Bazı Güzel Şeyler Yarım Kalır
“ …
Nazım’ın Pirayesi, Kafka’nın Milenası, Aragon’un Elsası, Elsa’nın gözleri olmak isterdim. Frida Kahlo gibi kaşlarımı almadığım dönemde Diego Riveramdın. Ve o dönem o kadar uzun sürdü ki… O zamanlar yüreğim kafamdan dışarı fırlayacak diye korkardım. Arabasına duyduğu şefkati kadınına duymayan Bertolt Brecht’e benzetirlerdi seni. Ama senin ismini telaffuz etmek daha kolaydı. Biraz şefkat için siyah bir passat olmak istemediğim yalandı. İstedim. Perviz Şapur’un Furuğ’ya çektirdiği eziyeti bana çektirmek isteyen adamlara sen varsın diye sırtımı dönmeseydim, büyürdüm, kadın olurdum, şair olurdum, anne olurdum. Hep bir yanım eksik olurdu ama olurdum. Genç yaşta ölürdüm. Ve sen, “inanırdın soğuk mevsimin başlangıcına.”
Seni unutmayayım diye bir ip bağladım parmağıma. Böyle böyle unutmadım seni. İran sokaklarında 832 OEG 54 plakalı arabanın arkasından koştuğumu, Afganistan da mavi burkalar giyip dolaştığımı, Filistin de ağzımı bir sokak çeşmesine dayayıp su içtiğimi görenler olmuş. Bu konuda asla konuşmayacağım. Elma kokmak istediğimi doğruluyorum. Peştuca bilmiyorum. 2011’de ki en büyük katliam içim. 7 milyon ölü, 3 mülteci adam, ve sayısı belli olmayan kayıp kedi ve kadın var.
…
Oysa ben şehrin bütün çöp kovalarını ateşe verip yanlarına bir karton serip, atlas yorganlarda uyutabilirdim bütün sokak çocuklarını. Porselen çaydanlıklarda çay demler, ince belli bardakları gazetelere sarıp verebilirdim ellerine. Şüpheli bütün güzel çocukların annesi olabilirdim! Umay ölseydi… “
çt. |