Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
| Tiradlar...
Tiradlar...
Oyunun Adı: Martı
Yazan: Anton Çehov
Çeviren: Nihal Yalaza Taluy
NINA - Bastığım toprağı mı öpüyordunuz? Vurmanız, öldürmeniz gerekirdi beni! (Masaya doğru eğilir.) O kadar yorgunum ki... Biraz dinlensem! Dinlenebilsem... (Başını kaldırır) Bir martıyım ben... Yo, değil... Aktrisim... Öyle değil mi? (Arkadina ile Trigorin'in dışarıda gülüşünü duyar. Silkinir, kulak kesilir. Sol kapıya koşarak anahtar deliğine gözünü yaklaştırır.) O da burada demek... İyi... Tiyatroya inanmıyordu; hayallerimle alay ederdi hep. Ona bakarak ben de inancımı yitirdim; maneviyatım kırıldı... Aşk üzüntüleri, kıskançlık da bir yandan... Yavrum için korkuyordum hep... Miskinleştim, küçüldüm, oyunum manasızlaştı... Sahnede düzgün yürüyemiyordum; ellerimi ne yapacağımı bilemiyor, sesimi idare edemiyordum. İnsan kötü oynadığını hissedince ne acı duyar, bilemezsiniz! Martıyım ben.. Yo... Değil de... Şey, siz o sıralar bir martı vurmuştunuz, hatırlar mısınız? Yaa!.. Böyle işte... Gelmiş bir adam, durup dururken, laf olsun diye, yok etmiş kuşcağızı... Tam küçük hikaye konusu... Gene de söylemek istediğim bu değildi. (Alnını uğuşturur.) Ne diyordum?.. Evet, sahneden bahsediyordum. Şimdi öyle değilim artık: gerçek bir artist oldum. Şevkle, coşkunlukla oynuyorum. Kendimden geçiyorum sahnede... Oyunumu, herşeyimi gerçekten güzel, gerçekten değerli görüyorum artık. Buraya geleli beri her yanı dolaşıyorum. Hem yürüyor, hem düşünüyorum; ruhumun günden güne nasıl kuvvetlendiğini duyuyorum. Siz bir şey söyleyeyim mi Kostya, bizim işlerde, sahne olsun, yazı olsun, ün, yaldız, kurduğumuz hayaller değil, sabırlı olmak önemli; buna iyice inandım. Kaderine katlan, inancını yitirme... Şimdi acı duymuyorum artık, ödevimi düşündükçe hayattan korkmuyorum.
____________________
Oyunun Adı: Martı
Yazan: Anton Çehov
Çeviren: Nihal Yalaza Taluy
NINA – Yalnızım, yapayalnız. Bir şey söylemek için yüzyılda bir açarım ağzımı ve sesim bu boşlukta kederle çınlar ve hiç kimselere ulaşmaz... Sizler de, ey solgun alevler, işitmiyorsunuz beni... Sabah öncesinde çamurlu bataklıktan yükselirsiniz siz ve tan vaktine kadar sürtüp durursunuz, düşüncesizce, iradesizce, hiçbir yaşam kıpırtısı taşımaksızın... Sonsuz maddenin babası şeytan, bir yaşam kıpırtısı doğar korkusuyla, taşlarda ve sularda olduğu gibi, her an sizlerin atomlarını da değiştirir ve durmaksızın değişirsiniz. Evrende sürekli ve değişmez olarak bir tek ruh kalır sadece. Bomboş, derin bir kuyuya atılmış bir tutsak gibi, neredeyim, beni ne bekliyor, bilmiyorum. Fakat bir tek şey var bildiğim, çok iyi bildiğim: Maddi güçlerin yaratıcısı şeytanla amansız, acımasız kavgada, zafer mutlaka benim olacak ve sonuçta da madde ile ruh eşsiz bir uyumda birleşip kaynaşacak, bu ise dünyasal irade'nin egemenliği olacaktır. Fakat uzun, yavaş, binlerce yıllık bir sürecin sonrasında, hem ay, hem parlak Sirius, hem yeryüzü toza dönüştükten sonra gerçekleşecek bu... Ama o zamana kadar dehşet, dehşet... (Sessizlik. Göl üzerinde iki kızıl ışık görünür) İşte, amansız düşmanım şeytan yaklaşıyor... Korkunç, kızıl gözlerini görüyorum onun....
____________________
Federico García Lorca
Kanlı Düğün
Bırak vursun! Beni öldürsün diye geldim buraya. Beni onlarla beraber kaldırsınlar diye. Ama onun elleriyle değil. Kancalarla, orakla, hemde zor kullanarak, kemiklerimi kırasıya. Bırak vursun! Bilsin ki ben temizim, bilsin ki ben çılgın olabilirim. Ama göğüslerinin aklığını hiçbir erkeğe açmamış bir kız olarak gömebilirler beni.
Ötekiyle kaçtım! Kaçtım! Sen olsan sende giderdin. İçi dışı yarayla dolu arzudan yanıp tutuşan bir kadındım ben. Oğlunsam kendisinden çocuklar toprak, sağlık umduğum bir avuç suydu. Ama öteki çalılıklarla tıkalı karanlık bir ırmaktı. Sazlıkların fısıltısını mırıltılı türküsünü getiriyordu bana. Soğuk sudan bir küçük çocuğa benzeyen oğluna uydum bende. Ötekiyse yüzlerce kuş saldı üstüme. Bu kuşlar yolumu tuttular, beyaz beyaz kırağı bıraktılar yaralarım üzerinde. İstemezdim. Unutma ki bende istemezdim. Oğlun benim yazgımdı, ona ihanet etmiş değilim ama ötekinin kolu denizin itmesi boğanın çekmesi gibi sürüklüyordu beni. Her zaman da sürükleyecekti. Her zaman, her zaman! Kocamış bir kadın olsam da, oğullarımın oğulları saçlarımdan tutsa da.
Sus! Sus, al öcünü. İşte karsındayım. Bak boynum ne yumuşak. Bahçendeki bir yıldız çiçeğini koparmaktan daha az zahmet ister. Ama onurumla oynama. Temizim ben. Yeni doğmuş bir kız kadar temiz. Bunu sana ispatlayacak kadar da güçlü! Yak ateşi elimizi içine sokalım. Sen oğlun adına, ben vücudum adına. Elini ilk çeken sen olacaksın.
____________________ Oyunun Adı: Cesaret Ana ve Çocukları
Yazan: Bertolt Brecht
Çeviren: Ayşe Selen
ANA
<!--[if !supportLineBreakNewLine]-->
<!--[endif]-->– Yazık oldu komutana... yirmi iki çift çorap... kaza diyor herkes. Sis sebep olmuş. Komutan alaylardan birine, “ileri”, diye bağırdıktan sonra atını geriye doğru mahmuzlamış. Ancak sis dolayısıyla şaşırıp cepheye dalmış. Ve kurşun yemiş... Kala kala dört fener kalmış... Ve kurşunu yemiş. (Arkadan bir ıslık sesi işitilir. Cenaze töreninden kaçan erleri görür. Tezgâha girer) Ayıp, ayıp, komutanın cenaze töreninden kaçılır mı? Yağmurdan kaçıyorlar. Üniformanız ıslanır tabii. Söylentiye göre, cenazede çan çalmak istemişler, ama sağken onun emriyle kiliseler kapandığı için zavallı komutan mezara indirilirken çan sesi duyulmayacak. Büsbütün garip gitmesin diye üç pare top atacaklar... (İçki isteyen askerlere) İçki istiyorsanız paraları sökülün önce. Yoo... çamurlu çizmelerle çadırıma giremezsiniz! Yağmur yağsa da yağmasa da dışarı da zıkkımlanacaksınız. Yalnız subayları içeri bırakıyorum. Komutan son zamanlarda epey sıkıntı çekmiş, maaş ödeyemediği için. İkinci Alay’da karışıklık çıkmış. “Din uğruna savaşıyoruz, para isteyemezsiniz” diye kestirip atmış. (Cenaze marşı duyulur) Acırım böyle komutanlara, imparatorlara. Belki de ileride kendilerinden bahsettirecek heykellerini diktirecek şöyle özel bir şey yapmak isterlerdi; örneğin dünyanın fethi gibi, bu bir komutan için yüce idealdir, zaten başka bir şeyi de beceremezler. Kısacası, kıçı çatlayıncaya kadar çalışır, didinir, ondan sonra da, hayatta bir bardak biradan ya da iki laklaktan daha yüce bir ideali olmayan aşağılık halk gelip yaptıklarının içine eder. Onların bütün güzel planları, yöneticilerin basitlikleri yüzünden hep berbat olmuştur. Çünkü imparatorlar hiçbir şeyi kendi başlarına yapamazlar. Halkın ve askerlerinin desteğine muhtaçtırlar. Haklı değil miyim? Savaş bitecek mi dersiniz? Laf olsun diye sormuyorum, hani ucuz mal var da, alıp depoya koysak mı diye soruyorum. Ama savaş biterse, onları atmaktan başka çare kalmaz.
____________________
Yazan: MURATHAN MUNGAN
Oyunu Adı: MEZOPOTAMYA UCLEMESI / GEYIKLER LANETLER
CUDANA – Dokuzuncu Lanet
soyunun uğradığı bütün felaketlere
yas tutacak kadar uzun olsun ömrün
insan kalbinin bütün afetlerini yasayasin
sonsuza dek uyku haram olsun nankör gözlerine
dostlarının ihaneti, sevdiklerinin nefreti,
arkadaşlarının kalleşliği
hayatinin zenginliği olsun
arafta kalsin ruhun ve bedenin
ölümün kuytusunda kalmis gölgeni
yeryüzünün ve gökyüzünün
bütün kötülükleri kusatsin
o kadar uzun yasa
o kadar uzun yasa ki
görmediğin zulüm, çekmediğin kahir
duymadığın aci, uğramadığın bela kalmasın
o kadar uzun yasa
o kadar uzun yasa kiyüregin duyabileceği bütün acilari
gözün görebileceği bütün zulümleri
aklin hayal edebileceği bütün iskenceleri
duyasın, göresin, bilesin!
o kadar uzun yasa
o kadar uzun yasa ki
bütün sevdiklerinin ölümlerini görsün gözlerin
bütün yakınlarının yıkımlarına yansın yüreğin
o kadar uzun yasa
o kadar uzun yasa ki
ölüm senin için en büyük mutluluk olsun
o kadar uzun yasa ki
o kadar! Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. Alıntılar
|