Bazen insanın mecali yoktur konuşmaya. Konuşursun da anlamazlar seni. Sonra alırsın eline kalemi başlarsın yazmaya. Tüm yaşanmışlıkları, yaşanması mümkün olanları geçirirsin aklından ve dökersin kağıda nakış işler gibi ilmek ilmek. Bazen öyle bir ruh haline bürünüyorum ki; susmak istiyorum sonsuza. Tüm hayata, tüm insanlara.
Sustuklarım kadar konuştuklarım olsaydı eğer belki de kendimi anlatabilme fırsatım olurdu insanlara. Anlatırdım belki ama anlayanım olur muydu? Oda muamma… Anlaşılmak istiyorsun, biri anlasın içimi dökeyim sayfa sayfa istiyorsun ama seni sen gibi anlayacak birinin olmayışı yine içine kapatıyor seni.
İçin için dertleşiyorsun kendinle ve için için içleniyorsun kendine. Öyle zamanlar oluyor ki; seni sen gibi anlayan insanları hem aramaktan vazgeçmiyorsun hemde bulmaktan korkuyorsun. İşte bu sanırım en büyük çaresizliklerin arasında yerini alıveriyor baş köşede.
Haykırmak istiyorsun bazen insanların yüzüne yüzüne lakin; sessiz çığlıkların yankılanıyor kulaklarında. Görüyorsun ki; tüm haykırışların sadece kendine…
Çoğu kez yaşıyorum bu hisleri ve hal böyle olunca beni en iyi anlayan dostlarıma sarılıyorum. Kalemim ve kağıdıma. Bir tek onlara haykırıyorum iç geçişlerimi, birtek onlar dinliyor beni koşulsuz şartsız. Bir tek onlarla haşır neşirim bu günlerde, bir tek onlarla samimi…