Çevrimdışı ♪ Lafazan FM ♪
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
| KARACAOĞLAN VE ELİF İN HAZİN ÖYKÜSÜ
Güney illerimizde bir söylenceye (efsaneye) göre Karacoğlan’ın yaşamı şöyledir:
Asıl adı Hasan’mış. Daha bir yaşına basmadan anadan öksüz kalmış. Beş yaşına varmadan da babası Kara İlyas, Ko*zan derebeyi Hüsam Bey(*} tarafından askere alınmış. Bir daha da dönmemiş. Böylece küçük Hasan ortalıktı kalakalmış !
Anasının “Karaca” diye sevip doyamadığı Hasan’a köyden (Farsak köyünden) Serdengeçti Osman Ağa sahip çıkmış. Ona babalık etmiş, büyütmüş. Yaşı on sekize gelince de, köyde kimi kimsesi olmayan dilsiz bir kızla evlendirmek istemiş.
Karacoğlan, bu dilsiz kızla evlenmek istememiş. Ama bu düşüncesini çok sert bir adam olan babalığı Osman Ağa’ya da söyleyememiş. Çareyi köyden kaçmakta bulmuş. Düğün hazırlıkları yapılırken bir gece köyden kaçmış.
Karacoğlan dağlar, tepeler aşmış, nereye gittiğini bi*meden durmadan yürümüş… Yorgunluktan yürüyemez duruma gelince, ulu bir çam ağacının altına oturmuş. Daha oturur oturmaz da uyumuş.
Uykusunda ak sakallı bir dede, Karacoğlan’a dolu bir tas uzatmış:
– İç şunu, iç ki, yorgunluğun ve dargınlığın son bulsun. Dilin bülbül, gönlün şen olsun, demiş.
Karacoğlan, tası başına dikip içince kendine gelmiş. Yorgunluğu üstünden gidivermiş. İçinin çalıp söylemek isteğiyle coştuğunu görmüş. Sazını eline alıp yeniden yollara düşmüş…
Bir gün Aladağlar’da bir Türkmen obasına konuk olmuş. Çalıp söylemiş. Oba halkı Karacoğlan’ı çok sevmiş:
– Âşık, hiç üzülme, demişler. Burasını kendi oban gibi bil, burda kal, obamız şenlensin !
Karacoğlan obada kalmış. Günler gelip geçerken, Karacoğlan obabaşı Boran Bey’in biricik kızı Elife âşık olmuş. Boran Bey de babalığı Osman Ağa gibi sert bir adammış. Derdini içine gömmüş, gizlice obayı terketmiş…
Dağları aşa aşa, günlerden bir gün Karaman iline gelmiş. Orada da Boran Bey’in obasıyla karşılaşmasın mı ? Hem şaşırmış, hem sevinmiş. Elif de aylardır Karacoğlan’ın özlemiyle yanıp tutuşuyormuş…
Bir gece gizlice buluşup obadan kaçmışlar. Uzaklarda, çok uzaklarda, bir obaya, obanın beyi Tuğrul Bey’e sığınmışlar. Tuğrul Bey, obalılar, çok iyi karşılamışlar bunları. Artık Karacoğlan’la Elif orada katmışlar.
Tuğrul Bey, dillere destan bir düğün yaptırarak bunları evlendirmiş. Karacoğlan obalılara saz çalıyor, Elif de ev işleriyle uğraşıyor, mutluluk içinde geçinip gidiyorlarmış.
O yörede Köse Veli derler bir adam varmış. Elif ?e tutulup âşık olmuş. Bir gece Karacoğlan yokken, çadıra girivermiş, Elife saldırmış. Ne yapsın Elifcik? Bir duyan olmasın, rezil olmayalım diyerek sesini çıkaramamış.
Karacaoğlan bu olayı öğrenince çok üzülmüş. Derdinden deli olmuş. “Demek Elif bana ihanet etti !” diyerek obadan ayrılmış, yeniden gurbete çıkmış.
Gönlü kırık, yıllarca gurbet ellerde dolaşıp durmuş…
Elife gelince, o da, o günden sonra kara çadırından hiç dışarı çıkmamış. “Ergeç gerçeği öğrenecek, bana dönecek!” umuduyla Karacoğlan’ın yolunu gözlemiş. Bir zamanlar oba*nın en güzel gelini olan Elifcik de yaşlanmış, artık obanın Elif Ana’sı olmuş…
Elif Ana bir gün çadırın önünde otururken, oradan geçen bir çerçiye sormuş:
– Çerçi kardaş, hiç gezdiğin yerlerde onu gördün mü?
Çerçi de:
– Sen kimden söz ediyorsun teyze ? demiş.
– Kimden olsun çerçi kardaş, Karacamdan söz ediyorum !
– Elif dedikleri sen misin?
– işte o benim kardaş! Boran Bey’in kızı, Karacoğlan’ın Elifi…
Çerçi oradan hızla ayrılmış. Gidip Karacoğlan’ı bulmuş:
– Çabuk ol, demiş, artık inadından vazgeç. Elifin eli ayağı tutmaz olmuş. Yolunu gözleyip duruyor. Ya yetişirsin, ya yetişemezsin, çabuk ol, hemen yola düş!
Karacoğlan çerçiye:
– işte görüyorsun durumumu, ben bu bükük belle ta oralara nasıl giderim? deyince, çerçi de:
– Hadi atla atıma, deyip Karacoğlan’ı eski obasına gö*türmüş.
Bütün oba Karacoğlan’ın başına toplanmış. Ayakta zor durabilen Karacoğlan:
– Nerede? diye sormuş, Elif nerede ?
Kalabalık donup kalmış, kimseden ses çıkmamış.
– Yoksa öldü mü ?
Yaşlılardan biri mezarlığı göstermiş:
– işte orada !
Gençlerin yardımıyla Karacoğlan mezarlığa varmış. Yeni bir dut fidanı dikilen Elifin mezarının başına oturmuş. Sazını göğsüne bastırarak söylemeye başlamış:
“Şu yalan dünyaya geldim geleli,
Tas tas içtim ağuları sağ iken.
Kahpe felek vermez benim muradım,
Viran oldum mor sümbüllü bağ iken…”
Sonra sazını dut fidanına asmış:
– Bu saz burada kıyamete kadar kalacak, demiş, oraya yığılıp kalmış…
Obalılar, Karacoğlan’ı Elifin yattığı tepenin karşısına gömmüşler.(**)
Derler ki, her yıl ilkbaharda, o tepenin üstünde biri yeşil, biri mavi iki ışık yükselir, gökyüzünde birleşir. Karacaoğlan’la Elifin sevgileridir bunlar…
Saza gelince, o saz da yıllarca orada asılı kalmış. Çürü*müş, yenisini yapıp asmışlar. Dut ağacı yaşlanmış, yıkılmış, Yeni bir dut fidanı dikmişler. Yüzyıllardır, yel estikçe Karacaoğlan’ın sazı kendi kendine ötüp durmuş… |