Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.
Dikkat! Bu yazıda sosyal medyanın kötü ve ahlaksız yanları ele alınmıştır. Gerçek kişi ve kurumlarla bayağı alakası vardır. İyilerini de bir gün ele alırız, üzülmeyin.
Biraz molanın ardından artık birkaç kelam edebilecek enerji ve zamanı kendimde bulmamla ''Yeni Makale Ekle'' demem bir oldu. Dinlenmiş, tatil yapmış bir Melodram normal şartlarda bilmem kaç beygir gücünce enerjiyle dolabilirdi ama o tatil kaosunu başka bir zaman anlatayım. Şimdi canım sosyal medyanın, dijitalleşmenin bizi nasıl mutlu bireyler(!) yaptığını anlatmak istedim.
Malumunuz artık ister siyasi, ister dini, ister sosyal, ister magazinel her bilginin tek bir kaynağı var: Sosyal medya. Peki biz sosyal medyayı bunlar için mi kullanıyoruz? Gerçekten bir şeylere ulaşmak ve öğrenmek için mi yoksa kendimizi mutsuz edebilmek için mi? Bir kısmı illa ki ''bilgi için'' diyecektir ama kafanızı telefondan kaldırıp ''sosyal'' hayattaki çevrenize baktığınızda aslında sosyal medyanın bizi depresyona sürükleyen bir araç olduğunu fark edeceksiniz. Bu kimin oyunudur tartışılır ama fena oyuna geldik ey halkım!
Sosyal medya her şeyin güllük gülistanlık olduğu, herkesin lüks içinde yaşadığı, her gün farklı kıyafetler giydiği, binlerce ayakkabısının olduğu, her şeyin mükemmelden de öte bir şey olduğu ya da böyle yansıtıldığı bir sosyal araç ve biz bu aracı hayatımızın amacıymış gibi kullanarak kendimizi her gün aşağıya çekiyor, aşağıya çekilmeye açık hale geliyoruz. Mükemmel hayatlara karşılık, onlara sadece telefon ekranından bakabilen ve pazardan aldığı pijamasıyla depresyona giren binlerce genç! Kendini yetersiz hisseden binlerce kadın, arabasının markasının gözükmediği direksiyonda story atamadığı için hayattan kendini soyutlayan erkekler ve bütün bunların ne anlama geldiğini henüz 9 yaşında öğrenen çocuklar. Hepimizin hayatına bir şekilde dokunuyor bu sosyal medya.
Sadece yazarak kendini ifade edebildiğin şekilde hayatımıza giren zamanın 140 karakterli Twitter'ı bu işin fitilini attı. ''Mention'' denen olayla birlikte yazdığın her şeyin insanlar tarafından eleştirilebilir hale gelmesi hayatımıza ilk depresyon tohumunu bıraktı. Yine de daha ''anonim'' takılabileceğiniz bir platform olduğu için sadece yazdıklarınız eleştirilebilirdi ve bunun bizim için şükredilebilecek bir şey olduğunu da ''Instagram'' hayatımıza girince öğrendik. Facebook bunların yanında eski nesil sosyal medya olarak yerini almış, birkaç kurumsal firmanın, bazı mizah sayfalarının ve 101 Okey'den vazgeçemeyen anne-babaların mekanı haline gelmiştir.
Peki bizim derdimiz neydi? Bizim derdimiz büyük, bizim derdimiz öyle çok ki hangisine yanalım! Bizim derdimiz Instagram!
Bütün platformları geride bırakan, birinden filtreyi, birinden yazıyı, ötekinden konumu alarak büyüyen, yeni neslin en büyük köstekçisi Instagram, naber?-kesin iyidir çünkü orada kötü olmak diye bir şey yok!-
Hayatımıza giren fotoğraflı sosyal medya aracı, başta naif şekilde ilerlese de özellikle Youtube camiasının büyüyen fenomenleri, youtuberları, vloggerları ve blogspot zamanından kalan bloggerların aktifleşmesiyle durdurulamaz bir linç aracına dönüştü. Herkes kendi hayatını bırakıp hiç tanımadığı insanların hayatlarına daldı ve orada kayboldu. Kendi hayallerini, umutlarını, isteklerini bilmem kaç yüz bin takipçili hesapların avcuna bıraktı ve benliğini terk etti. Bu platform herhangi bir fotoğraf atılabilen bir medya aracıyken şu an bir fotoğraf için profesyonel destek almadan atılamayacak bir mecraya dönüştü. Korkunç! Basit bir fotoğrafın altında ''Iyy bu ne, tipe bak, leş gibisin, kusmuk, bokuma benzemiş'' gibi yorumların havada uçuştuğu ve güya özgüveni olduğu için fotoğraf koyabilenlerin özgüveni olmadığı için eleştirenlere maruz kaldığı alan haline geldi. Özgüven konusu tartışmalı ama özgüvensizliği de yaratan bizdik aslında!
Instagram da şöyle bir tura çıktığınızda mükemmel açılarla çekilmiş fotoğraflar, Ikea dışından ürünle döşenmezse oda demedikleri odalarında oturan kızlar, hepsi uzun, hepsi zayıf, hepsi güzel, hepsi fit bir sürü insan insan insan. Sonra bu fotoğrafların altında da her birine özenen, çoğu ergenlik çağında hatta o çağa bile gelmemiş, yer yer kötü yorumlar yapan yer yer de ''benim neden Dior rujum yok!'' diyen insanlar doluşuyor. İnsanların tek derdi Dior ruj değil elbette değil mi? Peki tek derdi bu olmayan insanların bu mecralarda bu kadar çıldırması niye? Hayattaki adaletsiz dağılımın bu kadar net şekilde yüzlerine vurulması mı? Dişini tırnağına takıp, haftanın 7 günü de çalışsa o ruju alamayacak olması mı yoksa o kadar çalışıp hala geçinemiyor olması mı? Bence bizim ülkede birçok insanın derdi geçinememek ama sosyal medya herkesin tek derdini bir Dior ruja indirgiyor, belki de Flormar'a kadar da düşebilir bu seviye. Bu platformlar gün geçtikçe bizi daha nefret dolu, nefretini kusma konusunda hiç tereddüt etmeyen bir karaktere dönüştürüyor. Kötülüğe can atan, eleştirmeyi hak gören, yapamadığı veya alamadığı her şey için karşıdakini yaralamak isten canavarlara dönüştürüyor. Amaçsız, sevgisiz, hayalsiz insanlar olarak hayata devam etmeye çalışıyoruz ama bunu belli bir kısım başarsa da ne yazık ki bizden sonraki nesilleri bu durumdan kurtaramıyoruz. Son zamanların popüler kitabı Ikigai'de şöyle bir şey diyordu:
''Yaşamdaki mutluluğun ana şartları:
Yapacak bir şey, sevecek biri ve umut edecek bir şey.''
Biz yapacak çok şeyi olan insanlarken yapacağımız her şeyi küçümseyen talihsiz bir duruma düştük. Sevecek birini ararken onun sosyal medya hesaplarında kaybolurken, onu tanımayı sadece takip ettiklerine bakarak başarabileceğimizi düşünür hale geldik. Umut edecek birçok şey yaratabilecekken, her gün umudumuzu kıran fotoğraflara bakarak, kendimizi bir sosyal mecranın tuzağına düşürdük.
Şimdi bunların hepsinden vazgeçelim, kurtulalım desem belki imkansız gelecek ama kafamızı biraz kaldırıp çevremize bakarsak, gerçek dünyanın içine yeniden girebiliriz. Sosyal medyayı hayatın amacı olarak değil de, vakit geçirmek için arada sırada baktığınız bir eğlence aracı haline yeniden dönüştürebilirsiniz. İnsanların görünüşlerine, düşüncelerine, tercihlerine, ne giydiğine takılmadan, kendi hayatınızla ilgilenerek artık umut edecek şeyler bulabilirsiniz. Sosyal medyayı aktif kullanan çok takipçili hesapların ''Bizi hep mutlu ve mükemmel sanıyorsunuz ama öyle değil'' cümleleriyle rahatlayıp, 2 dakika sonra ''%5 indirimli ruj için kaydırın'' storylerini izleyerek kendinizi mutsuz etmeye yer aramak yerine, uğraşacak bir şey bulun ve ona sarılın. Başkalarının değil kendi hayatınızın derdine düşün ve şunu bilin: Hepiniz bir tanesiniz, herkesin hayatı kendine özel ve kimse mükemmel şeyler yaşamıyor. Olanı kabul edip, kendinize kocaman bir sarılın!
Tavsiye: Hayatımda hiç resim yapmadım ama çok hevesliyim, keşke heykel yapabilsem hevesliyim, değişik resim ve el işi teknikleriyle bir şeyler yaratabilsem diyenlere de buradan bir önerim olsun. Her şehirde olmasa da büyükşehirlerde bulunan Masterpiece diye bir oluşum var ve her gün farklı etkinlikler sunuyor. Mesela ben bir zamanlar sosyal medyada delice vakit geçiren, internette delice vakit geçiren bir insanken artık bunların hepsinden sıkıldığımda ve boşluğa düşer gibi hissettiğimde kendime böyle bir şey buldum. Sanat-sepet işleri bize ters derseniz de, alın bir simit gidin çimene oturun. Toprak nefretinizi, gökyüzü kibrinizi alsın.
Masterpiece biletlerine ulaşmak için sayfayı kaydırmıyorsunuz korkmayın!
(Sponsorlarla anlaşıp aniden ürünü tanıtmaya başlayan youtuber gibi oldum tam ama öyle şeyler yapmam ben)
''Arkadaşlar kullanmadığım, denemediğim şeyi size önerir miyim yhaaaa'' sesi yankılandı, hadi konuyu terk edelim.
Sizi seven Melodram,
Öpmüyorum ama saygılar canlarım.
Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.
Bir de not: Kendimi övmeyeyim dedim dedim ama şu görseli bularak sanki yeni gezegen bulmuş gibi hissettim. Sanki aşırı zordu bulmak ama olsun, canım kendim.