Cevap: Henri de Toulouse-Lautrec Biyografisi Eserleri
Henri de Tolouse-Lautrec 19. Yüzyılın sonunda yaşamış ilginç bir ressamdır Lautrec. Aristokrat bir ailenin oğluydu ama akraba evliliğinin bir sonucu olduğu için şu an adı bilinmeyen genetik bir hastalığı mevcut idi. Kırılgan kemikleri ve asimetrik vücut yapısı babasının onu kendinden uzaklaştırmasına yol açmıştı. Boyunu uzatmak için uzun dönem değişik ve ızdırap verici (başından ve ayaklarından çekerek boyunu uzatmak gibi) tedaviler uygulandı ama sonuç alınamadı. Üstelik her iki bacağında yaptığı peş peşe kırıklar nedeniyle bir daha asla uzayamadı.Aristokrat ailesinin deoğru tedavi yöntemleri yerine üfürükçülerle ve büyücülerle tedavi ettirmeye çalışmasının da sonuçta payı büyüktü. Lautrec kendini resme verdi. Ancak klasik anlayışta bir resim yerine poster sanatçılığına soyundu. Ve bu konuda öyle başarılı oldu ki bir dönem reklam amaçlı asılan posterleri hayranlarınca asılır asılmaz sökülür oldu. Asıl ününü Moulin Rouge müzikholünü anlatan resimlerde yaptı. Bir dönem de genelev çalışanlarını resmetmeye merak sardı. Ancak bunlar aristokrat babasının kendisini evlatlıktan reddetmesini engelleyemedi. Fiziksel rahatsızlığı ve duygusal çalkantıları onu alkolizme sürükledi. Bir dönemde evini kapttı, tası tarağı toplayıp genelevde yaşamaya başladı. Bu döneminde ona hediyesi frengi oldu. Frengi ve alkolün hırpaladığı Lautrec son döneminde rehabilitasyona girdiyse de toparlanamadı ve 37 yaşında hayata gözlerini yumdu. Son dakikalarında yanına gelen babasına dönerek "ölümümü kaçırmayacağını biliyordum" dediği söylenir. Aynı zamanda henüz ölmeden (ölüm döşeğindeyken) Louvre Müzesi'ne girmeye hak kazanmış ilk ressam olup olmadığı da sanat tarihçileri tarafından uzun süre tartışılmıştır. Tarih 24 Kasım 1864. Fransa’nın güneyindeki Albi kentinde, Hotel de Bosc’un bir odası. Kont Alphonse de Toulouse-Lautrec’nin eşi Adele, doğum sancılarıyla boğuşmaktadır. Sabaha karşı saat 06.00 sularında Henri dünyaya gelir. Böylece başlar ünlü ressam Henri de Toulouse-Lautrec’nin yaşamı. Birkaç yıl sonra Henri’nin küçük kardeşi Richard doğar. Ama ne yazık ki çok uzun yaşamaz ve 1868 yılında, henüz bir yaşındayken ölür. Genç çift bu olayın ardından ayrılır. Henri için zor günlerin başlangıcıdır bu tarih. Artık mutlu bir aile yuvası çok uzağındadır. Her ne kadar annesiyle kalsa da mürebbiyeler tarafından büyütülür. Kontes 1872 yılında sekiz yaşındaki Henri’yi de yanına alarak Paris’e taşınır. Ekim ayında küçük Henri, Fontanes Lisesi’ne kayıt olur. Buradaki yılları güzel geçecektir. Resim merakı okul döneminde başlar. Kitaplarının üstü skeçler ve karikatürlerle doludur. İlk resim derslerini babasının da arkadaşı olan sağır dilsiz hayvan ressamı René Princeteau’dan alır. Daha Paris’e geleli üç yıl olmuştur ki, Henri’nin bir kemik hastalığına sahip olduğu anlaşılır. Bedensel gelişimi neredeyse durmuştur. Kontesle birlikte Albi’ye dönerler. Pek çok doktorun fikirleri alınır ve Henri özel bir bakım altında yaşamaya başlar. Böylece okul yaşamı biter ve eğitimini özel derslerle sürdürür. Artık zamanının çoğunu kitap okuyarak ve resim yaparak geçirmektedir. 1878 yılında geçirdiği bir kaza sonucu sol bacağı kırılır. Henüz sol bacağı iyileşmemiştir ki, 1879 yılı ağustos ayında annesiyle birlikte Barèges’te yürürken tekrar düşer ve sağ bacağını da kırar. Uygulanan hiçbir tedavi işe yaramaz. Ancak bastonlar yardımıyla yürüyebilmektedir. Her iki bacağı da son derece ince ve kırılgandır. Henri artık sakattır. Henüz 15 yaşında olan genç delikanlının en hareketli geçmesi gereken çağı, fiziksel acılarla dolar. Bu zorlu dönemde amcasının da teşvikiyle resme daha fazla yönelir. Bedensel özrü nedeniyle içinde biriken enerji onu daha da üretken kılmaktadır. 1881 yılına gelindiğinde farklı tekniklerdeki çalışmalarının sayısı 2400’e ulaşır. Ressam olmaya karar vermiştir. Annesiyle konuşur ve Paris’e giderek Princeteau’nun stüdyosunda çalışmaya başlar. Princeteau’nun stüdyosunda geçen bir yıl boyunca pek çok ressamla tanışır. 17 Nisan 1882’de Princeteau ve Henri Rachou’nun tavsiyesiyle ünlü sanatçı Léon Bonnat’ın atölyesine geçer. Léon Bonnat, Paris Akademisi’nin hoşgörüsüzlüğüyle tanınan öğretmenlerinden biridir. Eylül ayında Bonnat’ın stüdyosu kapandığında, Ferdon Cormon’un stüdyosuna devam etmeye başlar. Sınıf arkadaşları arasında Rachou, Albert Grenier, Charles Laval, François Gauzi ve Louis Anquetin gibi isimler vardır. Emile Bernard ve Vincent Van Gogh’la da burada tanışır. Van Gogh’la tanışması onun için bir dönüm noktası olur. izlenimciliğe bir tepki olarak doğan post-empresyonistlere katılır. Bu akım tüm geleneksel kuralları alt üst eder. Akımın temsilcileri, çalışmalarına sadece gördüklerini yansıtmak yerine kendi kişisel dünyalarını da katarlar. Sonraki tarihlerde Toulouse Lautrec de, Van Gogh gibi ressamlarla birlikte akımın en önemli temsilcileri arasında anılacaktır. 1884 yılında ilk karma sergisini açar. Ardından ilk ilişkisi gelir. 17 yaşındaki Marie Charlet, aynı zamanda modelidir. İlişkileri çok uzun sürmez. İkinci ilişkisini yine modeli olan Suzanne Valadon’la yaşar. Valadon, 1888’de intihar edene kadar onun sevgilisi olarak kalacaktır. Mouilin Rouge da dâhil olmak üzere Paris’in tüm ünlü pavyonlarının ve kabarelerinin düzenli müşterisidir. Çok fazla içer, gece hayatının kendisini yıpratmasına karşın alkol ve eğlence tutkusundan vazgeçmez. Tüm bu mekânlar, kentin varoşları, dansçılar, fahişeler resimlerinin ana konusudur. Hatta dansçıların ve fahişelerin resimlerini yaptığı için sık sık muhafazakârların eleştirilerini alır. 1891 yılında ilk taş baskılarını ve kendisine ün getirecek ilk posterlerini üretir. İlk kişisel sergisi 1893 yılında gelir. 1894–1897 yılları arasında Avrupa’yı dolaşır. Pek çok sergi açar. 1899 yılında sağlığı hızla bozulur, arkasından depresyon ve halüsinasyonlar baş gösterir. Bir sanatoryuma yatarak tedavi görmeye başlar. 1900 yılında yaşama olan bağlılığı giderek zayıflar, alkole olan düşkünlüğü doruk noktasına ulaşır. 1901 yılında Paris’ten ayrılarak annesinin yanına döner. 9 Eylül günü henüz 36 yaşındayken aldığı çok fazla alkolün etkisiyle hayata gözlerini yumar. Arkasında sayısız tablo, desen ve poster çalışması bırakır. Modern grafik sanatının şimdiki konumuna erişmesindeki en büyük paylardan biri, hiç kuşkusuz Henri de Toulouse Lautrec’ye ait. O, 1800’ler Paris’inin entelektüel yaşamında derin izler bırakmış, o güne kadar ikinci sınıf olarak görülen afişin bir sanat eseri olarak değer kazanmasını sağlamıştı. Fransa’nın en köklü ve varlıklı ailelerinden birine mensuptu. Ama hayatı, aristokratların zengin ve soğuk dünyasından çok kentin kenar mahallelerine, dışlanmışların arasına, asilzadeler tarafından hor görülen Paris’in eğlence mekânlarına doğru aktı. Belki bunun nedeni, tüm yaşamı boyunca kendisine eşlik eden fiziksel acılarıydı. Ne de olsa o, her iki bacağı da sakat, geçirdiği kemik hastalığı ve kazalar nedeniyle boyu 1.52 m. olarak kalmış bir adamdı. Yani asil bir aileden gelmesine rağmen toplumun bir kenara fırlattıklarından biriydi. Ama bu, kentin bohem yaşamında önemli bir yer edinmesine engel olmadı. Bir ressam olmaya karar verip Paris’e yerleştikten sonra Léon Bonnat’tan Ferdon Cormon’a, Emile Bernard’dan Vincent Van Gogh’a kadar pek çok ünlü ressamla tanışarak onların saygısını kazandı. Hareket özgürlüğü doğuştan kısıtlanmış olan Toulouse Lautrec, resimlerinde en çok doğaya, insanlara ve kent yaşamının canlı yüzlerine yer vererek döneminin görsel günlüğünü tuttu. Onu ilk ünlü yapan, Paris’in dünyaca ünlü pavyonu Moulin Rouge için tasarladığı afişti. Oysaki afiş, o tarihte baskıyla çoğaltılabilen, kopyaları çıkarılabilen basit bir reklam aracı olarak görülüyordu. Fakat Toulouse Lautrec’in göz dolduran tasarımlarıyla afiş, ucuz bir baskı nesnesi olmaktan çıktı. Söz konusu olan sanatı olduğunda o, özgür bir ruh ve sınır tanımayan biriydi. Peki, neydi onu böylesine cesur işlere imza atmaya iten? Bu sorunun yanıtı, acılarla dolu yaşamının ayrıntılarında gizlidir. Henri de Toulouse Lautrec, 1800’ler Paris’inin entelektüel yaşamında derin izler bırakmış, o güne kadar ikinci sınıf olarak görülen afişin bir sanat eseri olarak değer kazanmasını sağlamıştı. Bedensel özrü nedeniyle içinde biriken enerji Toulouse Lautrec’yi daha da üretken kılar. 15 yaşındayken, farklı tekniklerdeki çalışmalarının sayısı 2400’e ulaşır. Kaynak:Vikipedi |