Tekil Mesaj gösterimi
Alt 30 Nisan 2015, 16:34   #1
Çevrimdışı
Melodram
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Geleneksel albüm karıştırma günleri.




Şarkımız; Bu kısımda 90'lardan pop şarkılarını açalım ki tam olsun. Bence Tarkan'dan Oynama Şıkıdım dinlenmeli; çünkü bu kadar efkarlı sözlerle bizi oynatıp, bir de üstüne ''oynama şıkıdım'' diyerek dalga geçiyor. Ayrıca biz Tarkan'ı ve Kenan Doğulu'yu en berbat halleriyle sevdik, o zamanlar sixpack yoktu!
*Burak Kut - Benimle Oynama
*Ege - Delice Sevda
*Demet Sağıroğlu - Kınalı Bebek
*Levent Yüksel - Bi' Daha
*Hakan Peker - Efsane
*Mirkelam - Her Gece
*Grup Laçin - Bekar Gezelim
*Emel Müftüoğlu - Hovarda

*Grup Vitamin - Turkish Kovboylar
Tamam bu kadar yeter, daha çok var da üşendim, hatta bence siz de yazın birkaç tane de güzel şeyler hatırlayalım.
-

Doğum günüme yaklaştığım her yıl, rutin olarak yapmaya çalıştığım ve artık başına 'geleneksel' koyabileceğim ''geleneksel albüm karıştırma günleri'' başlamış bulunmaktadır. Bilir misiniz albümleri? Hayır hayır, o kapaklarında birbirinden yakışıklı abilerin ve kışkırtıcı pozlar veren ablaların olduğu, içinde gerekli gereksiz en az 10 şarkının olduğu albümlerden bahsetmiyorum. Anılarınızın saklı olduğu fotoğraf albümlerinden bahsediyorum. Hani digital fotoğraf makinelerinin olmadığı, akıllı telefonu bırak telefonun bile her 100 kişiden sadece birinde olduğu dönemlerde, fotoğraf makinesinin içindeki film bitince koşa koşa bastırıp, yenisini aldığımız ve saçma sapan her fotoğrafı koyduğumuz albümlerden bahsediyorum. Şimdi bildin. Ne oldu o albümlere? Ben ciddi ciddi bu duruma üzülüp, yeni yaşıma girmeden eski yaşlarımdaki anıları hatırlıyorum ki, gerçek manada büyüdüğümü hissedeyim diye. Neden seviyorum albümleri biliyor musunuz? Çünkü en sevmediğin hallerde bile mutlusun ve en çirkin çıktığın fotoğraflar bile hala saklı duruyor. Yani şimdiki gibi saatlerce ön kameraya bakıp, en güzel efekti vermeye çalışıp yine de istediğimiz gibi çıkmayınca silip atamıyorduk o zaman. Bu teknolojiden şikayetçi miyiz, değilizdir muhakkak. Hataları tek tıkla silebilme şansını insanlara veren bu teknolojiden neden şikayetçi olalım değil mi? Ama benim derdim de zaten bugün değil, dünlerin unutulması.
Açıyorum albümü, bu arada albüm kapaklarının üzerinde kabarık saçlı, mutlu mu mutsuz mu anlayamadığınız, vatkalı bluz giymiş ve kırmızı rujun gözüne vurmuş ablaların fotoğrafları basılı olur genelde. İlk sayfada bebekliğim, herkes mutlu. Bir sürü insan gelip benimle fotoğraf çektirmiş, sanırım doğarken hepimiz çok ünlüyüz! Sonra insanlar azalmış mı peki? Asla, her sayfada farklı yüzler, farklı gülüşler var. Bugünden daha gerçek her şey, soyut bir anın en somut örneği gibi fotoğraflar. 2 yaşında bir canavarmışım, 3 yaşında kıskançlıktan hasta olan bir deliymişim. 3 yaşında neyin kıskançlığı demeyin, yatağımı başka bir çocuğa verdikleri için bütün gece babam beni arabayla dolaştırmış, araba her durduğunda ağlamışım, öyle bir kıskançlık. 4 yaşında daha da kıskançmışım, annem işteyken bana bakan yan komşumuzun yeğeni geldi ve onunla ilgileniyor diye, kadının kollarını morartmışım. Kolları mor, kucağında ben ve ikimizde gülüyoruz. Hep gülüyormuşum hatta, apartmanın muzur kızıymışım, en küçük de ben olduğumdan nazımdan, niyazımdan geçilmezmiş. 6 yaşına geleyim mi? Anaokulunda, bütün kızlar papatya olmuş, yıl sonu gösterimiz var. Ben hepsinden uzun boylu olduğum için, papatyaların boy hizasını bozuyorum diye beni ''horozumu kaçırdılar suyuna da pilav pişirdiler geh bili bili bili'' şarkısını söyleyen köylü kadın yapmışlar, yanımda da yerli malı haftalarında bana elmasının yarısını vererek aşkını ilan eden çocuk var. 7 yaşında aşık olmuşum ama elmasının yarısını veren çocuğa değil, daha o günden belliymiş elmanın sizi sevmesi sizin onu sevmenize sebep olmayabiliyormuş. 9 yaşına ait birkaç fotoğraf var ve onlar da mutsuzum, çünkü 99 depreminden sonra çekilmiş, annemden ve babamdan ayrıyım. Küçüğüm ama kardeşimin sorumluluğunu alabilecek kadar da büyümüşüm, hem de tam bir gecede. 11 yaşından sonra yeniden başlamışım gülmeye, başka şehirde nefes almaya gitmişiz, annemler Ankara'da deprem olmayacağına inandırmış, bu kadar büyük bir şehirde kaybolacağımı bilmeden sevmişim burayı hemen. Bir travmanın ardından yaşanabilecek en güzel çocukluğu yaşamışım. Dizlerim yara bere içinde, düşmüşüm. T-shirtlerimin önünde hep dondurma lekeleri, bazen ağacın tepesindeyim, bazen bisikletin üzerinde. Bisiklet dedik de, kardeşimi önüme oturtup yokuş aşağı inerken yanlışlıkla ön frene basıp muhteşem taklalar attığımızı da belirteyim. Düştük ama kalkmasını da bildik, sadece arkadan çocukluğumun tamamını geçirdiğim arkadaşım gelip ''Cansu ayakkabıların çıkmış'' dedi ve biz orada da gülüp konuyu kapatmıştık. Safmışız. Yaramazmışım da ama söylenenlere göre ''zeki ve olgun'' bir çocuk olduğumdan, yaramazlıklar benim üstüme kalmazmış hiç! İşi bilmenin adı zekilik olmuş, vay hallerine. Daha da ilerliyorum, doğum günlerinde kalabalığız. Kuru pasta yiyip ve kola içmekten pastaya yerimiz kalmamış ve bunun mutsuzluğuyla yine gülümsemişiz. Gözlerimiz pastaya bakarken, ''haberim yokmuş gibi çek kanka'' geleneğini keşfetmişiz. Sımsıkı sarılmanın ne demek olduğunu iyi bildiğimiz, kaburga kırığının sadece sarılınca meydana geldiğine inandığımız zamanların sonuna doğru geldim, zaten albümün tükendiği anlar bunlar. Fotoğraflar azalmış, anılar sadece beynine kazıdıklarında kalmış. ''Film bitti.'' sesleri azalmış, ''Yanmış fotoğraf'' diye bir şey kalmamış, yanmış fotoğraflar ayrılan sevgililerin nefretlerini ifade ederken yaktığı fotoğrafları kapsamıyordu o zaman. Albümler tarih oldu ve insanlar yaşadıkları her şeyi hatırlamak için kendi içlerine hapsoldular. Sürekli kendi içine dönmek zorunda bırakıldılar. Neden artık fotoğraflarda gülmekten çok, gülmeye çalıştığımız oluyor? Gülmeye çalışırken ki o 'kasıntı' ifadelerimiz, mutsuzluğumuzu mu simgeliyor? Anı kaydetmek mi önemli, yoksa fotoğraflarda hep güzel çıkabilmek mi? Her yıl, bir yaş daha büyümeden bu karışık bulmacalarla kafamı bulandırıyorum. Albümlere haksızlık etsem de, yanımdaki dostlarıma edemeyeceğim için hiçbir albümde göremeyecek olsam da, gülüyorum. Bir yandan düğüm oluyor, bir yandan çözülüyorum. Ne yorucu şey şu insanın kendini dinlemesi, dünyanın en gürültülü müziğini son ses açıp dinlemek gibi bir şey ve bu sesi de bir tek sen duyuyorsun, komşuların dünyadan haberi olmuyor. Belki de film şimdi başlıyordur.

__________________
If you can't measure it, it doesn't exist.
 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları eglen sohbet reklamver