Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
| Mevsimlik işçilerde aşk göçü.
Şarkımız da güzelim havalarda can sıkmaya gerek görmediğim için Beirut - Postcards From Italy, Molotov Jukebox - I Need It olabilir. ''Malum havalar güzelleşti, yaz geliyor, siz de Nesfit ile forma girmek istemez misiniz?'' desem gayet normal karşılanır, peki ''Malum havalar güzelleşti, yaz geliyor, siz de aşık olmak istemez misiniz?'' desem nasıl karşılanır? Eminim bu da normal karşılanır. Tam da başlıkta olduğu gibi, mevsimlik işçi gibi sıcağı görünce aşık olası tutan çimenüstü insanlar yeniden aramızdalar! Onları bir selamlayalım ve yanlış gübreleme sonucu ortaya çıkan sorunlarıyla devam edelim.
Geçen gün Seğmenlerdeyim.-Aşkım ya vallahi Seğmen diye biri yok, park bu park- Ankara'yı ayaklarınızın altına seren, aynı zamanda da Ankara'daki bozkır anlayışını yerle bir eden, her insanın mutlaka bir kez yolunun düştüğü, düşmese de yanından geçtiği meşhur parkımız. Çimlere doyasıya basar, hatta hiç düşünmeden üzerine bile oturursunuz! Ben de oturuyorum, yanımda arkadaşlarım var ama kafam onlarla değil, kafam hemen çaprazımızda oturan sevgililerde. (Yazar burada yalnızlığın dayanılmaz ağırlığını etraftaki sevgilileri keserek hafifletmeye çalışmıyor, bir dakika!) Ve en önemli sorun da o çapraz mesafesinde bizim sesimizin onlara gitmediğinden emin olurken, onların sesinin bizim sohbetimizin içine karışıyor olmasıydı, ben de tutamadım kendimi tabii, dinledim, hem de her ayrıntıyı! Peki neden?
Buse; 22 yaşında, üniversite öğrencisi.
Serdar; 25 yaşında, mezun olmuş, iş arıyor.
Bunları uyduruyor muyum? Hayır, size dibine kadar dinledim diyorum.
Serdar Buse'nin okuldaki hayatından şikayetçi, kimlerle olduğunu bilmediği için bu durumdan rahatsız. Buse de Serdar'ın kendi okuldayken boş zamanlarını nasıl, nerede, kimle geçirdiğini düşünmekten kafayı yemiş durumda. Biz 3-4 saat oturduk ve 3-4 saat boyunca sadece sosyal alanları ve başkaları üzerinden tartışma yaşadılar, ben de utanmadan ifşa ediyorum, herhalde okumazlar! Onlar bu tartışmayı yaşarken, ben pür dikkat dinliyorum ama kafamda da bir sürü düşünce dolanıyor, içerikte de yaz gelince aşık olunmasının anayasayla şart koşulmuş bir kanun olup olmadığı ele alıyor, bu yanlış algının vahim sonuçlarını kendi içimde şekillendirmeye çalışıyorum.
Bu çiftimiz güneşin ısıtmaya başladığı ilk an vurulmuşlar birbirlerine, 2 ay olmuş birbirlerine aşık olalı, aşık diyorum da bunun pek aşkla ilgisi olmadığını da kendi kendime söylüyorum o an. İkisinin de tek sorunu birbirlerinin sosyal alanlarına müdahale etmeden duramamaları, başka insanların önünde sosyal bariyer vaziyeti görerek onları püskürtüp, sevgilisinin bütün haklarını kendine saklama çabası. Ne kadar güzel duruyor değil mi böyle yazınca, insan içinden ''Sevgilim beni çok seviyor yaa!'' diye geçiriyor. Sen öyle san diyor ve o an içimden geçenleri yazıyorum:
''Sevdiğiniz insanların sosyal alanlarını ablukaya alıp, tek odak noktası olmak için çabalamanız, karşınızdaki insanı size bağlı kılarken gitgide sağlıksız bir ruh haline kavuşmasını da sağlıyor, farkında mısınız? Gelip sana anlatmadığı şeylerin olması seni sevmediği anlamına gelmiyor; çünkü insanların birbirine anlatmadığı veya anlatmak istemediği şeyler olabilir, bu onun kendi yaşantısı, yani senin gibi o da bir varlık ve kendi varlık sahasında yaşadığı belli başlı şeyler var, bunu kabullen.
Senin dışında da bir hayatı olduğu için ve bu insan olduğumuz için çok normal bir şey, senin de anlaman lazım, senden başka insanlarla da gülebilir, sohbet edebilir, senden başka insanlara güvenebilir ve senden başka insanlar da sevgiline güvenebilir, bunda hemfikiriz? Peki sevgilinin başka insanlarla gülebilme ihtimalinde seni rahatsız eden nedir? Ona olan güvensizliğin mi yoksa sensiz mutlu olması mı? Her ikisi de değil mi? Çünkü sevgilin senin dışında mutluysa, kesin aranızdaki ilişkide bazı sorunlar vardır, kesin seni artık sevmiyordur ve sen böyle düşündüğün için siz beraberken de mutlu olamayacaksınız, bunu da kabullen.
Etraftan geçen güzel kızlar veya yakışıklı erkekler sevgilini şöyle bir süzdü ve sen oracıkta sevgilini paralamaya başladın; peki böyle süzülesi bir şeyin senin yanında olduğu gerçeğini hatırlayıp, elini tutsan daha güzel olmaz mıydı? Çünkü etrafta senden güzel kızlar mutlaka olacak, senden yakışıklı erkekler de olacak, hatta sen de birine öyle bakacaksın ama bu yanındaki sevgilinin elini tutup, onunla bir ilişki yaşadığın gerçeğini değiştirmez öyle değil mi? Üçüncü, beşinci, onuncu kişilere verdiğin değerin belki de yarısını yanında oturan insana versen ve o insanların üçüncü, beşinci, onuncu olduğunu kabul etsen daha mutlu olmaz mısınız? Olursunuz, o yüzden bunları da kabullen.
Mesela yine etrafında senden daha yetenekli, senden daha kültürlü insanlar da olabilir ve bu sevgilinin ilgisini çekiyorsa, senin odak noktan kültürlü insanlar değil, sevgilinin ilgisini çeken o konular olmalı. Bir kitap ilgisini çekiyorsa, o kitabı konuştuğu insana kafayı takmak yerine, alıp o kitabı okuyup sevgilinle konuşabilecek ortak bir şey yaratmaya çalışsan, sizin için daha sağlıklı olmaz mı? Olur, o zaman bunu da kabullen ve bir kitap al eline.
Sevgilinin arkadaşlarını kıskanıp ona yasaklar koymak yerine, arkadaşlarını tanıyıp, ''ben olmasam da yanında birileri var, hiç yalnız kalmayacak'' diye düşünerek onun böyle güzel sosyal ilişkileri olduğu için mutlu olsan, hayatı da ona zehir etmesen, fena olmazdı değil mi? Hoşlanmadığın kişilerin olması normal, onun sevdiği insanları sevmemiş olman da normal ama senin dışında bir hayatı olduğunu ve o insanlarla ilişkisi olduğunu düşünüp, aynı engelin sana koyulmasını istemediğini de hatırlayıp, onun hep yanında olsan ne güzel olur değil mi? O zaman şu ''sevimsiz'' sandığın arkadaşları da bir kabullen.''
Tam olarak bunları içimden geçirdikten sonra tam da olayın büyüsüyle ve güneşin etkisiyle uykuya dalacakken-evet bulduğum her yerde uyuyabilme potansiyelim var-, şöyle bir doğrulduğumda, seslerinin kesildiğini fark ettim, çünkü ben bunları düşünürken onların seslerinden çok kendi içimdeki sese odaklanmıştım ve Buse gitmişti. İşte burada devreye birbirlerinin yanında olan insanlardan şikayet etmelerinin utancı giriyor devreye. Buse'nin hiç sevmediği Serdar'ın arkadaşı, Serdar'la iletişim kurarak, biraz abarttığını ve böyle şeylerle birbirlerini yıpratmamaları gerektiğini söylüyor ona. Düşünsene, eğer Buse'yi dinleyip o arkadaşını hayatından çıkarsaydı, şu an orada tek başına oturmuş ve kafasında kurduğu şeylerle sevdiği insandan nefret etme merdivenlerini bir bir tırmanıyor olacaktı ama Buse o kadar şanslı ki, sevdiği adamın yanında onu doğru yönlendiren birileri var. Aynı şey Serdar için de geçerli; çünkü yanlarındaki başka bir arkadaşları da muhtemelen Buse'yle beraber gitmiş ve ona yaptıklarının yanlış olduğunu anlatıyordu.
Yani demem o ki, şu severken birbirinize ''mal'' gözüyle bakıp da, sevgilinizin tapusunu kimsenin ulaşamayacağı sandıklara saklamış gibi davranmayın. Çok bildiğimden de değil ama çok rastladığımdan böyle diyorum, aşkı mevsimlerle, hava derecesiyle bağdaştırıp da hemen birine kapılmayı beklemeyin. Mevsimlik işçiler gibi, hava ısınınca yeni birine göç etmek için acele de etmeyin. Bahsettiğim örneğin havalarla alakasını da kurmamın sebebi, kendilerinin cümle içinde bunu kullanıyor olmaları, yani yaşadıkları şeye daha kendilerinin bile inanmıyor olmalarıydı. Güzel bir atasözüyle kapatalım meseleyi. ''Ne seversen onu biçersin.''
Bir başka yazı da belki de bu sözü ele alır yürürüz. Kırmadan seviniz.
__________________ If you can't measure it, it doesn't exist. |