Çevrimdışı ♪ Lafazan FM ♪
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
| Sinsi Kur’ân-ı Kerim Düşmanlığı.(SADECE KURAN YETER DİYENLER)
Sinsi Kur’ân-ı Kerim Düşmanlığı.
Dinde reform yapmak, dîni bozmak isteyenler, “Kur’ân-ı kerîmin ma’nâsını bilmeden okumanın faydası olmaz, ma’nâsını bilmeyen meâl okumalı” diyorlar. Ayrıca Kur’ân-ı kerîm okumak için bir şartın olmadığını, abdestli abdestsiz, hattâ cünüp iken bile okunabileceğini söylüyorlar.
Böyle söyleyen kimselerin, ünvânı ne olursa olsun, ister profesör, ister dekan, isterse rektör olsun, bunların art niyetli oldukları açıktır. Kur’ân-ı kerîmi sıradan bir kitap hâline getirmek istiyorlar. Bu sinsi bir Kur’ân-ı kerim düşmanlığıdır. Kur’ân-ı kerîm orijinal hâli ile Kur’ân-ı kerîmdir. Meâline, Kur’ân-ı kerîm denilemez. Buna Allah kelâmı denilemez.
Meâl yazılmasının 70-80 yıllık bir geçmişi vardır. Eğer meâl okumak önemli olsaydı, İslâm âlimleri asırlar öncesinden bunu yazarlardı. İslâm âlimleri, meâl okumanın zararlarını bildikleri için, Kur’ân-ı kerîmin ma’nâsını, ya’nî hükümlerini, emirlerini, yasaklarını fıkıh kitaplarında herkesin anlayabileceği şekilde yazmışlar; bereketlenmek, sevâb kazanmak için de Kur’ân-ı kerîmi aslından okumayı tavsiye etmişlerdir. Müslümanlar, dinlerini bu kitaplardan öğrenmişlerdir.
Kur’ân-ı kerîmin nasıl okunacağını, ne maksatla okunacağını, Eshâb-ı kirâm, İslâm âlimleri, mezhep imâmlarımız asırlar önce bildirmişler ve 14 asırdır bu şekilde yapılmıştır.
Asırlardır, çeşitli dildeki, ırktaki Müslümanlar Arapça bilmedikleri, ma’nâsını anlamadıkları hâlde Kur’ân-ı kerîmi okumuşlar, hadîs-i şerîflerde bildirilen faydalara, sevâblara kavuşmuşlardır. Ma’nâsını bilmeden okunmaz diyenlerin maksadı Müslümanları, bu faydalardan, sevâblardan mahrûm bırakmaktır.
Bütün bunları bir tarafa atıp, yeni usûller, yeni hükümler çıkarmaya kalkanların kötü niyetleri ortadadır. Bunları iyi niyetli zannetmek saflık olur. Bilerek veya bilmiyerek böyle bozuk fikirlere inanmak, öncülük etmek, dînin yıkılmasına yardım etmek olur.
Kur’ân-ı kerim ve fıkıh kitapları
Bazıları ısrarla, “Alimleri, fıkıh kitaplarını bir tarafa bırakın, dininizi doğrudan Kur’an-ı kerimden öğrenin!” diyorlar. Esas maksatları, dinde kargaşa meydana getirmek. Dinin temeli olan fıkıh’tan uzak tutmak.
Asırlardır, dinimizin emir ve yasakları fıkıh kitaplarından, ilmihâl kitaplarından öğrenilmiştir. Bu yol sağlam yoldur. Fakat Meşrutiyetten beri, belli odaklar, Müslümanları sinsice fıkıh kitaplarından uzaklaştırıp, meallere, tefsirlere, tercümelere yönlendirme gayretine girmiş bulunmaktadır. Bu maksatla, “Dinimizi esas kaynağından öğrenin, aracıları ortadan kaldırın” gibi sloganlar ortaya attılar. İşin aslını bilmeyen çok kimse de, bu sinsice hazırlanmış tuzağa yakalandılar.
Birçok şey alıştıra alıştıra kabullendirilir. Bazı yanlış inanç, fikir, görüş, metot ve kanaatler vardır ki, insanlar onları önce iter, reddeder. Fakat devamlı propaganda, beyin yıkama ve telkin neticesinde, bu itiş ve reddetme, zamanla zayıflar ve toplumun direnişinde gevşeme başlar. Gün gelir, bakarsınız ki, o bozuk ve bâtıl fikir ve metotlar, aynı topluluk tarafından benimsenir ve kabul görür.
İşte, büyük-küçük her Müslümanın, bir adet Kur’an tercümesi edinerek, İslâmiyeti doğrudan doğruya kutsal kitabından veya kaynağından öğrenmesi fikri de böyle olmuştur. Bu, yıllardır yaptıkları beyin yıkama propagandalarının bir neticesidir.
Maalesef zamanımızda Müslümanların çoğu, bu propagandanın tesiri ile, evlerinde bir meal bulundurma, dini buradan öğrenme yanlışlığına düştüler. Hâlbuki, bizim, dinin temel bilgilerini Kur’an tercümelerinden elde etmemiz, öğrenmemiz mümkün değildir.
İslâmiyeti içeriden yıkmak, dinimizin temellerini dinamitlemek isteyen reformcuların ve inkârcıların, yıllar boyu devam eden teraneleri şu olmuştur: “Herkes dinini doğrudan doğruya Kur’an-ı kerimden öğrensin. Bunun için de herkese bir tercüme, yahut meal veya tefsir temin edilsin. Onu okusunlar; eski kafalı hocalar, fıkıh kitapları aradan çıksınlar!..”
Nihayet onların dediği olmuş, bu sinsi oyun, yani dini bilgileri meallerden ve tercüme kaynaklardan almak fikri, doğru olarak kabul edilmiş ve tercümeler, mealler peynir ekmek gibi satılmaya başlamıştır.
Neticede ne olmuştur? İslâmî otorite ve hiyerarşi kavramları yıkılmış…
Söz ayağa düşmüş… Reform hareketleri başlamış… Mezhepsizlik yayılmış… Hemen arkasından da dinsizlik yayılmaya başlamış. Bu hareketler, ne zaman ve kimler tarafından başlatılmış o da çok önemli. Bunu da, 1924 tarihli Sebilürreşad Mecmuasından öğrenelim:
“Kur’an-ı kerim’i tercüme etmek, basıp yaymak bir müddetten beri moda oldu. Ne gariptir ki, ilk defa bu işe teşebbüs eden, Zeki Megamiz isminde, Arap asıllı bir Hıristiyandır. Daha sonra Cihan Kütüphanesi sahibi Ermeni Mihran Efendi acele olarak, diğer bir tercümenin basımına başladı ve az zamanda sona erdirerek, “Türkçe Kur’an” ismiyle yayınladı.”
Asırlardır, bütün ömürlerini dini yaymakla geçiren, bu uğurda hiçbir fedakârlıktan kaçınmayan İslâm âlimlerinin, Kur’an-ı kerimin tercümesini, meallerini hazırlamayıp da, yabancıların böyle bir çalışma yapması, bizlere çok şey hatırlatmalıdır…
Netice olarak şunu söyleyebiliriz ki, tercüme ve meal, gerçekten dine faydalı olsaydı, İslâm büyükleri bu faaliyeti gayri müslimlere bırakırlar mıydı? En güzelini kendileri yapmaz mıydı?
Kur’ân-ı kerimle amel etmek mümkün mü?
Her devletin bir anayasası vardır. Bu anayasalar kısa ve özdür. Bu anayasaya dayalı olarak kanunlar, kanunlara dayalı olarak, tüzükler, yönetmelikler… hazırlanır. Bir kimsenin çıkıp, anayasadan başka kanun, nizam tanımam demesi ne kadar yanlış ise bir Müslümanın:
“Ben fıkıh kitaplarına uymam, Kur’an’la amel ederim” demesi de o kadar yanlıştır. Nasıl ki, Anayasada bütün hükümler, bütün cezalar bildirilmeyip Anayasa, kanunlara havale edilmişse dini hükümler de böyle havale edilmiştir.
Kur’an-ı kerimi hadis-i şerifler, hadis-i şerifleri de mezheb imamları açıklamıştır. Nasıl ki, kanunlar, anayasanın gösterdiği istikamette hazırlanıyorsa, mezhepler de, fıkıh kitapları da Kur’an-ı kerimin ve hadis-i şeriflerin bildirdiği istikamette teşekkül ettirilmiştir.
Kur’an-ı kerimi herkes kolayca anlasa idi, Peygambere ihtiyaç kalmazdı. Hadis-i şerifler, Kur’an-ı kerimin açıklaması mahiyetindedir. Hakiki âlimler de, hadis-i şerifleri açıklamışlar ve fıkıh kitapları ortaya çıkmıştır.
Büyük âlim Muhammed Hadimî hazretleri bu gerçeği şöyle ifade eder:
“Dindeki dört delil, müctehid âlimler içindir. Bizim için delil, mezhebimizin bildirdiği hükümdür. Çünkü biz, ayetten ve hadisten hüküm çıkaramayız. Bunun için, mezhebimizin bir hükmü, ayet ve hadise uymuyor gibi göründüğünde, mezhebimizin hükmüne uyulur.
Başka bir ayet veya hadisle değişmiş olabilir o hüküm. Bunları da ancak müctehid âlimler anlar. Bunun için tefsir ve hadisten değil, âlimlerin kitaplarından dinimizi öğrenmemiz gerekir.”
İslâma, Kur’an’a uymak, tefsir okumakla değil, ancak fıkıh kitabına uymakla olur. Bir kimse, Kur’an-ı kerimden, tefsirden anladığına uyarsa, İslâma uymuş olmaz. Kur’an-ı kerimde her hüküm var ise de, bunları doğru olarak Resulullah efendimiz açıklamıştır. Resulullaha uymak farzdır. Kur’an-ı kerimde, “De ki: Eğer
Allah’ı seviyorsanız, bana tabi olun!”, “Ona tabi olun ki, doğru yolu bulasınız.” buyuruluyor.
İmam-ı Rabbanî hazretleri buyurdu ki:
“Cenab-ı Hak, Kur’an-ı kerimde, Muhammed aleyhisselama itaat etmenin, kendisine itaat etmek olduğunu bildiriyor. O hâlde, Onun Resulüne itaat edilmedikçe, O’na itaat edilmiş olmaz.”
Hadis-i şerifler olmasaydı, namazların kaç rekat olduğu ve nasıl kılınacağı, zekât hesabı, orucun, haccın farzları, hukuk bilgileri bilinemezdi. Yani hiçbir kimse, bunları Kur’an-ı kerimden çıkaramazdı. Şu hâlde Kur’an-ı kerimi anlamak için, onun açıklaması olan hadis-i şeriflere ihtiyaç vardır.
Hadis-i şerifleri de anlamak için âlimlere ihtiyaç vardır. Bu bakımdan Peygamber efendimiz, İslâma, Kur’an’a tabi olmak isteyenin âlimlere tabi olmasını emrediyor. “Âlimlere tabi olun!” buyuruyor. Allahü teâlâ da, âlimlere uymayı emrediyor, “Âlimlere sorun!” buyuruyor.
Şu hâlde, Kur’an’dan, hadisten ve bunların tercümelerinden din öğrenmek mümkün olmaz. Her Müslüman dinini Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından, ilmihallerden öğrenmelidir!
Eğer herkes Kur’an-ı kerimden hüküm çıkarabilseydi, hadis-i şeriflere, Eshab- ı kirama ve âlimlere ihtiyaç kalmazdı. Onun için Allahü teâlâ da, Peygamber efendimiz de âlimlere uymamızı emrediyor.
Abdülgani Nablüsi hazretleri: “Kur’an-ı kerimin manasını öğrenmek isteyen, hakiki İslam âlimlerinin kelam, fıkıh ve ahlâk kitaplarını okumalıdır!” buyuruyor.
Netice olarak; ondört asırdır İslamiyet bize bu yolla ulaşmıştır; bizden sonra da devam etmesi için bu yolu takip etmekten başka çaremiz yoktur!
( Mezheplerin çıkışı ve Fıkıh ilminin önemi hakkında geniş bilgi sahibi olmak istiyenler, Hakikat kitapevinin, “Faideli Bilgiler” kitabına müracaat edilibilir.) |