kulübü'nde caz çalıyordu. Kayıklarla gelip dans edenleri seyrediyordu halk. Cahit ağbi, anneme selam vermek istemişti: Hasan amcayla Kâmran yengenin oğlu, "Tanıyacaksın Süheylâ." Buz gibi durmuştu annem. Bana el sallamıştı Cahit ağbi, kolumdan çekip sürüklemişti annem.
Düğünler yaşanıyor. Gelin güleryüzle iniyor merdivenlerden. Çocuklar geziniyor ortalıkta. Kadınlar aynalarda yapılı saçlarını düzeltiyorlar. Düğün pastası kesiliyor.
Ben hiç düğünlere gitmiyorum.
İçinde akide şekerleriyle bir tek lokumun olduğu pembe kâğıdı açmıştım. Pembe kâğıt külahta İncilâ Abla'mın soluk baskılı fotoğrafını görmüştüm. Limonluğa kar yağıyordu. Kar, çatlak camlardan içeriye yağıp eriyordu.
Kuru ayazın ardından yağmurlar geldi.
"Hoş geldiniz, "dedi annem.
"Şakır şakır yağmur, manşonumu ıslattı," dedi annemin güneş şemsiyeli konuğu. Çizmelerini çıkardı. Manşonunun tüylerini kabarttı. Soba yanan odaya girerken, "İşittiniz mi?" diye sordu. "Sizin İncilâ'nın Cahit, eski elçilerden Regaip beyin kızıyla nişanlanmış, yıldırım nikahıyla evleneceklermiş." Bir an sustu anlamlı göz süzmelerle. "Regaip bey çok seviniyormuş. Sevinir elbet, Cahit hem güzel çocuk hem de istikbali açık."
Annem, misafir hanıma muzlu pastadan tutmuyordu. |