Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
|
-V-
Dünyada harp vardı.
Azrail sıra sıra, dizi dizi harp makineleri kılığına girmiş, Avrupanın altını üstüne getiriyor, insanlar kitleler halinde fırınlarda yakılıp, külleri bütün dünyaya savruluyordu.
Dünyada harp, dünyada açlık, dünyada açlık pahasına tokluk vardı. Açlık pahasına toklardan pek çoğu kocaman göbekleriyle kürsülere sıçrıyor, dizi dizi harp makineleri kılığına girmiş azrail adına milyonlarca yalan söylüyor, milyonları milyonların zararına kandırıyorlardı. Dünyada harp vardı!
Dünyadaki harbe alkış tutan radyolar, rotatifler, baskı makineleri vardı. Radyolar, rotatifler, baskı makineleri yalan söylüyordu. Yalana, yalanlara inananlar. Yalana yalanlara inanlardan biriydi Selahattin bey. Anadolu'nun kalın bedenli ağaçlarla yeşil bir deniz gibi dalgalanan kocaman ormanlarından birinde, pırıl pırıl çizmeleri, Adolf Hitler bıyığı, şişe şişe içkilerin korkunç bir küfür makinesi haline getirdiği küçücük bir adamdı Selahattin bey. Orman memuru. Dünyada harp, Türkiyede şahlanmış karaborsa! Devletin maaşıda ne? karaborsa Selahattin beye binler veriyordu. Viski veriyordu, havyar veriyordu, pırıl pırıl çizmeler, kat kat İngiliz kupon kumaşından elbise, bitmez tükenmez çalım veriyordu.
Devlet de ne? Hük(met de ne? Maaş da ne?
Selahattin bey göz yumuyordu kaçakçılara. Milyonlar vuruyordu kaçakçılar aylı, aysız, çisentili, çisentisiz gecelerde. Aylı aysız, çisentili çisentisiz gecelerde arabalar çıkıyordu ıslak ormanlardan. Arabalar dolusu keresteler. Binler, yüzbinler kaçıyordu, kaçırılıyordu. İş bilenin, kılıç kuşananındı. İş bilen kılıç kuşananlar yüzbin yüzbin kazanıyorlardı. Selahattin bey, küçücük Selahattin bey, Adolf Hitler bıyıklı Selahattin bey de bin bin. Maaşı "Yüzler"le görememiş Selahattin bey, "Bin bin" kazanınca elbette kabına sığamayacak, elbette ceviz oynayacaktı çoluk çocukla, kırıkbeş yaşına bakmadan elbette nikahlayacaktı on dört yaşındaki el kızını!
Ondördündeki Gürcü kızının henüz adet görmemiş toyluğu önünde mest Selahattin bey içiyor, içtikçe coşuyor, coştukça içiyor, atlıyor ormanlarının kıyısından geçen gece yarısı trenlerine, ver elini İstanbul şehri!
İstanbulda harp yoktu, karaborsa vardı. Yalan söyliyen rotatifler vardı İstanbulda, baskı makineleri vardı. Rotatiflere, baskı makinelerine yalan söyletenler vardı. Adolf Hitler bıyıklı Selahattin bey de kapılanlardandı yalanlara!
Bir gece Beyoğlunda küçücük bir bar. Barda ablak yüzü kıpkırmızı bir Yahudi. Yahudinin yanında sarılı konsomatris. Nasıl olurdu? Avrupayı altüst eden sıra sıra ölüm makineleri dünyayı Yahudilerden kurtarmak için kurşun kurşun, bomba bomba, fırın fırın çalışıp dururken, İstanbulda, Beyoğlundaki bir barda, barın kırmızı, yeşil, mor, sarı müziği içinde sarışın bir Türk, üstelik müslüman kızıyla bir Yahudi.. nasıl olurdu?
"-Garson, o karıyı kaldır o pis Yahudinin yanından!"
Türkiye henüz Almanya değildi.
"-Sana söylüyorum garson!"
"-..................???"
"-Garson, garsooon, garsoooon!!!"
Adolf Hitler bıyıklı kalktı hınçla, gitti çalımla masasına Yahudi'in. Kırmızı ablak yüzüyle baktı Yahudi, mavi mavi:
"-Ne var? Ne istiyorsun?"
"-Eeeeeeyt!"
"-Bas burdan serseri!"
"-Been? Bana?"
"-Evet sen, sana. Garson, getir maşayı oradan!"
"-Sen, sen, sen..."
"-Ben, ben, ben... tut kuyruğundan şunu, at!"
Adolf Hitler bıyığın bir tekmesi. Önce masa, sonra altüst olan bar. Yumrukları Yahudinin. Pırıl pırıl çizmeler, Adolf Hitler bıyık, kolalı yaka, kravat...
Yumruk, tekme tokat!
Birden bir şimşek Selahattin beyin. Belindeki tabancayı anası koymamıştı Yahudi'nin, ve Yahudi sayıyla verilmemişti Selahattin beye!
Beş kurşundan üçü ablak suratına gömülmüştü Yahudinin, dördüncü ta karşıdaki ampulü parçalamış, beşinci beyaz yağlı boyasına saplânmıştı tavan tahtasının!
... ... ... ... ... ... ... ... ... ...
-Kamyon!
-Hop?
-Benim karım Gürcü!
-Erkek olur gürcü kızları...
-Kocaları hapse düşünce?
-Beklerler!
-Hiç çıkmayacağını bile bilseler?
-Gene beklerler!
-Bu yastık var ya bu yastık?
-Evet bey, biliyorum. karının kokusu sinmiş, zifaf yastığınız!
-Kamyon!
-Hop?
-El yüz yıkıyacağım.
-Kamyon!
-Hop?
-Su dökeceğim!
Bir gün de:
-Kamyon!
-Hop?
-Canım sıkılıyor..
Önceleri tek kaatlı esrar cıgarası, sonra çift kaatlı, daha sonra afyon, eroin, kumar. Bütün bunlar çok iyi geliyordu cansıkıntısına.
Ağır bir hastalık yüzünden üç ay hastahanede yattım. Bu üç ay içinde ne olmuşsa olmuş. Taburcu edilip döndüğüm gün Bobi kapıda karşıladı:
-Seninkini görme!!
-Kim benimki?
-Kaplân avcısı!
-Ne oldu?
-Esrar, eroin, kumar..
-Yapma!
-Yaptım gitti. Çık da gör halini!
-Üç ayda ha?
Kumar bir canavar olmuş üç ayda. Ne nikel traş takımı, ne kat kat, renk renk, biçim biçim elbise, ne halı, ne kilim, ne de bir kenarda birkaç kuruş, hatta ne yatak, ne yorgan, ne de pırıl pırıl meşiniyle küstah bavul!
Yalnız zifaf gecesi yastığı.
Bir sabah yanıma çekinerek sokuldu. Gözlerinde tekme yemiş köpek korkaklığı. Adolf Hitler bıyığı kırpılmamış, sakalı uzamış, avurtları çökmüş.
-Geçmiş olsun, dedi.
-Teşekkür ederim. Fakat siz...
-Düşmez kalkmaz bir Allah!
-Peki ama, üç ayda?
-İşte görüyorsunuz. Bırakın şimdi bunu, size bir ricada bulunabilir miyim?
-Estafurullah..
Koridorun nemli griliğinde yanyana yürüdük.
-Çok utanıyorum, dedi.
-Neden?
-Şu halimden. Fakat, gece bir rüya gördüm, beyaz sakallı bir derviş..
-Evet?
-Bul bir beş lira dedi.
-Beş lira? Ne için?
-Talihini dene, korkma. Kazanacaksın kaybettiklerini dedi.
Anlamıştım başıma geleceği.
-Bir beş liracık olsa.. Hani siz hatırlıyacaksınız, karımın zifaf yastığı vardı. Onu size rehin bırakırdım!
Yapacağım bir şey yoktu. Yastığı getirdi, elinde beşlik, koşarak, sevinçle gitti. Gece döndü koğuşa. Suçlu, korkak:
-Kamyon!
-Ne var?
-Yutuldum!
-Başka ne gelir elinden?
-Evet ama, karımın zifaf yastığı?
-Sen sağ ol!
-Kamyon!
-Söyle.
-Bak, orda duruyor, nah orda..
-Sana ne?
-Karımın kokusu var onda, benim o!
-Beşliği götür o zaman senin olur gene..
-Yok!
Usullacık baktım, yaş yaş parlayan kirpikleriyle yastığına bakıyordu.
-Karımın kokusu, diye sızlandı.
-Önce düşünmeliydin!
-Düşünmeliydim Kamyon..
-Kamyon deme bana bundan sonra!
-Ya?
-Adım yok mu?
-Eskiden kızmazdın..
-Eski çamlar bardak oldu!
Sabahleyin baktım ne yastık vardı yerinde, ne o. Kamyon:
-İstersen gidip gözünü patlatayım! dedi.
-Niçin?
-Yastığı...
-Bırak.
-Beşlik ne olacak?
-Sağlık olsun.
Sonraları yastığı birine ikibuçuk, bir başkasına bir gümüş tekliğe rehin bırakıp bana yaptığı gibi, çalmış. En sonuncusunda elli kuruş almış. Çalarken yakalanıp ağzı burnu kırılmış. Kan içindeydi. Beni görünce kanlı yüzünü eliyle saklamağa çalışarak savuştu.
Yaz geçti, sonbahar. Ardından kış.
-Hani ya güzel fotoğraflarım vaaar!
Tanış ses kulak verdim:
-Çeyreğe fotoğraflar, güzel güzel fotoğraflaaar!!!
Bir ara Bobi, tıkız kedi yavrusu çevikliğiyle içeri girdi. Elinde üç kartpostal:
-Bak!
-Ne bunlar?
-Seninki satıyor!
Fotoğraflardan birinde Adolf Hitler bıyığı, pırıl pırıl çizmeleriyle, yanında gencecik karısı. Kadın merdivene oturmuş, eteği kaymış, baldırı görünüyordu.
Dünyada harp vardı!
Dünyadaki harbe alkış tutan yalancı rotatifler, baskı makineleri, radyolar, bütün bunları alkışlayan aldatılmış kalabalıklar vardı!
(İstanbul - 962) |