Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
| Tokat Erbaa Tarihi Geçmişi
Erbaa kelimesi, Arapça olup "dört" anlamına gelmektedir. Osmanlı İmparatorluğu kayıtlarında ise 18. yüzyılın başlarından itibaren Erbaa adının kullanıldığı görülmektedir. Bir ara bu kelime "Nevahi-i Erbaa" şeklinde kullanılmıştır. Mevzubahis dönemde Niksar-Amasya arasında en önemli yerleşim birimleri; Erek, Karayaka, Sonusa ve Taşâbat idi. Nüfus yönünden ancak birer nahiye büyüklüğünde ve aynı bölgede olmalarından hepsine birden Nevahi-i Erbaa yani "dört nahiye" denilmiştir. Hatta tahakkuk eden vergiler de bu isimle kaydedilmiştir. H.1256/M. 1840'ta, Erbaa adıyla bu dört nahiyenin (Erek, Karayaka, Sonusa, Taşâbat) vergisi 47.243 kuruş olarak resmi evraka geçmiştir. Buna göre Erbaa; Erek, Karayaka, Sonusa ve Taşâbat'ın genel bir adı olmuş, dördü birden sanki bir ilçe görünümünü almıştır. Hatta resmiyette Kaza-i Erbaa tâbiri de kullanılmıştır.Daha sonra Erek diğerlerine göre daha fazla gelişim gösterince, Erbaa adını tek başına alarak 1872'de ilçe olmuştur. Kalan üçü yani Taşâbat, Karayaka ve Sonusa ise Erek'e yani bugünkü Erbaa'ya bağlanıp onun köyleri olmuşlardır. Daha sonra 1944'te Taşabat'ın yani günümüzdeki Taşova'nın Erbaa'dan ayrılıp ayrı bir ilçe olmasıyla Sonusa da Taşova'ya bağlanmıştır. Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. Tarihöncesi Dönem: 2011 yılında Çorum'un Bayat ilçesinde bulunan ocağa kadar Anadolu'daki en eski yer altı maden işletmesi MÖ 5000 yılına ait olup Erbaa'nın Kozlu köyünde olarak kayıtlara geçmiş ve bilinmiştir. Bu maden ocağına "Eski Gümüşlük" olarak bilinen mevkiide yapılan sondaj destekli aramalar sayesinde ulaşılmış ve ODTÜ Fizik Bölümü Radyokarbon laboratuvarında yapılan C-14 analizleri sonucunda MÖ 5000 tarihine ulaşılmıştır. Araştırmacılar, yörede ihtiyaç duyulan bakır gereksiniminin binlerce yıl boyunca bu maden ocağından karşılandığı ihtimali üzerinde durmaktadır. Eski Tunç Çağı: Günümüzde Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde sergilenmekte olan ve müzenin en değerli parçalarından biri olan"Bebeğini Emziren Ana" heykelciği Erbaa ilçe merkezi sınırlarında bulunan Horoztepe Arkeolojik Sit Alanı'nda yapılan arkeolojik kazılar sırasında bulunmuştur. Helenistik Dönem ve Roma Dönemi: Dünyanın ilk coğrafyacısı olarak bilinen Amasyalı Strabon Roma Dönemi'ndeki adı Phanaroia olan Erbaa Ovası'nın coğrafyasını ve bitki örtüsünü şöyle tanımlamaktadır: "Sidene ve Themiskrya Pharnika'ya sınır oluşturur.Bu bölgelerin yukarısında Pontus'un en iyi bölümü olan Phanaroia uzanır çünkü; Phanaroia bölgesinde zeytin yetişir, kaliteli şarap elde edilir ve bazı başka faydalar sağlanır. Doğu tarafta bölge uzantısıyla paralel gidişatta Paryadres yer alır, batı tarafta ise Lithros ve Ophlimos uzanır. Phanaroia oldukça uzun ve geniş bir vadidir. Topraklarını Armenia'dan Lykos ile Amaseia civarının dar geçitlerini aşarak gelen İris sular; iki ırmak vadinin yaklaşık ortasında birleşir." Strabon yukarıdaki ifadesinde de görüleceği üzere günümüz Erbaa topraklarını tüm Pontus'un en iyi bölümü olarak ifade etmiştir. "Armenia'dan Lykos" olarak belirttiği ırmak günümüzdeki Kelkit Çayı'nın o dönemki adıdır. Yine Amaseia civarının dar geçitlerini aştığı belirtilen İris ise günümüzdeki Yeşilırmak'ın o dönemki adıdır. Bahsedilen iki ırmağın birleştiği yer ise günümüzde Erbaa'ya bağlı ve ilçe merkezine 13 km. uzaklıktaki Kale köyüdür. Bahsedilen Tozanlı ve Kelkit, Erbaa'da birleştikten sonra Yeşilırmak adı ile Çarşamba'da denize dökülür. Büyük Mithridatis unvanlı Pontus kralı VI. Mithridates Eupator, "Boğazkesen" olarak bilinen bu birleşim noktasının hemen yakınında yer alan ve günümüzde Çevresu köyünün kurulu olduğu topraklara kendi adını taşıyacak bir kent kurulması emrini verdi. Böylelikle M.Ö. 2.yüzyıl sonları - 1. yüzyıl başları aralığında Eupator'un ismini taşıyan Eupatoria veyahut Türkçe okunuşuyla Evpatorya kurulmuş oldu. Şehrin kaderindeki kırılma noktası ise Üçüncü Mithridatis Savaşı'nda yaşandı. Boğazkesen geçidini ve şehri savunmakla görevli olan Phoiniks, M.Ö. 71'de bu görevinde sadakatsizlik göstererek direniş göstermeksizin şehri ve geçidi Roma Cumhuriyeti ordularına teslim etti. VI. Mithridates, savaştan dört yıl sonra M.Ö. 67'de şehri tekrar ele geçirdi ancak bu durum şehre bir ödül değil ceza olarak döndü. Adını taşıyan şehrin ona yaptığı ihanetin intikamını tüm şehri yakıp yıkarak aldı. Her ne kadar daha sonraki süreçte şehri yeniden imar edip ayağa kaldırmaya karar verdiyse de savaş döneminin çalkantılı koşulları imar çalışmalarının bitmesine fırsat vermedi. M.Ö. 65 sonu - M.Ö. 64 başı dolaylarında şehir Roma Cumhuriyeti'nin ünlü kumandanı Gnaeus Pompeius Magnus tarafından tekrar ele geçirildi ve çalışmalar yarım kaldı. Büyük Pompey olarak da bilinen ünlü Roma Generali Gnaeus Pompeius Magnus harap olmuş bu şehrin olanaklarını arttırdı, arazisini büyütüp şehri ayağa kaldırdı ve yeni şehrin adını kendi isminden hareketle “Büyük Pompeius’un Kenti” anlamına gelen Magnopolis koydu. Siyasi istikrarsızlığın uzun yıllar boyunca aşılamadığı bölgede, şehir yok olana dek II. Farnekes de dahil olmak üzere birden fazla hükümdar hüküm sürdü. Tarihi belgelere ve arkeolojik buluntulara dayanarak şehrin M.S. 2. yüzyıl ortalarında veya 3.yüzyıl başında terk edilmiş/yok edilmiş olabileceği düşünülmektedir. 2012 yılında Kale köyü, Boğazkesen Mevki'nde defineciler yaptığı kaçak kazılar ile buldukları iki kaya mezarını tahrip etmiştir. Bu kaya mezarlarının VI. Mithridates'in kızının kayıp mezarı olabileceği belirtilmiştir. Mithridatis Savaşları dönemi, şehir için sonun başlangıcına dönük fitili ateşlemiş ve Gaziosmanpaşa Üniversitesinde görevli Öğretim Üyesi Dr. Murat Tekin'in tabiriyle " Adının büyüklüğünü tarihte yaşamasına engel olmuştur." Boğazkesen'de Bizans, Selçuklu ve Osmanlı gibi farklı dönemlerde tadilat görmüş olan ve yapım tarihi tam olarak bilinmeyen Boğazkesen Köprüsü de bulunmaktadır. Yavuz Sultan Selim ve ordusunun Çaldıran Muharebesi'ne giderken geçtiği bu tarihi köprünün günümüzde yalnızca ayakları sağlam biçimde durmaktadır. Ayrıca bu köprüyü ve geçidi korumakla görevli Boğazkesen Kalesi'nin de kalıntıları mevcuttur. Erbaa'nın Hacıpazar köyünde 1983 yılında tesadüfen bulunan Bizans Dönemi'ne ait bazı eserler Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde korunmaktadır. Yine ilçeye bağlı bazı köylerde irili ufaklı tarihi kalıntılar bulunmaktadır. Beylikler, Selçuklu ve Osmanlı Dönemi: Erbaa, İslamiyet ile Danişmentliler Beyliği'nin öncüsü Melik Ahmet Gazi tarafından 1077'de fethedilmesi ile tanışmıştır. Bu fetih ile başlayan sürecin ilçedeki en önemli yapısı ise Akça köyünde bulunan Silahtar Ömer Paşa Camii'dir. Halen sağlam bir şekilde ayakta olan ve kullanılmaya devam eden cami, "Çandı Tekniği" sayesinde hiç çivi kullanılmadan, ahşap ve kesme taştan yapılmıştır. Caminin inşa kitabesi günümüze ulaşmadığından dolayı tarihlendirme hususunda görüş farklılıkları bulunur. İlk görüşe göre 1676 yılında inşa edilmiş, 17. yüzyılın ikinci yarısına ait bir Osmanlı eseridir. İkinci görüşe göre ise cami bir Selçuklu eseridir ve inşa kitabesinin olmayışından ötürü sehven Osmanlı eseri sanılmaktadır. Erbaa ilçe merkezinin yani o yıllardaki ismi ile Erek'in 1600'lü yıllarda çok küçük bir yerleşim yeri olduğu Evliya Çelebi'nin o tarihte yaptığı gezide bugün Erbaa'ya bağlı köy olan Koçak'a uğramış ve konaklamış olmasına rağmen Erbaa'ya uğramayıp Niksar'a geçmiş olmasından anlaşılmaktadır. Son olarak Osmanlı Devleti'nin döneminden günümüze ulaşan bir diğer yapıya ise Ravakbaba Türbesi ve Ravakbaba Camii örnek verilebilir. Erbaa, 1872 yılında Amasya vilayetine bağlı bir kaza olmuştur. Erbaa'nın 1904'teki nüfusunun cinsiyete göre etnik ve dinsel dağılımı ise şu şekildedir. Cumhuriyet Dönemi: Erbaa'nın taşınması ve yeniden kuruluşu Erbaa,üst üste yaşadığı 1939 Erzincan Depremi, 1942 Niksar-Erbaa Depremi ve 1943 Erbaa Depremi'nden sonra neredeyse tamamen haritadan silinmiştir. Bu afetler ve sonrasında yaşanan gelişmeler Erbaa'nın yerinin tamamen değiştirilmesine giden süreci ortaya çıkarmıştır. 1939 Erzincan Depremi: 1939 Erzincan Depremi'nin ardından yapılan çalışmalar sonrası 4 Ocak 1940'ta belirlenen sonuçlarına göre ilçe merkezi ve köylerde 2276 bina yıkılmıştır. 921 kişi ölmüş, 585 kişi yaralanmıştır. Bu büyük felaket sonrası Kızılay, Erbaa'ya 200 yataklı bir sahra hastanesi kurmak için hazırlıklar yapmıştır. Bu felaket sonrası kurtarma ve yardım çalışmalarındaki üstün gayretlerinden ötürü 24 Nisan 1940'ta Erbaa'dan 52 mahkûm affa uğramıştır. Depremden sonra yetim kalan çocuklardan 16 tanesi Malatya Çocuk Esirgeme Kurumu'na, 3 tanesi Adana Çocuk Esirgeme Kurumu'na, 17 tanesi ise Ankara Çocuk Esirgeme Kurumu'na gönderilmiştir. 1942 Erbaa-Niksar Depremi: 20 Aralık 1942'de gerçekleşen ve depremin merkez üssünün yörenin kendisi olmasından ötürü Erbaa tarihinde yaşanmış en yıkıcı, en büyük depremdir. Bu deprem sonucunda Erbaa'da 2295 ev, 4 otel, 4 fırın, 127 dükkân, 8 kahvehane, 13 depo ve bir mezbahane ile Belediye Binası yıkılmıştır. Sadece bir hamam ile birkaç ahşap yapı ayakta kalabilmiştir. Toplam 534 kişi can vermiştir. 1943 Erbaa Depremi: Toplam 12 kişinin can verdiği bu deprem üst üste yaşanan depremlerden en hafif olanıdır. Bu depremlerin ardından zorunlu olarak Erbaa'nın zemini ile ilgili devlet eliyle ilgili çalışmaların başladığı sürece girilmiştir. Erbaa'nın Taşınması: Üst üste üç büyük felaket yaşayan yörede, gelen heyetler tarafından jeolojik ve tektonik araştırmalar yapılmış ve şehir merkezinin Kuzey Anadolu Fay Hattı'nın tam üstüne yapıldığı rapor edilmiş ve yerinin değiştirilmesi önerilmiştir. Bu rapor üzerine Bakanlar Kurulu toplanmış ve aldığı karar ile Erbaa'nın eski yerinin güneyinde ve İmbat Deresi'nin batısında "Ardıçlık" mevkiine taşınması hükme bağlanmıştır. Bu karar üzerine 15 Nisan 1944 tarihinde Hükûmet Konağı'nın törenle temelinin atılmasıyla Erbaa şehir merkezi yeni yerinde Alman bir şehir planlamacısının çizimleriyle düzenli bir yerleşimle yeniden kurulmaya başlamıştır. Bu nedenle günümüz Erbaa şehir merkezinde "tarihi eser" olarak nitelenebilecek bir yapı bulunmayıp en eski bina 1944 yapımıdır. tr.wikipedia.org'dan alıntıdır.
__________________ Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz. Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde.
Konu SpinoZi tarafından (13 Şubat 2024 Saat 06:51 ) değiştirilmiştir.
Sebep: İçerik düzenlendi.
|