Cevap: Thomas Hobbes: Leviathan
Şu sorular üzerine düşünmek yararlı olacaktır:
Sizce insanın doğal ya da doğuştan hakları var mıdır? Yoksa yalnızca devletin bize sağladığı
haklardan, yani konulmuş, pozitif haklardan mı söz edilebilir?
Hak dediğimiz şey yalnızca yasalarla belirlenen, içeriklendirilen bir şey midir?
Toplumsal yaşamdan önce, doğa durumundayken hak iddiasında bulunamaz mıyız?
İnsanlarla ilişkimizde haklılık ya da haksızlık duygusu oluşur. Mesela bir köpek bize
saldırırsa, köpek haksızlık etti demeyiz. Doğanın ya da hayvanların eyleminde hak ya da
haksızlık iddiasında bulunamayız. İnsanlarla olan ilişkilerde görülür hak duygusu. Dolayısıyla
insanlar arası ilişkiler yoksa haktan da söz etmiyoruz.
Ancak iki kişinin arasındaki bir anlaşmazlıkta da haklılık ya da haksızlıktan bahsetmek çok
kolay olmaz. Çünkü ikisi de kendinin haklı olduğunu iddia edecektir. Bu nedenle burada
üçüncü bir kişinin hakemlik etmesi gerekir. Ancak onun da tarafsız ve adil olduğundan emin
olmak için, önceden belirlenmiş bir kurala göre karar vermesini isteriz. Önceden belirlenmiş
kural yoksa, bu üçüncü kişi neye göre karar verecektir. Bakabileceği bir “hak ideası” var
mıdır?
Hakkın sadece toplumun ve devletin belirledikleriyle sınırlı olduğunu kabul etmek içimize
sinmez. Çünkü onların belirlediklerine de itiraz ederiz. Bu itirazlara göre onları değiştiririz.
İtiraz edip değiştirebildiğimize göre, pozitif haklar dışında baktığımız bir şey olmalı. Örneğin
“bir yasanın uygulanmasının vicdanı sızlattığından” söz edebiliyoruz. Acaba baktığımız yer
vicdanımız mıdır? Vicdan, hiçbir öğrenime ve edinime gerek olmadan, neyin hak olup neyin
olmadığını bize söyleyen, doğuştan bir yeti olabilir mi?
Belki şöyle bir sonuç anlamlı olabilir: Toplumsal yaşamdan önce “hak iddiası” vardır. Ama
neyin “hak olduğu” toplumun kuralları, devletin yasalarıyla belirleniyor.
*
Hobbes Leviathan’ın 14. Bölümünde “doğal hak” kavramından söz eder. Ona göre doğal hak,
kendi doğasını, yani kendi hayatını korumak için kendi gücünü dilediği gibi kullanmak ve
kendi muhakemesi ve aklı ile bu amaca ulaşmaya yönelik en uygun yöntem olarak kabul ettiği
her şeyi yapmak özgürlüğüdür. Bu, doğanın bütün canlılara tanıdığı ve içgüdüsel olarak ya da
akıl yoluyla bütün canlıların taşıdığı bir haktır. Yani Hobbes’a göre doğal hak vardır ve
özgürlük olarak karşımıza çıkar.
Dolayısıyla Hobbes’a göre varlığını sürdürmek söz konusuysa, herkesin her şeye hakkı vardır.
Kendini korumak için başkasını öldürebilir bile. Doğa durumu tam da bu hak nedeniyle bir
savaş durumudur.
Ancak insan aklı savaş durumunun kendi varlığını korumaya yetecek bir durum olmadığını
kısa zamanda görür. Savaş durumu kendi varlığımızı korumaya yarayacak bir durum değildir.
Güçlü olmak da yetmez, çünkü güç sonsuza dek sürmez.
Akıl bize savaş durumunu gördükten sonra şunu söyler. ‘Herkes barışı sağlamak için
çalışmalıdır.’ Varlığımızı savaş durumundayken korumamız mümkün değil, bu nedenle barış
için çalışmalıyız. Eğer barış sağlanamıyorsa savaş durumu devam eder. Barışın
sağlanabilmesi için bir insan her şey üzerindeki haklarından vazgeçmelidir. Hobbes’a göre
akıl sahibi her varlık bu ilkelere ulaşır.
Haklarımızın ne kadarından vazgeçeceğiz? Bunu belirlemenin ölçütü, ‘başkalarının sana ne
yapmalarını istiyorsan, sen de onlara onu yap’ ilkesidir. Ya da: ‘sana yapılmasını istemediğini
başkalarına yapma.’ Bu ilke sözleşmeleri, anlaşmaları ortaya çıkaracaktır.
İnsanlar hakları konusunda sözleşmeler yapacaktır. Toplumsal yaşamın ortaya çıkması için en
önemli adım bu sözleşmeler aracılığıyla haklarımızın bir kısmından vazgeçmek olur.
Toplumsal yaşam hakların ve özgürlüklerin kısıtlandığı bir yaşamdır. Neyin hak olup
olmayacağı bu sözleşmeler aracılığıyla tespit edilir. Haklar tespit edildikten sonra adalet
kavramı ortaya çıkar. Sözleşmelerden önce haktan ve adaletten söz etmek mümkün değildir.
*
Leviathan, Bölüm 15
Adalet ve adaletsizlik kavramlarını incelediği bu bölümde Hobbes, adaletin kaynağı ve
başlangıcının, insanların aralarında yaptıkları ahitler olduğunu söyler. Çünkü ortada herhangi
bir ahit yokken, henüz hiçbir hak da devredilmemiş olduğu için herkesin her şey üzerindeki
hakkı devam eder. Dolayısıyla hiçbir eylem adaletsiz de olamaz. Fakat bir ahit yapılmış ise
onu ihlal etmek adaletsizliktir. Adaletsiz olmayan her şey de adildir.
Adalet ve mülkiyet devletin kuruluşuyla başlar. Adaletsizliğin olması için mülkiyetin olması
gerek. Neyin kime ait olduğunun bilinmesi gerek. Bu da sözleşmeyle/anlaşmayla olur.
Sözleşmelerse kendi başlarına bir yaptırım gücüne sahip değildir. Adaleti sağlamak için, yani
ahitlerin ve sözleşmelerin geçerliliğini sağlamak için bir de devlet lazım. Hobbes’a göre
adaleti ancak kılıcın gücü sağlar. İnsanlar erdem ve kendi çıkarları arasında kalırsa kendi
çıkarlarını tercih ederler. İnsanları bunlara saygı duymaya zorlayacak tek aygıt, tek canavar
devlettir.
Leviathan, Bölüm 17
Devletin temel amacı, bireysel güvenliktir. Devlet ona tabi olan bireylerin güvenliğini
sağlamak için kurulur.
Devletin temel işlevi, insanları korku içinde tutmak ve onları ceza tehdidiyle doğa yasalarına
uymaya zorlamaktır. İnsanların doğal duygularının zorunlu sonucu olan o berbat savaş
durumu ancak bu yolla durdurulabilir. Savaş durumunu bitirecek tek araç devlettir.
Bireylerin güvenliği doğal hukukla sağlanamaz.
Kılıcın zoru olmadıkça anlaşmalar sözlerden ibarettir ve insanı güvence altına almaya yetmez.
Birkaç kişi veya ailenin birleşmesiyle de sağlanamaz.
Bir toplumda tek bir karar verenin olması gerekir. Bir devleti birden fazla kişi yönetemez. Tek
bir karar verici olmalıdır. Bu durumda kaos ortaya çıkar ve toplum dağılır.
Tek bir karar verici tarafından yönetilmeyen bir çoğunlukla da sağlanamaz.
Devlet Hobbes’a göre bir insan kitlesini tekil bir varlık haline getirir. Farklı isteklere sahip
kitleyi aynı amaca yönelmiş bir varlığa dönüştürür. Toplumda tek karar verici olmalıdır.
Toplumsal yaşam bireylerin iradesini genel iradeye devretmesiyle ortaya çıkar. Herkes kendi
bireyselliğinden vazgeçip genel karar vericiye haklarını devredecektir. Devletin özü budur ve
devletin her şeye hakkı vardır. Devletin yetkisi ve gücü sınırsızdır. Devlet üzerinde yaşadığı
toplum için her türlü kararı alabilir.
- Vatandaşlar/uyruklar devlet bir kez kurulduktan sonra devletin şeklini değiştiremezler.
İlk nasıl kurulduysa yıkılana kadar öyle devam eder.
- Vatandaşlar o devletin yönetiminden çıkmayı da arzu edemezler. Çünkü en başta bu
devletin yasalarına onay vermişlerdir. İşlerine gelmediğinde bu yasalara uymaktan
vazgeçemezler.
- Devletin eylemleri vatandaşlar tarafından eleştirilemez. Devlet-birey ilişkisinde
devletin yaptığı hiçbir şey vatandaşlar tarafından cezalandırılamaz.
- Toplum kurulduktan devlet oluştuktan sonra devletle birey karşı karşıya kalırsa
Hobbes’a göre devletten yana tavır alınmalıdır. Çünkü toplum düzeni ancak bu şekilde
sağlanır.
Peki toplumsal yaşam söz konusu olduğunda devlet karşısında bireyin özgürlüğünün durumu
ne olmaktadır? Birey yapıp ettiklerini yasaların zorlamasıyla yapıyorsa, artık bireyin
özgürlüğünde söz edebilir miyiz?
Hobbes’a göre korku ve özgürlük tutarlıdır.
Korku ve özgürlük tutarlıdır. Sözgelimi geminin batacağı korkusu ile bir kimse mallarını
denize attığında bunu yine de isteyerek yapmaktadır ve isterse bunu yapmayabilir. Dolayısıyla
bu özgür olan bir kimsenin eylemidir. Aynı şekilde insan bazen borcunu hapis korkusu
yüzünden öder. Hiç kimse onu borcunu ödememekten alıkoymadığı için bu da özgür bir
insanın işidir. Yasanın zorlaması belirli tercihler karşısında bir korku yaratır, ama bu
korkunun belirleyici olup olmayacağına kişi karar verir.
Özgürlük ve zorunluluk da tutarlıdır.
Özgürlük ve zorunluluk birbiriyle çatışan kavramlar değildir. Ne korku ne de zorunluluk
özgürlükle çelişkili değil, tutarlıdır. Örneğin, çitler insanları belirli bir yolda gitmek zorunda
bırakır ama bu onların özgür olmadığını göstermez. Hobbes, yasaları çitlere benzetir. Yasalar
insanları belirli bir yere gitmekten alıkoymaz. Oraya nasıl gideceğimiz konusunda yol
gösterir. Yasalar bir şeylere nasıl ulaşacağımızı gösterir. Yani yasaya uyma zorunluluğu
özgürlükle çelişen bir şey değildir. İstediğine hangi yoldan ulaşacağını belirler. Engellemez.
Yasalar bize birtakım kısıtlamalar getirmiyorsa bile o kısıtlamalar eylemlerin küçük bir kısmı
için geçerlidir.
Yasalar bize bir dış sınır çizer. Yasaların içinde kalan eylemleri yapmakta sınırsız özgürüz.
Yasaların engellemediği ölçüde özgürüz. Yasalar toplumsal yaşamı engelleyen, zarar veren
eylemlere kısıtlama getirir. Onun dışında her eylemde özgürüz.
Doğa durumunda haklarımız sınırsızdır. Bu nedenle özgürlüğümüz de sınırsızdır. Herkesin
hakkı ve özgürlüğü sınırsız olduğu için ne haklarımızı ne özgürlüğümüzü tam yaşayamayız.
Ama toplumsal durumda sınırlılık söz konusu olsa da, sınırlı olan hak bütünü sonsuza kadar
güvence altına alınmıştır. Toplumsal yaşamda haklarımız sınırlı olsa da doğa durumuyla
arasında uçurum yoktur. Sadece başkalarına zarar veren şeyler kısıtlanmıştır. İnsanlar
rasyonel bir varlık olarak her zaman toplumsal durumu tercih ederler. Hakları ne kadar
kısıtlansa da herkes bir toplumun içinde yaşamayı tercih eder.
Toplumsal Durum Doğa durumu
- Yasalar ve haklar sınırlıdır. - Haklarımız sınırsızdır.
- Özgürlük de sınırlıdır. - Özgürlük de sınırsızdır.
__________________ ~ P .İ .R ~ |