Yâkût-i Arşî,
insanlara olduğu gibi, hayvanlara karşı da çok merhamet sâhibiydi. Kuşlar ve diğer hayvanlardan bâzıları gelerek, ona bâzı şeyler sorarlardı. Allahü teâlânın izni ile onların ne söylediklerini anlar ve yardım ederdi.
Bir defâsında dostları ile birlikte otururlarken, bir güvercin gelerek Yâkût-i Arşî’nin omuzuna kondu. Bir şeyler söylüyormuş gibi sesler çıkardı. Yâkût hazretleri bu güvercine; “Senin yanına dervişlerden birini katayım mı? Onunla gider misin?” dedi.
(Sonradan anlaşıldığına göre) güvercin; “Senden başka kimseyi kabûl etmem” diyerek ısrâr ediyordu. Yâkût hazretleri kalkıp hayvanına bindi. İskenderiyye’den Eski Mısır denilen yere gitti. Oradan Amr bin As Câmiine vardı.
Orada bulunanlara; “Bana filân müezzini çağırır mısınız?” dedi. Çağırdılar. O müezzine; “Ey müezzin kardeş! Bu güvercin İskenderiyye’ye kadar gelip bana şikâyette bulundu ki, minârede bu güvercinin bir yuvası varmış.
Güvercin yavrulayıp, yavruları biraz büyüyünce, sen bunun yavrularını kesip yermişsin.” dedi. Müezzin bu hâlini îtirâf edip; “Doğrudur. Bu hâl birkaç defâ oldu” dedi.
Yâkût hazretleri müezzine, bu hâlin bir daha tekrarlanmamasını tenbih etti. Müezzin tövbe etti. Bir daha yapmamaya söz verdi. Yâkût hazretleri de hayvanına binerek tekrar İskenderiyye’ye döndü.
Bir defâsında zamânın sultânı bu zâtı ziyârete gelmişti. Geldiğinde, Yâkût hazretlerini, Habeşli siyâhî bir kimse olarak görüp, kalbinden; “Bu siyah bir köledir. Bu kimse büyük bir zât olabilir mi?” diye geçirdi.
Yâkût hazretleri, kerâmet olarak sultânın bu düşüncelerini anlayarak, onun yanına yaklaştı. Başına yedi defâ dokundu; “Ama bu, nîmetlendirilmiş bir köledir.” buyurdu.
Sultan hatâsını anlayıp, Allahü teâlânın velî kulları hakkında görünüşe göre hüküm vermenin veyâ görünüşe aldanarak onları aşağı görmenin ne kadar çirkin ve tehlikeli olduğunu anlayıp, önceki düşüncelerine pişmân oldu.
Bu hâdiseden sonra sultan, yedi ay daha yaşayıp vefât etti. Böylece, Yâkût hazretlerinin sultânın başına yedi defâ vurmasının hikmeti anlaşılmış oldu.
Yâkût-i Arşî’nin kerâmetlerinden biri de şuydu: Kendisine yemesi için bir yemek getirilse ve o yemek şüpheli olsa, o yemeğin üzerinde bir zulmet ve ağırlık olduğunu hissederek, aslâ yemezdi ve terkederdi.
[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]