Guest
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
| Cevap: Edebi(ha)yat
Bunu istememiştim. Her şeyi isteyebilirdim ama bunu değil. Beni dolduran onca şeyin onmaz yitimini, yaşamımın sakatlanmasını, benliğimin böyle şiddetli biçimde bozulmasını istememiştim. Delilik o denli uzak değil. Delilik bir adım ötede. Delilik, acının tümel olduğu, yaşamın her parçasına çarptığı, ışığı boğduğu, her hareketi düğümlediği, her tür kurtulma çabasını yerle bir ettiği, her hava kabarcığını yutmaya çalıştığı, güçleri parçalamaya sebat ettiği bu yere dokunuyor ya da kapsıyor. Atlattığımda kırgındım. ‘Kırgınım’ denemez, ‘bir parçalanma yaşıyorum’ da denemez; hiçbir şeyi atlatmadım henüz, yaşama kavuşmadım. Düşlemsel de olsa, henüz mevcut değilim. Patlamalar, kırılmalar, parçalanma, gözyaşı tufanı ve bu isimsiz boşluğu dolduran hiçbir şey olmaması : Bu, ben miyim? Güçlü, çarpıcı bir tuhaflık yayıldı içime; beni etkisi altında tutuyor, umutlara karşı dilsiz kılıyor, bir yaşam boşluğu. Anlamından sıyırtılmış, öylesine büyük bir sevgiyle sahip olduğu şeyden yoksun bırakılmış bir beden. Düzensizlik, dağınıklık. Sarhoş bir gemi, enginlerin sarhoşu bir gemi gibi, içi boş bir sandal gibi dalgalar arasında sallanıp duruyorum. Yaralıyım, hiç bu denli yara almamıştım. Çocuğum, sana karşı suçluyum. Kendimi ne denli suçlu hissettiğimi bilsen. Seni sıcacık bağrımda tutmak, korumak için her şeyi yaptım. Sevdim, sevdim, görmeden tanımadan, anlamadan çok önce sevdim seni. Ama bu yetmedi. Bir şeyler eksik kaldı, bir parçam eksik kaldı. Belki de babanın ‘mevcut değil’ hanesine bir çarpı koyduğu mekandı bu. Gerçekte sen onun eksikliğini duydun, ben de senin, benden gelmeyen, noksan kalarak eksikli olmana yol açan o parçanı doldurmak için yeterli güce sahip olamadım. Onun, bendeki eksikliğini doldurmaya da gücüm yetmedi. Sen ve ben, bu zaman zarfında birleştik, aynı yazgıyla bağlandık, aynı şeylere tosladık, aynı noksanların acısını çektik. Bunun ayıbı bana ait, yalnızca bana. Seni iki kişilik sevme, kendimizi iki kişilik sevme, seni aksiliklerden koruma gücüne sahip olmalıydım. Her tür acıyı çekmeni engelleyecek, yitip gitmenin önüne geçebilecek, birlikte yıkılmamızın önüne geçebilecek denli güçlü olmalıydım. Senden af diliyorum, sonsuza kadar... Senin doyumunu bir daha asla bulamayacağım. O gece kanatlarını açan, sıcaklığıma bir kıvılcım yağpmuru gibi, el ve ayaklarımın hazzına girift ilmekler gibi dolan bu istek geri gelmez artık. O bana ulaşmaya çalışırken ben hazzımın tüm gücüyle onu ağırlamaya, içimde kök salman için ona sahip olmaya çalışıyordum. Ve tanıdık bir toprakmışçasına, yerini orası olduğunu her zaman bilmişçesine karnımın içinde yuvalandın. Gerindin, karanlık ve nemli yuvanı oraya yaptın. Kabahatliyim, daha güçlü olmalıydım, bin kez daha güçlü olmalı, sana gelecek her tehlikeyi engellemeli, bedenin ve ruhunla seni içimde tutabilmeliydim. Her şey yıkıldı, içimde ve çevremde bir uçurum açıldı : Sen yoksun artık ve yitimine yaklaşan, parçalanan kendi bedenim. Hiçbir umuda yer yok artık. Yok oldum. Tıpkı üzerime bir granit parçası düşmüş gibi. Onu engellemeye, ondan kaçmaya çalıştım. Ama gücüm o an beni felce uğratarak, elimdeki her şeyi alarak, beni bir hiçliğe teslim ederek, uçtu gitti. Yok oldum. Ne düşünecek kafam, ne bedenim, ne de cinsiyetim kaldı. Ben, seninle dopdoluydum. Senin yitmen, birdenbire her şeyimi aldı götürdü. Bana getireceğin gelişmeden, aydınlanmadan yoksun kaldım. Varlığının bana getirdiğinden böyle şiddetle kopmak ölçülebilir bir şey değil. Ayrımsız, her şeyi yitiriyorum. Hiçliğe gidiyorum. Günışığını göremeyen yavrum, kendimi kaybediyorum. Birbirimize bu denli yakınken nasıl terk edebildin beni? Sana nasıl izin verdim? Birbirimize mahkumduk, hala da öyleyiz. Her gittiğim yere seni de götürüyorum. Şimdiyse, sen beni gittiğin yere götürüyorsun. İnanmıştım, umudumu yitiriyorum. Sana bağlı olarak vardım, bana bağlı olarak vardın. Dahası, birlikteydik, ikimiz tektik. İsyan etmek isterdim, ama yıkım öyle yoğun ki, edemiyorum. Bu yıkım, hırçın kum dalgaları arasında boğulan biri gibi beni alıp götürüyor. Ne yaptım da bizi bu hallere düşürdüm, söylesene? Sen de benim imdadıma yetişemedin, kimse bizim imdadımıza yetişemedi. Artık söyleyecek hiçbir şey yok : Sözdağarcığım da üzüntüm gibi yoksul. Yavrum, senin pahan biçilemezdi. Sen, benim gözümde pahası olan her şeyi kendinde birleştirmiştin : Diago’yu, aşkı, yaşamı, iletişimi, insanın kendini feda etmesini. İnsan sevdiklerini korumalı, her şeye karşı, her şeye rağmen koruması gerektiğini bilmeli. Çıldırtıcı bir keder. Artık, seni yaralı bir giz gibi içimde taşıyorum. Çevreme bakıyorum : Sessizlik yutuyor beni, eşyalar siliniyor, bacaklarım halsiz. Hiçbir mihenk taşı yok, hiçbir mekan yok. Ben işte bu dağınık maddeyim ve içim sessizlik dolu. Çevremdeyse eter kokusu yayan, bozulmuş bir evreni kapsayan dört beyaz duvar var. Beklemek... |