noldu lan? yine bi 80'ler 90'lar muhabbetidir gidiyor. ulan oğlum, ben size bu forumda karı kız kovalamayacaksınız demedim mi?
haa, sen illa da diyorsan ki olur olmadık her kızın totosunu kaldırmaktan gocunmam, ayrıca bu ulvi gayede 90'lar muhabbetiyle prim kovalayacak kadar da köpekleşirim, sana ufak bir tüyo vereyim. herkesin dillendirdiği, klişeleşmiş mevzulardan uzak dur. biraz kıyıda köşede kalmış, detaylaşmış şeyler yakala ya. herif hala clementine muhabbeti yapıyor. "clementine ya... clementine di mi? ne korkardık ama izlerken di mi?". korkmuyordum ulan, ben fantezi kuruyordum izlerken. hadi napacaksın? yok neymiş, "casper'ı hatırladın mı casper'ı? yazık ya canım, ne tatlı ne şirindi. hatırladın mı?". hatırlamaz olur muyum? niye? çünkü ben onu izlerken de fantezi kuruyordum. şaka lan, saçmalamayın. bak güzel kardeşim, o masum çocukluk hayallerini yıkmış olacağım belki ama ben sana casper gerçeğini anlatmakla yükümlüyüm. casper hiç de zannettiğin gibi sadece arkadaş arayan, zavallı, şirin ve masum bir hayalet değildi.
casper, salak bir kezbandı. "çok yalnızım", "neden kimse benimle olmak istemiyor", "çok mutsuzum", "kimse beni sevmiyor". bu kilit cümleler sana birilerini hatırlattı mı? duygusal boşluktaki, ne bok yiyeceğini şaşırıp azami derecede saçmalamaya ant içmiş kız. evet, bana da onu hatırlattı. en nefret ettiğim kadın tipi. işte casper denen o muntazam kafasına tükürdüğümün hayaleti de "madem iki senelik sevgilimden ayrıldım ve duygusal boşluktayım, o halde neden karşıma çıkan ilk karakargaya aşık olup kendimi öptürmüyorum?" felsefesinin vücut bulmuş hali, 80'ler 90'lar nesli çocuklarının bilinçaltını nakış gibi işlemiş bir karaktersizdir. çocuklar şu an hepinizin "casper erkektir ulan eşşoğlueşşek" dediğinizi duyar gibiyim. ne biliyorsun lan? bak arkadaşım, ben tekrarlarıyla birlikte casper'ı beş yüz kez izlemiş bir adamım. izlediğim hiçbir bölüm yok ki casper çırılçıplak olmasın. her bölümde anadan üryan. gel gör ki bir kez olsun ben bu hayaletin önünde efendime söyleyeyim bir baba yadigarı görmüş değilim. sen gördün mü? görmedin. "görmedim ama sen de casper'ın kadın olduğunu iddia ediyorsun, sen hiç memesini gördün mü?" diyenleriniz olabilir. oğlum siz iyiden iyiye kafayı mı yemeye başladınız bak. işi iyice cozuttunuz. ulan hayalette ne memesi? sapık pezemenk. hayalette meme mi aranır?
bu 90'lar muhabbetinin en çok ekmeğinin yenildiği ve benim bütün ayarımı dağıtan mevzulardan biri de banyo meselesi. zerre tahammülüm yok. bu laleler, leğende yıkanır ve banyodan sonra bizimkiler izler. şimdi bak, 90'lardan özlemini duyduğun birçok şeyi; o mekanları, o atmosferi, yiyip içtiklerini, oyunları geri getiremezsin, onlar tekrarlanamaz şeyler, ama o kapçık ağzından düşürmediğin leğende yıkanmak ve banyodan sonra bizimkiler izlemek olayını gayet gerçekleştirebilirsin. madem leğende yıkanmayı deli gibi özledin yürü git yıkansana. hasbelkader eve kız attığında "ben bir duş alayım" deyip leğeni getirsene lan salonun orta yerine. duşta seviştikden sonra battaniyenin altına girip seninle koyun koyuna sarılarak film izlemek isteyen sevgiline açsana lan bizimkiler'i. gtüne tekmeyi yedikten sonra o özlemle andığın kapıcı cafer'in avradını öpmeyeceksen buyur devam et mal muhabbetine.
benim de leğende yıkandığım günlerdi... çok mutluydum. hatta validenin saçlarımı yoğura yoğura beni yıkaması günlük yaşamdaki en büyük zevklerimden biriydi. ta ki peder beyin içeri odadan elinde o hortumla çıkageldiği güne kadar. yanlışlıkla kanalı değiştirdiğinde uzaktan kumandadaki bütün tuşları tek tek deneyerek istediği sonuca ulaşacağını zannedecek kadar teknoloji cahili olan bu herif, çamaşır makinesini tamir etmeye yeltenmiş ve "bu parça fazla" diyerek çamaşır makinesindeki en hayati parçalardan biri olan hortumu eline almıştı. bu parça fazla... keşke babam, ani ve sapkın bir kararla o hortumu ağzıma sokaydı, vatana millete daha hayırlı bir evlat yetiştirmiş olurdu.
leğende yıkanma günleri bitmişti. artık, çamaşır makinesinden çıkan hortumu lavabonun musluğuna bağlayıp üzerime su tutma yöntemiyle beni yıkamaya karar verdiler. ulan hortumla adam mı yıkanır? yemin ediyorum uzunca süre kendimi evin atı zannetmiştim. yine bir gün annem beni yıkarken sobada yakmak üzere banyoya istiflediğimiz gazetelerin en üst sayfasında bikinili, sarışın bir kadın fotoğrafı ilgimi çekti. bende bir hareketlenme olmuştu. o gün annem nedenini anlamadığım biçimde döve döve yıkadıydı beni. hatta sırtımı keselemek yerine yıllardır kullanmadığımız, duvarda asılı duran o semsert kılları olan fırçayla temizlemişti. bildiğin tımar etti beni. evin atı olduğuma iyice emin oldum.
o gün, annemin beni yıkadığı son gün oldu. ve güzel kadınların başıma iş açtığı ilk gün.
***
yıllar sonra, ilkokul dördüncü sınıfta sedef diye bir kıza aşık oldum. yalnız kız bir güzel, aklın hayalin durur. kızın peşinde epey bir süre koştuktan sonra hasbelkader ikna ettik. ikna etmek değil, bütün mesele kızı elde tutabilmek aslında. bunun için de çekmediğim numara, çevirmediğim çarkıfelek kalmıyor kardeşim. hatta kız beni zengin zannetsin diye, annemin haftalığımı verdiği gün bütün paramı bu kıza ve bütün arkadaşlarına kantinden kola ısmarlayarak beş dakika içinde tüketmiştim. vay be. yıllar içinde törpülemiş olsak da, karıyı kızı tavlamak ya da elimizde tutmak için buna benzer şahsiyetsiz dolaplar çevirmişliğimiz vakidir, yalan yok.
mesela bir zaman da kendimi, enteresan müzikler dinlediğimi belli edersem kadınların aklını alırım yalanına inandırmıştım. eşşek kadar da adamdım yani. bir gün sevişme olasılığımızın bulunduğu bi kız eve geldiğinde port o' monkeys diye, haklarında hiçbir fikrimin olmadığı bir grubu açmıştım. herifleri google'da aratsan bulamazsın. nereden buldum, nasıl edindim o albümü yemin ediyorum hatırlamıyorum bile. biri gitar, biri tef, biri kaval çalan, amerikalılardan müteşekkil, ne bok olduğu belli olmayan bi grup. arkadaşım sen 60 yaşında bir amerikalısın, kavalı nerden öğrendin de çalıyon lan? ayrıca bu adamlar batının bilimsel, doğunun duygusal olduğunun da kanıtı olmuştur benim için. herifler bir şarkı yapmış, adı "rumba in e minor". gerizekalıya ders öğretir gibi ne bu resmiyet dürzü? halbuki bak bizim türkümüze: çubuğum yok yol üstüne uzatam. (bu ne oğlum? hangi yörenin türküsü lan bu? hangi yöreyse bilelim de gitmeyelim oralara. adamlarda yoldan geçenlere bilimum organlarıyla çelme takmak sıradan ve gündelik bir uğraş haline gelmiş. beceremeyeni de oturup türküsünü yakmış). her neyse, bu herifler fondan fondan çaldıkça kızla bişeyler olacağına emin olmaya başlıyorum. "aha gözlerini duvara dikti. dikkat kesilerek dinliyo galiba" gibi şüpheci bir noktada olay yani. ta ki kız "HerakLes ben kaçayım artık ya, sıkıldım. zaten iki saattir ilahi gibi bişey çalıyosun, ne o öyle?" diyene kadar. duyunca aklımı kaybetmişim. ayıldığımda, hiçbir suçu olmayan bir çobanı öper halde buldum kendimi.
ilkokul aşkım sedef'le her şey mükemmel gidiyordu. hatta arka bahçede elini bile tutmuştum. mutluluktan gece gözüme uyku girmiyor. sonra bir akşam son teneffüste bir çocuk "HerakLes kim la? hanginiz HerakLes?" diyerek bizim sınıfa geldi. gittim yanına, "5-c'den gökhan, HerakLes çıkışta potaların oraya gelsin, kavga edecez diyo. yanına da iki tane bebe alsın diyo" dedi. sedef'i seviyormuş. kim lan bu gökhan? kimmiş ulan benim sevgilime göz koyan? avradını var ya onun.
yanıma bizim sınıftan tarık'ı (bu herifle aynı sınıfta olmamıza rağmen benden 3 yaş büyüktü) ve emrah'ı aldım, potalara gittim. kendime ve takım arkadaşlarıma güveniyorum. fakat o da nesi? ulan ben hayatımda böyle bir ilkokullu görmedim. yani koy üniversiteye, yemin ediyorum sırıtmaz. boyu neredeyse iki katım, kilo desen yediği yaramış. bildiğin tepemden bakıyor hayvan oğlu hayvan. tarık, gökhan'ın yanındaki çocuklardan birini aldı, emrah diğerini. ben de ayı gökhan'la eşleştim doğal olarak.
herif beni o kadar güzel dövdü ki. atıyo, tutuyo, ağzımı yumrukluyo, kucaklayıp yere atıyo, yeni yeni hareketler deniyo... ve bütün bunlar olurken bilincim gayet açık, her şeyin farkındayım fakat en ufak bir müdahalede bulunamıyorum, en ufak bir karşılık veremiyorum. karabasan gibi pezemenk. tarihte eşine sık rastlanmayacak türde nefis bir dayak. senin hiç yüz yüze ettiğin bir kavgada gtüne diz yemişliğin var mı? benim var. adam beni kucağında hoplattı diyorum lan. bir süre geçince aramızdaki tokat-haykırış ilişkisinin monotonlaşmış olduğunu hissetmiş olacak ki sıkılıp bıraktı.
sonra, sevdiğim ilk güzel kız, sedef, beni terk etti. annem, lavaboda kanlı yüzümü yıkadı.
***
yakın bir arkadaşımla bir üniversitenin bahar şenliğine gitmek için sözleştik geçen sene. yalnız çocuğun babaannesi biraz rahatsızlanmış, "eve bi uğra ziyaret et kadını, oradan beraber geçeriz" dedi. hasta ziyaretine giderken benim bildiğim süt alınır gidilir. "herkes de benim gibi düşündüyse ev mandıraya dönmüştür iyiden iyiye" diye düşündüğümden alternatif bir şey götürmeye karar verdim, ama ne alacağımı da bilmiyorum. sokakta zağar gibi dolanırken, daha iki gün önce açılmış olan bir giyim mağazası dikkatimi çekti. kardeş bak özellikle söylüyorum, mağaza açılalı iki gün olmuş, herif dayamış pankartı. "patron çıldırdı! her şey zararına!", "böyle danpink görülmedi! boşaltıyoruz!", "baca temizlenir!". iki günde sen neye çıldırdın lan? kim bu iktisat fakültelerinde ders diye okutulacak pezemenk diye sırf merakımdan dükkana girdim,içeride noldu ne bitti, beni nasıl ikna ettiler, büyü mü yaptılar ne bok yediler bilmiyorum, kendimi kasada hırka parası öderken buldum.
"süt ne la süt? herkes işin kolayına kaçıyor" diye orta asya'dan bugüne yüz yıllardır sürdürülegelen bir türk geleneğine bok ata ata arkadaşımın evine giderken elimdeki kese kağıdına sarılı babaanne hırkasıyla iyice gururlanmaya başlamıştım. kapıyı çaldım, içeri girdim, babaanneyi görür görmez ter koktum. sarıya boyanmış saçları, ojeli tırnakları vardı.kadın evde tayyörle dolaşıyor, biz tiftikten hırka götürüyoruz. elimden kimse alamadı o kese kağıdını.
yemeğimizi yedik, şenliğe gitmek için çıktık evden. asansöre bindiğimiz an yanımda arkadaş diye taşıdığım eşşoğlueşşek, bana hayatımın en acı osuruk deneyimini yaşattı. hani sessiz osuruğun ölümcül etkisi vardır ya, işte o gerçekten var. adam gtüyle fısıldadı. adam adeta gtüyle sır verdi. hepimiz biliriz ki osuruğu kesici ve delici hale getiren bazı besinler vardır. ne bileyim, kıymalı yumurta gibi, nohut gibi, turp gibi... aklına gelecek bütün o besinleri toplasan, hepsi bir enginar osuruğu etmezmiş kardeşim, onu anladım. yeminle söylüyorum, o enginar sapıyla çiçeğiyle asansörde maddeten ve manen bir varlık buldu. allah belasını versin.
arkadaşın ev sekizinci katta. üçüncü katta durduk, iki adet talihsiz tamirci bindi asansöre. heriflerden biri üçüncü kattan zemin kata olan o kısacık yolculuğumuz boyunca iki kere "abi saat kaç" diye sordu. artık herifin basınçtan beyni mi patladı, yoksa bizimle geçirdiği süre saat gibi mi geldi bilmiyorum.
üniversite şenliklerinde bütün mevzu aynı seyreder. sahnede ya bi sanatçı ya bi dj coşturur, ayyaş gibi içersin, mutlaka arkadaşlarla karşılaşırsın, senin dışında herkes dans etmektedir falan. hiç değişmedi. yine eski bir arkadaşla karşılaştım, kalabalık bir grup halinde gelmişler. grupta bir kız var, inan bana o güne kadar hiç o kadar güzel bir kız görmemiştim. dans ediyordu. hem ağırbaşlı, hem oynak. tüylerim diken diken oldu, nefesimi tuttum, dişlerimi sıktım. ve galiba o anda o kıza aşık oldum.
yanımdaki arkadaşla beraber biz de o gruba katıldık. bütün gece o güzel kızla muhabbet ettik. sessiz adamımdır aslında, o gece hiç susmadım. başka günlerde, başka şekillerde sık sık tekrar görüştük, muhabbet ettik. hiç asılmıyorum ama, prensip meselesi, gebereceğimi bilsem bir kıza asılmam, işaret beklerim. bi gün bu kızla aramızda "nerelisin" muhabbeti geçti. yozgatlıymış. aman dedim benden uzak dur. kız inceden bozuldu. bense iyice bokunu çıkardım. ulan dedim, yozgatlıyla yılanı aynı çuvala koymuşlar, yılan "alın şu yozgatlıyı yanımdan" demiş. ciddi ciddi bokunu çıkarıyorum muhabbetin. kızın yüzü iyice düştü. "lan şaka yapıyoruz, benim babam da yozgatlı" dedim. "yozgat'la dalga geçmene bozulmadım ki. benden uzak dur demene bozuldum" dedi. selektörü gördüm. o gün sevgili olduk.
hikayenin arada yaşanmış kısmı, yalnız benim hatıramda kalmasını istediğim özel günler. hem bir adamın bir kadını deli gibi sevmesinin hikayesini kim, neden dinlemek istesin ki?
aylar sonra bir gün ayrılmak istediğini söyledi. "seni seviyorum ama sen kendi dünyanla çok meşgulsün. dünyana giremiyorum. hem kendimi ve geleceğimi de düşünmek zorundayım" diye başlayan bir sürü palavra sıraladı. ısrar etmedim, bitti. hiç görüşmedim, hiç sormadım.
epey saftirik bir kız kardeşi vardı. ayrılıktan uzun süre sonra bir pastanede gördü beni, yanıma geldi. gülümsüyordu. bana ablasını istemeye geldiklerinden bahsetti. gülümseyerek. o güzel ablasını, istemeye geldiklerinden. o adama kahve götürürken elleri hiç titrememiş.
annemin ben küçükken uydurduğu yaramaz kedi ve ördek masalını bir daha anlatamayacakmışım. kimsenin bilmediği parkımıza bir daha hiç gitmeyecekmişiz. ellerim kocamanmış, elleri ellerimde kayboluyormuş. elleri kaybolmuş.
sevdiğim son güzel kadın, nişanlanmış. ben, eve dönmüşüm. ellerim kirliymiş. annem bile yıkamamış.
Not : @
[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] bebeğimsin kıyamam.