Bir çocuk minicik ellerinin arasına alıp salladı küçük dünyamı.Onun sallamasıyla başımdan aşağıya beyaz beyaz noktacıklar dökülmeye başladı.Uzun uzun seyretti bu manzarayı çocuk, beni ve küçük dünyamı. Son beyazlık da düşünce yere tekrar sallandı dünyam. Tekrar seyretti bu manzarayı çocuk büyük bir hayranlık ve merakla. Kim bilir ne kadar çok istiyordu bu kürenin içinde olmayı.
Kendi küresinin görünmez camları içerisinde yaşayan çocuk tabii ki bilemezdi benim küremde her şeyin ne kadar sahte olduğunu. Altında üşümek istediği kar sahte, üstüne tırmanmak istediği çam ağacı sahteydi ve kömürlerle üzerine düğmeler yapmak istediği ben sahteydim. Annesinden azar işitip de ağladığı zaman gözlerinin takıldığı gülümsemem de sahteydi ve en çok da o sahteydi aslında. Mutluluğu arayan insanların fabrikalarında büyük bir gülümseme yüzüme yapıştırılırken mutsuz olma hakkı verilmemişti bana çünkü. Yine de ağlardım ben gizlice, sahte karlar üzerimde dans ettiğinde. Oysa kimse üzülmezdi bir kar küresinin içindeki dünyayı izlerken. Bilmezlerdi çünkü içeride gülümseyen o kardan adamın aslında ağladığını.
Tek mevsimin yaşandığı bir dünyaydı benimkisi. İçinde sadece tek bir rengin olduğu bir dünya… Gülümsemeye zorlanmışlığımla, kendi dünyamın merkezine saplanmışlığımla ve tüm sahteliğimle içinde bulunduğum ve camlarını kırıp dışına çıkamadığım bir dünya… Keşke getirebilseydim buraya baharı. Arkamdaki çam ağacının dallarında kuşlar cıvıldasaydı,açsaydı rengarenk çiçekler, arılar bal yapsaydı. Ne kadar güzel olurdu baharı kendi küçük dünyama getirebilseydim. Hatta o kadar güzel olurduki gerçek olsam erirdim. Ama ne bahar uğradı buralara ne de ben gerçek olup eridim. Küçük çocuk yanımda oturmuş uçuşan sahte karlarımı izlerken, ben onun odasının penceresinden yüzümde gülümseme içimde yaşla yağan yağmuru seyrettim.