Sultan Abdülhamid Han'ın Büyük Basiret ve Cesareti
93 Harbi olarak bilinen 1877-1888 Osmanlı-Rus Savaşı’nda, Ruslar batıda İstanbul yakınındaki Yeşilköy’e kadar geldiler. İstanbul’un da düşmesi an meselesiydi. Doğuda ise Erzurum’u koruyan Aziziye tabyaları’nın birkaçını ele geçirirler.
Sultan Abdülhamid Han’ın başkanlığında toplanan mecliste bir kısım ümera ve vezirler İstanbul’un terk edilerek, aile ve çoluk çocuklarıyla adalara gitmeyi teklif ederler. Abdülhamid Han büyük bir basiret ve cesaretle bu teklifleri reddeder.
Sultan Abdülhamid Han, meclis toplantılarına iştirak eden bir zata, kendi eli ile yazmış olduğu ve son zamanlarda bulunan mektubunda özetle şöyle diyor:
“Cülusumuzdan, istifanıza gelinceye kadar Mabeyn-i Hûmayun’da ve Bâb-ı Seraskerî’de akdolunan meclislerin hepsinde hazır bulundunuz. Ruslar’ın Ayestefanos (Yeşilköy) da bir kuvvete malik oldukları halde, devlete bir çok tekliflere kalkıştıkları vakit, riyasetimiz altında toplanan mecliste, vükela, vüzera ve ümera (vekiller ve amirler) : “Aile ve evladımızı alıp adalara gidelim”
Dediklerinde donanmanın terki ve Rusya askerinin şehri istilâları tekliflerinde, Cenâb-ı Hak’ tan başka kimsenin yardımına mazhar olmayıp her türlü fedakarlığı göze alarak Allah’ın izni ve Peygamber’in ruhaniyetinin yardımı ile, devleti büyük bir felaketten kurtarmaya muvaffak olduğumuzu hiçbir vicdan ve insaf sahibi inkâr etmez.
Garezkâr olanlara “ Hasbinallah venimel vekil” den başka söz denilmez. Bu gibilerin Kısas-ı İlâhîye duçar oldukları görülerek teselli bulmaktayız. Ordusuz Olmaz
Sultan Abdülhamid Han’ın orduya yaptığı harcamaları çok görüp kendisini tenkit edenlere karşı da mektupta şöyle demektedir:
Üçbuçuk milyon nüfusu geçmeyen Bulgarlar, askere bir milyon sarf ettikleri ve Sırp, Yunan dahi böyle olduğu halde: “ Biz çok asker besliyoruz, memleketi jandarma ile idare etmeli” diye terakkiperver (İlericiler) denilenler tarafından sözler söylenmektedir. Bunlar:
“ Asker beslemek mülkün imarı ile olur. Mülkü imar ettikten sonra askeri çoğaltmalı,” diyorlar ki; bu fikirde bulunanlar bir devletin himayesine girmeyi göze almış, kendilerinde dinî ve mîllî bir his kalmamış ve şahsî menfaatlerinden başka bir şey düşünmeyenlerdir.
Bir çiftliğe sahip olan kimse korucu ve kelp tedarik etmeden evvel, ziraat ve imara mesai sarf etmez. Çünkü korucusu olmasa; ya yabâni bir hayvan çiftliğe zarar verir veyahut bir başkası gelip orayı sahipsiz sayarak ondan istifadeye kalkışır. Bunun için evvela; bir korucu lazımdır ki çiflikte bulunan işçiler emniyet içinden çalışsınlar. Ve hariçle alış-veriş edecek olurlarsa değeri ile mal alıp versinler. Fakat, müdafaa edecek kuvvete sahip olmazlarsa komşuları ile edecekleri alış-verişlerde onların ağır ve zararlı tekliflerini kabule mecbur olurlar. Çiftlik muntazam bir halde bulunmaz.
Devletin hali de bunun gibidir. Kuvvet olursa kapilatasyonlar da yavaş yavaş kalkar. Ve gümrük muahedeleri de değiştirilir. Yabancılara verilen imtiyazlar kuvvet sayesinde hafifletilir ve sözde kalır. Devlet itibarı o nisbette artar ki dahili işlerimize harici işler karışmaz ve kalkınma o nisbette kolaylaşır. Erzurum’da Tehlikedeydi
93 Harbinde Ruslar doğuda da Erzurum yakınlarına kadar gelmişlerdi. Hatta şehri savunan Aziziye Tabyalarından birkaçını ele geçirmişlerdi. Erzurum halkında büyük bir korku ve huzursuzluk başlamıştı. Bu sırada Rus ordusunun başkomutanı 5 Kasım günü doğu cephesi komutanı Gazi Ahmet Muhtar Paşa’ya, bir elçi göndererek teslim olması için teklifte bulundu. Rus başkomutanı elçi ile gönderdiği mektupta şunları yazıyordu:
“ Siz ve askerinizin tutar yeri kalmadı. Beyhude yere kan dökmemek için Erzurum kalesini teslim ediniz. Aksi halde şehriniz ve istihkâmlarınız tahrip edilecek, çoluk çocuğun vebali üzerinize olacaktır.” Erzurum Mutlaka Savunulsun
Bu sırada Sultan Abdülhamid Han Erzurum’un müdafaa edilmesi için Gazi Ahmet Paşa’ya aşağıdaki telgrafı gönderir, Ahmet Muhtar Paşa bu telgrafı Erzurum halkına duyurur.
Padişah telgrafta şöyle demekteydi: (sadeleştirilmiş) “Bugün bulunduğunuz yer Asya’nın en önemli noktası ve düşmanın göz diktiği yerdir. İşte bu yer büyük bir tehlikede bulunuyor. Allah esirgesin bir vakitten beri ordumuzda görülen dağılma ve çöküntüler bu defa da vukua gelir ve Erzurum’a bir zarar olur ve Erzurum istilaya uğrarsa böyle elîm bir olayın devletin maddi ve manevi varlığında açacağı yaraları size anlatmaya lüzum yoktur. Şu halde asıl iş görecek ve devletin üzerinizdeki nimet hakkını gözetip milletimizin sizden beklediği şerefi ispat edecek gün, bugündür. Namus ve şerefi muhafaza edemezsek, bu, kıyamete kadar tarihimizden çıkmayacak askerlik şerefimize sürülmüş acıklı bir leke olacaktır…”
Bunun üzerine kadın - çocuk, genç – ihtiyar bütün Erzurumlular silaha sarılarak Aziziye Tabyasına giren düşmanı tabyalardan söküp atar. Yarım gece ve bir gün süren kanlı savaş sonunda düşman 2300 ölü verir. Bizim şehit sayımız ise 1000’i bulmaktaydı. Bunlardan 600’ünü asker ve subaylar, 400’ünüde sivil Erzurum halkı teşkil ediyordu.
Böylece Sultan Abdülhamid Han’ın yüksek dirayet ve firasetiyle, Erzurum ve İstanbul düşman işgaline uğramaktan kurtuldu.
Kaynak:
Sadi Borak - II. Sultan Abdülhamid’in Yayınlanmamış Bir Mektubu
Hayat Tarih Mecmuası
Ertan Ünal -Aziziye Zaferi
Hayat Tarih Mecmuası |