Tekil Mesaj gösterimi
Alt 26 Ekim 2012, 10:36   #1
Çevrimdışı
Ecrin
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
İslam’da Modern Eğilimler




Yrd. Doç. Dr. Ali Duman

19.10.2008

Hamilton A. R. Gibb’in Modern Tends in Islam adlı eserinin M. Kürşat Atalar tarafından tercümesi olan İslâm’da Modern Eğilimler kitabı, yeni okuduğum fakat çeşitli konularda beni oldukça etkileyen bir çalışma. Hamilton Gibb, oldukça tanınmış bir oryantalist. İslâm üzerine kaleme aldığı pek çok eseri mevcut. Bu yazımda amacım sadece Gibb’in bu kitabını tanıtmak değil elbette. Bunun yanında İslâm’da toplumlarında Gibb’in belirlemiş olduğu modern eğilimleri de tanıtmayı amaçlamaktayım. Ayrıca, onun tespitlerini ve bu tespitlerinden ne kadar haklı yada haksız olduğunu, bu tespitleri yaparken ne kadar objektif olabildiğini de sorgulamaya çalışacağım.

Gibb, Modern Tends in Islam adlı bu kitabının önsözünde çalışmasının konusunun Müslümanların ne düşündükleri ve düşüncelerinin nasıl eyleme dönüştüğünü sorgulamak olduğunu söyler. Yine o, önsözde Müslüman yazarlarca İngilizce ve Fransızca olarak yazılmış eserlerin çoğunluğunun, saldırılara karşı İslâm’ı savunmak ve İslâm’ın o günün dünyasında (ki eser 1947’de kaleme alınmıştır), hakim olan kanaatlerle uyumlu olduğunu göstermek adına özür dileyici çalışmalar olduğu tespitinde bulunur.

Gibb’in bu tespiti üzerinde biraz durmak gerekirse, kitabın kaleme alındığı 1947 yılı şartları çerçevesinde, o günün hakim düşünceleri ile İslâm’ın uyumlu olduğuna dair Müslüman yazarlar tarafından yazılmış olan eserlerin özür dileyici nitelikte olmasının birkaç yönden açıklanmaya muhtaç olduğu düşünülebilirse de, temelde Batı medeniyetini merkeze alan ve ilerleme ve gelişmenin ancak Batılı değerlerle gerçekleşebileceğini savunan düşüncenin ürünü eserlerin bu tür bir mahiyet taşıması olasılığı yadsınamaz. Hatta günümüzde bile çoğu Müslüman araştırmacının, geçerli Batılı popüler kavramlarla İslâm’ı tahlil etmeye çalıştığı görülmektedir. Çoğu zaman hepimiz, İslâm’ın demokrasiyle çelişmediği, laikliğin İslâm’da var olduğu, İslâm’ın kadınlara haklar verdiği, insan haklarını kabul ettiği gibi savlar içeren yazılar görmüşüzdür. Bu tür Batılı kavram ve kurumlarla İslâm’ı anlama ve açıklama çabası niteliğindeki gayretlerin, aslen Batılı olan ve bu kavramları bütün benliğinde duyarak yaşayan Batı Medeniyeti mensubu sıradan insan için ne ifade ettiği belirsiz olsa da, İslâm’ı ve ona inanan Müslüman’ı anlamak ve biçimlendirmek isteyen Batılı bilim adamları için sadece özür dileyici nitelikte yazılar olmaktan öteye geçemediğini Gibb’in bu tespitinde görmekteyiz. Burada meselenin özü dünyayı nesnel olarak gören ve değerlendiren Batılı bilim adamının, İslâm’a yaklaşımının aynı derecede nesnelleştirici olmaktan kaçınamayacağı görüngüsüdür. Elbette İslâm üzerine araştırma yapan Batılı bilim adamı, onu doğrulamak ve doğruluğunu ispatlamak gibi bir gayret içerisinde olmayacaktır. Bunu beklemek safdillik olur. Öte yandan Batılı bilim adamının İslâm ve Müslümanlar için, hatta İslâm’ın ve Müslümanların geleceği için endişe taşıyor olmasını beklemek te büyük bir yanılsama olur. O halde Batılı İslâm araştırmacısından beklenecek olan, kendi doğrularını Müslüman’a kabul ettirmek ve onu da kendisi gibi düşünüp yaşayan bir birey haline getirmektir. Bu noktada Gibb’in tespiti, Batılı İslâm araştırmacısını tanımamız açısından bize büyük bir açılım sağlamaktadır.

Kitabının birinci bölümüne “İslam Düşüncesinin Temelleri” adını veren Gibb, bu bölümde çeşitli İslâmî düşünce fraksiyonlarını tanımlamaya çalışır. Ortodoks İslâm dediği Ehl-i Sünnet ile Sufi düşünce arasında çeşitli anlaşmazlıklar olduğu tespitin yaparak, İslâm’ın modernleştirilmesi çabası içerisine girecekler için bir yol haritası hazırlar. Modernist İslâmcı diye tanımladığı kesimin başarısı için yol göstericilik vazifesi üstlenir. İslâm’ın kuru kuruya bir iman-amel ilişkisi olmayıp, yaşayan bir inanç sistemi olduğuna vurgu yapan Gibb, modernistin, İslâm’ın kati emirleri ve dini kurumlarının temelini oluşturan kavramlar hakkında derinlemesine tanımlama ve tahlil etme çabası gerektiğini söyler. Bu cümleden olarak İslâm’ın ve İslâm hukukunun temel kaynağı Kur’an-ı Kerim’i ve sünneti tanımlama gayreti içerisine girer.

Ona göre Kur’an: “esas itibariyle dini ve ahlaki öğretilerden oluşan kısa pasajlar, muhaliflerine karşı yöneltilen iddialar, güncel olaylar üzerine ypaılan yorumlar ve toplumsal ve yasal meselelere dair bazı hükümler içeren, (Hz.) Muhammed’in son yirmi küsur yıl zarfında vaz ettiği söylevleri içeren bir mushaftır” ve “Müslümanların kutsal metni okur ve araştırırken, akıl ve kalplerinde sürekli kendini yenileyen ve tasdik ettiren diri bir inancın kaynağıdır”.

Yine bu bölümde Gibb, modern Batı kökenli bazı kavramların, özellikle de demokrasinin, Müslüman düşünürlerce Kur’an’a eklemlenmeye çalışıldığı tespitini yaparak, her ne kadar Kur’an’ın bazı surelerinde bütün Müslümanların eşit olduğu düşüncesi bulunsa bile, bunun siyasal anlamda bir demokrasi olmaktan çok uzak olduğunu belirler.

İcma’ı da bir otorite ilkesi olarak tanımlayan Gibb, Kur’an, Hadis ve İcma’dan müteşekkil üç ilkenin İslâm’ın inanç köklerini temsil ettiğini ve bunların birbirleriyle iletişimi sonucunda, itikadi yapının, toplumsal ve dini kurumlar ile dini düşüncenin yapısının da inşa edildiğini söyler.

Görüş açıklama hürriyeti olarak değerlendirilmesi mümkün olan içtihat ilkesinin, ulema tarafından sadece Kur’an ve Hadis metinlerinde gerçek anlamı yakalayabilmek için gayret sarf etmek şeklinde dönüştürüldüğü kanaatinde olan Gibb, içtihat ilkesinin Ehl-i Sünnet alimlerinde mümkün olduğu kadar daraltılmaya çalışıldığını ve neticede içtihat kapısının kapatıldığını vurgular.

Hamilton Gibb’in kitabının birinci bölümünü değerlendirmeye tabi tuttuğumuzda, fıkhın temel öğeleri ve aynı zamanda kaynakları olan dört ilkeyi tahlil etmeye çalıştığını görmekteyiz. İlahi vahyin ürünü ve İslâm Dini’nin temel kaynağı olan Kur’an’ın ve buna bağlı olarak hadis ve sünnet’in yorumlanmasında modernist İslâm savunucularının karşılaştıkları veya karşılaşacakları problemleri ön görüye tabi tutmaya çalışan Gibb, icma kavramına ayrı bir değer vermektedir. Ona göre, toplumun mutabakatıdır ve toplumsal değişimin gerçekleştirilebilmesinde kesin olarak kendisinden yararlanılabilecek bir kavramdır. Zira, ona göre, eğer bir konuda toplumun mutabakatı sağlanabilirse, ulemanın bu mutabakata karşı durması imkanı yoktur. Toplumun değişime karşı muhalefeti olabileceğini de göz ardı etmeyen Gibb, değişimin süreç işi olduğuna vurgu yapmakta ve modernistleri sabırlı olmaya davet etmektedir.

Bu düşünceleriyle Gibb’in modernist İslâm savunucularının yanında yer aldığında şüphe yoktur. Ancak bunu neden yaptığı konusu merak çeken bir husustur. Kanaatimce Gibb, yaşadığı dönemden, İslâm’ın ve İslâm toplumlarının geleceğiyle ilgili bir takım projelere sahiptir ve bu projelerin gerçekleştirilmesinde, Batı eğitimi almış, kültürlü, liberal ve modern Müslümanların yardımına ihtiyaç duymaktadır. Bu projeler Gibb’e ait olabileceği gibi, ikinci bölümde de görüleceği üzere, Batılı dünya görüşünün, İslâm toplumlarını şekillendirmeye yönelik bir takım siyasal hedeflerini gerçekleştirilmek adına planlanmış ve arkasında çeşitli Hıristiyan devletlerinin yer aldığı projeler de olabilir.

Gibb’in kitabının ikinci bölümün “İslam’da Dini Gerilim” başlığını taşımaktadır. Bölümün başlarında İslâm tarihinin ilk yüzyıllarında ulema ile sufiler arasındaki Tanrı’nın müteal (aşkın) bir varlık olması ve içsel bir varlık olması tartışmasına temas eden Gibb, ulemanın sufi anlayışla sulh ilan ederek, bu çatışmayı yatıştırmaya çalıştığını ancak bunu yaparken, Yunan Felsefesinin ve mantığının İslâm düşüncesine tesirine yol açtıklarını söyler. Sonraki yüzyıllarda ortaya çıkan İslâm’ı modernleştirme çabalarına, Cemaleddin Afgani ve Muhammed Abduh gibi reformist teorisyenlere temas eden Gibb, onlardan önce ortaya çıkmış Vahhabi hareketine övgüler düzer.

Bu bölümde Gibb’in temel amacı, son dönem İslâm modernistlerine, tarihten başarı sağlamış örnekler göstermektir.

“Modernizmin İlkeleri” adını verdiği üçüncü bölümde Gibb, Muhammed Abduh’un ortaçağ düşüncesinin tesirinden kurtulma önerisi olarak sunduğu Müslüman yüksek öğretiminin yenilenmesi (reformasyon) ve İslâmî doktrinin formüle edilmesi tezlerini tartışır. Abduh, bu tezleriyle, Müslümanların sadece dogmatik ilahiyat konusundaki klasik Arapça eserleri değil, aynı zamanda Batı’nın ilerlemesinin nedenlerini öğrenebilmek için de modern bilimleri de öğrenmeleri gerektiğini ileri sürmektedir. Abduh’un bu tezleriyle, Mısır özelinde eğitimin dini ve seküler olarak bölündüğünü belirleyen Gibb, eğitimdeki bu bölünmenin hayatın her aşamasına da yansıdığını söylemektedir.

Ancak Müslüman ortodoksi tarafından modernleşme, değişme ve gelişmeye karşı geliştirilen muhalefetin göz ardı edilemeyeceğini de belirleyen Gibb, tarih bilincinin önemine de işaret etmekte ve İslâmî öğretinin zaten bu bilince zemin hazırladığını söylemektedir. Ona göre, her biri öncekine eklenerek gelen ve öncekinden daha mükemmel olan vahiy tarihi boyunca birbiri ardında inzal olduğuna dair İslâmî öğreti, insanlığın olgunluğu ve aklın giderek arttığı öğretisiyle uyumlu bir biçimde, tarihsel gelişme kavramına zemin hazırlamıştır.

Gibb’e göre sekülarizmin İslâm toplumlarına dışarıdan sokulduğu şeklindeki bir düşünce yanlıştır. Zira bizzat ilam alimleri sekülarizmi destekleyen pek çok uygulama ortaya koymuşlardır. Ancak son dönem sekülarizminde Batı’nın katkısı da göz ardı edilmemelidir.

Bu bölümde Gibb, “modernist” kavramıyla ne kastettiğini de izah etmektedir. Ona göre modernist: “dinlerine önem veren ve bazen bu konudaki hassasiyeti epeyce derinleştiği halde, değişen derecelerde olmak üzere, geleneksel dogmatiklerin hücumuna maruz kalan ve muhafazakarların İslâm dünyasındaki geleneksel toplumsal kurumların kutsiyeti konusundaki ısrarından bizar olanlar”dır.

Gibb, İslâmcı modernizmin genel ilkesini “kaynakları serbestçe tetkik etme hakkı ve modern düşüncenin ilk müfessirler ve alimlerin tefsirleriyle bağlı olmaksızın bu kaynakların yorumunda kullanılması” olarak belirler. Dolayısıyla ona göre modernist hareketlerin genellikle şahsi ve bireysel olduğu ve geleneğe dayalı hareketlere nazaran örgütlenmelerinin daha az sıkıntılarla karşılaştığı görülür.

Modern İslâm düşüncesinin önemli temsilcilerinden biri olarak gördüğü Muhammed İkbal ve İslam’da Dini Düşüncenin Teşekkülü adlı eseri üzerinde yoğunlaşır. Nitekim İkbal’in önem verdiği temel öğreti: “Müslümanların, kişiliklerini geliştirmek ve güçlendirmek ve insan-ı kamil’in ortaya çıkışına hazırlanmak için üzerlerindeki uyuşukluğu atmaları ve geçmişin yasaklamalarından kurtulmaları gerekir” düşüncesidir.

Bu bölümde Kadıyaniler gibi bir takım aşırı modernist gruplara da temas eden Gibb’in, üçüncü bölümde İslâmî modernizm ve modernistleri ortaya koymaya çalışmakta ve onların düşüncelerinin ana hatlarıyla belirlemeye çalışmaktadır.

Gibb’in çalışmasının dördüncü bölümü “Modernist Din” başlığın taşımaktadır. Burada İslâm bilgi teorisini ele alan Gibb, klasik İslâmî bilgi anlayışının bilinmeyene doğru sürekli ulaşma çabasının gösterildiği değil, “bilinen”in biriktirildiği mekanik bir süreç olduğunu söyler. Eğitimli sınıflar tarafından modernize edilerek geliştirilen bilgi teorisinin ise bir kimsenin şu an bildiği şeyi bilgi olarak kabul ettiği bir anlayışa sahip olduğunu bildirir. Müslüman modernistin henüz analitik yönteme ulaşamaması eksikliğini belirleyen Gibb, bu hususta Müslüman modernistlere zaman tanınması gerektiği kanaatindedir. Bu eksikliğin doğal olarak Müslüman moderinisti partizanca davranmaya sevk eden bir unsur olduğunu söyleyen Gibb, Müslüman modernistin daima savunucu mahiyette gözüktüğünü belirler.

Gibb’e göre modernizm Batı liberalizminin bir fonksiyonudur. Bu sebeple de Müslüman modernistlerin genel bir eğilim olarak, İslâm’ı insaniyetperver fikir ve değerlere göre yorumlaması doğaldır. Modernist savununun Kur’an’ın mükemmelliği ve Hz. Muhammed’in şahsiyeti olmak üzere iki temel savunu noktasını merkeze aldıklarını belirleyen Gibb’e göre, Müslüman modernistlerin bu iki savunu noktasıyla hedeflerinin, bunların yeniden ve çağdaş biçimde yorumlanması gerekliliğine düşüncesini yaymak olduğunu söylemektedir. Bu bağlamda Kur’an’da yer alan kimi müşkil ayetlerin yeniden yorumlama gayretleri içerisinde, Kur’an’ın hiç de ifade ve kast etmediği anlamlarda yorumlanabildiğine işaret eden Gibb, kimi modernistlerin cinleri mikroplar şeklinde yorumlamasını buna örnek gösterir.

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları eglen sohbet reklamver