Tekil Mesaj gösterimi
Alt 23 Eylül 2018, 09:53   #2
Çevrimdışı
Hesna
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Sonbahar hastalıkları nelerdir? Korunmak için neler yapılmalı?




Koku almanızı engelleyen 3 sonbahar hastalığı



Yaşam güvenliğimizi sağlamada bir çeşit erken uyarı sistemi, sağlıklı besinleri seçmemizdeki en büyük yardımcı, kişisel hijyenimizin vazgeçilmezi ve elbette ki tat ya da daha doğru tanım ile lezzet alabilmemizin olmazsa olmazı... Hepimizin hayatında bu denli önemli olan ise bir duyumuz. İnsanoğlunun var oluşundan beri kullandığı 5 duyu organından biri olan koku duyusu... Koku alma duyusunda problem yaşayan kişiler, yaşam kalitesinde azalma, unutkanlık, hafıza kaybı, ev kazalarında artış, cinsel isteksizlik, kilo kaybı hatta depresyon gibi durumlarla karşı karşıya kalabiliyor. Dolayısıyla koku alamama, yaşam kalitesini ciddi oranda etkileyen önemli bir sorun olarak karşımıza çıkıyor.



Herkesin başına gelebilecek bir durum olan koku alamamanın nedenlerinin başında burun tıkanıklığı geliyor. Grip, nezle gibi viral enfeksiyonlar veya sinüzit gibi burun tıkanıklığına neden olacak allerjik ya da bakteriyel enfeksiyonlar sonrasında geçici olarak koku alma duyusunda kayıp yaşanabiliyor. Ancak burada dikkat edilmesi gereken nokta, mevsim geçişlerinde yaşanan hastalıklar sonrasında oluşan koku kayıplarının kalıcı hale gelebileceği...



Acıbadem Taksim Hastanesi Kulak, Burun, Boğaz Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Aytuğ Altundağ, özellikle içinde bulunduğumuz sonbahar ayları gibi mevsim geçişleri dönemlerinde koku duyusunda değişime neden olan hastalıkları sıraladı...



1- Üst solunum yolu enfeksiyonları

Koku duyusunun sonradan kaybedilmesinin en önemli nedenlerinin başında üst solunum yolu enfeksiyonları geliyor. Yaşanan ani kayıpların sıklıkla virüslerden kaynaklandığını söyleyen Doç. Dr. Aytuğ Altundağ, “Normal şartlarda, nezle grip gibi üst solunum yolu enfeksiyonları nedeniyle bir süre koku alınamaması normaldir. Ancak burnun açılmasına rağmen bu durumun hala devam etmesi, virüsün koku soğancığını etkilemiş olabileceğine işaret ediyor” diyor. Gribal enfeksiyonların yüzde 1’inde koku bölgesi zedeleniyor. Ve bu koku sorununa yakalananların 10’da birinde de koku kaybı kalıcı hale geliyor. Bu durumda ülkemizde her yıl pek çok insan gribal enfeksiyon sonrası koku duyusunda geçici ya da kalıcı, kısmi ya da tam kayıp yaşıyor.



Ani koku kayıplarında erken tanının çok önemli olmasına karşın hastaların genelde birkaç ay geçtikten sonra tedavi için başvurduklarını söyleyen Doç. Dr. Aytuğ Altundağ, “Gripten sonra hala koku almakta zorlanılıyorsa zaman kaybetmeden doktora giderek koku testi yaptırması gerekiyor” diyor. “Bu başvuru süreci ne kadar erken olursa tedavinin başarısı da o oranda yüksek olacaktır” diye de belirtiyor.


Kendiliğinden iyileşmesini beklemeyin


Bu noktada ikinci hata ise bu durumun kendiliğinden iyileşmeye bırakılması oluyor. Bu durumda, vücut iyileştirmeye çalışsa da yanlış bir iyileşme olabiliyor. Koku alma duyusu geri geldiğinde algının değişebileceğini söyleyen Doç .Dr. Aytuğ Altundağ, “Hastaya nane koklattığımızda o bunu sarımsak olarak algılayabiliyor. Bu durumdaki hastalara da koku terapileriyle rehabilitasyon gerekiyor. Yani medikal tedavinin rehabilitasyonla birlikte yürütülmesi gerekiyor” diyor. Koklama egzersizleri bu rehabilitasyon sürecinde çok önemli bir yer tutuyor.



2- Alerjik nezle

Mevsim geçişlerindeki kayıpların en önemli nedenlerinden biri olan alerjik nezle, zamanla kalıcı koku kayıplarına ortam yaratabiliyor. Sıklıkla alerjik hastalıkları olan kişilerde, polenlerin ya da alerjenlerin artmasına bağlı olarak yaşanan burun tıkanıklıkları koku duyusunda da azalmaya neden oluyor. Ayrıca alerjik salgılar içerisindeki bazı maddelerin koku hücreleri üzerinde hasar yaptığını anlatan Doç. Dr. Aytuğ Altundağ, “Bu ataklar sıklaştıkça toksik etkiye bağlı olarak hasta koku hücrelerinin bir kısmını kaybetmeye başlıyor. Dolayısıyla uzun süren burun tıkanıklığında koku sinyalinin azalmasına bağlı olarak koku soğancığının hacmi küçülüyor ve kalıcı koku kaybı gelişme ihtimali artıyor” diyor.
Bu nedenle mevsim geçişlerinde koku kayıpları artmışsa, öncelikle tıkayıcı nedenlerin ortadan kaldırılması gerektiğini söyleyen Doç. Dr. Aytuğ Altundağ, “Alerjik bir sorun nedeniyle koku alma duyusu azalma tespit edilen hastaya önce ilaç tedavisi veriliyor. Bu şekilde hastada rahatlama sağlanamıyorsa veya hasta sürekli ilaç kullanmak istemiyorsa burun eti lazerle küçültülerek hem daha rahat koku, hem de daha iyi nefes alması sağlanıyor” diyor.



3- Sinüzit

En önemli koku kayıplarından biri de sinüzit. Mevsim geçişlerinde özellikle klima ayarlarındaki farklılıklar, hava değişimleri gibi birçok nedene bağlı sinüzit vakalarında artış yaşanıyor. Bu hastalarda, sinüsler iltihaplandığından koku alanının üzerindeki salgı miktarı artıyor. Aynı zamanda koku alanına ulaşmasını engelleyen tıkanıklıklar nedeniyle koku alma duyusu azalıyor. Yaşanan sinüzit ataklarının sıklığı ve tedavilerinin gecikmeleriyle orantılı olarak koku bozukluğunun da dirençli hale gelme ihtimali artıyor. Bu hastalarda da önce ilaç tedavisiyle başlanıyor. Yanıt alınamazsa cerrahi yönteme başvuruluyor.

Sonbaharda görülen baş ağrısı için ne yapmalı?



Mevsim geçişleri migren hastalarının hayatını kabusa çeviren atakları tetikliyor. Bulantı, kusma, ışığa ve sese aşırı duyarlılık gibi belirtiler ile herhangi bir baş ağrısından farklılaşan migren, sıcak havaların yavaş yavaş düştüğü sonbahar aylarında kendini daha fazla gösteriyor.



Anadolu Sağlık Merkezi Algoloji Uzmanı Prof. Dr. Ayşen Yücel “Bazı hastalar sıcaktan, bazıları ise soğuktan olumsuz etkilenebiliyor. Migren atakları 3 güne kadar sürebiliyor” dedi.



Nörolojik bir hastalık olan migrenin birçok dış etken sonucunda tetiklenebildiğini ve yiyecek-içeceklerden, yaşam tarzına kadar uzanan listede mevsimsel değişikliklerin de önemli bir yer aldığını vurgulayan Algoloji Uzmanı Prof. Dr. Ayşen Yücel “Hastalığın seyrinde günlük hava değişiklikleri etkili olabiliyor. Hastaların pek çoğu lodoslu havalarda migren atağı yaşadıklarını belirtiyor. Ancak migren atağı sadece rüzgâr, hava değişikliği ya da basınç farkının yarattığı etkilerle ortaya çıkmıyor. Örneğin lodosta ağrıyı tetikleyen esinti değil, hava ile birlikte taşınan tozlar, çeşitli partiküller ve kirler” şeklinde konuştu.



Migren genetik temelli bir hastalık

Migreni olan kişide zaman zaman tekrarlayan, çoğunlukla şiddetli, tek taraflı, zonklayıcı, baş hareket ettirildiğinde artan baş ağrısının oluştuğunu belirten Prof. Dr. Ayşen Yücel “Migren genetik temelli bir hastalık. Ancak bu genlere sahip olmak demek, kesinlikle migrenin ortaya çıkacağı anlamına gelmiyor. Kadın olmak da ayrıca migrenin görülme riskini üç kat artırıyor. Migren kadınlarda en çok 30’lu yaşlarda ortaya çıkıyor. Kadının ilk doğumundan sonra migrenle tanışması da oldukça sık karşılaşılan bir durum” açıklamasında bulundu.



Kadınlar adet döneminden önceki baş ağrılarını doğal görüyor


Migrenin kadınlarda sık görülmesinin temelinde, kadınlık hormonundaki dalgalanmaların önemli bir payının olduğunu söyleyen Prof. Dr. Yücel “Hormonal olarak aktif olunan dönemlerde, ataklar çok daha güçlü bir şekilde gelebiliyor. Bazı kadınlar adet döneminden bir-iki gün önce yaşadıkları atakları, sürecin doğal parçası olarak düşündükleri için hekime başvurmuyor. ‘Adet migreni’ olarak adlandırılan bu durum her dört kadından birinde görülüyor. Özellikle de 30-35 yaş arasında bu sıklık üç kadından biri migrenli olacak şekilde artıyor. Erkeklerde ise bu oran 12’de 1. Migren atakları kadınlarda ortalama 1.5 gün, erkeklerde de bir gün sürüyor” dedi.



Migren her zaman bir uyaran tarafından tetiklenir


Hormon dalgalanmalarının da migreni tetiklediğini ve bu durumun kadınlarda adet döneminde atak yaşanmasına sebep olabildiğini anlatan Prof. Dr. Ayşen Yücel “Migren her zaman bir uyaran tarafından tetiklenir ancak aynı uyaran tarafından her seferinde tetiklenmek zorunda olmayan bir hastalıktır. Aynı kadında mevsim değişikliği gebelikte sorun yaratmazken, gebelik sonrasında tetikleyici olabiliyor. Koşullara göre kişinin tetiklenme eşiği düşüyorsa daha kolay tetikleniyor, eşik yükseliyorsa bu risk azalıyor. Bir kişi için tek başına bir tetikleyici yeterli olurken, bir başkası için iki tetikleyicinin bir arada olması atağı başlatabiliyor” şeklinde konuştu.


hthayat

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları eglen sohbet reklamver