Tekil Mesaj gösterimi
Alt 03 Mayıs 2012, 00:21   #5
Çevrimdışı
Liaaa
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Makbule Atadan'ın Atatürk'e İlişkin Anıları 1-2-3-4-5-6




1955 YILINDA MİLLİYET GAZETESİ’NDE ŞEMSİ BELLİ İMZASIYLA YAYINLANAN “MAKBULE ATADAN ANLATIYOR” ADLI YAZI DİZİSİ

--------------------------------------------------------------------------------
Şemsi Belli tarafından kaleme alınan bu yazı dizisi ilk defa, 10 Kasım 1955 -24 Kasım 1955 günleri arasında Milliyet Gazetesi’nde yayınlandı; daha sonra 1959’da küçük bir kitap haline getirildi. Söz konusu yazı dizisi, Makbule Hanım’ın 1955 yılı yazında Ankara Gülhane Hastanesi’nde tedavi görürken şair ve gazeteci Şemsi Belli’ye anlattıklarından oluşmaktadır. Atatürk’ün çocukluk ve gençlik yılları, kişisel özellikleri ve Makbule Hanım’ın tanık olduğu Atatürk’e ilişkin bazı anılardan söz eden bu röportaj dizisinden, kitap halinde yayınlanması nedeniyle sadece tanıtıcı bir bölüm sunmakla yetiniyoruz:

--------------------------------------------------------------------------------



…İşte böyle birçok heyecanlı günler geçirdikten sonra bir akşam Mustafa Kemal’in Anadolu’ya geçeceğini haber aldık..
Ağabeyim bütün arkadaşlarına veda ederken şöyle diyordu:
—Bu geceyi annem ve kardeşimle geçireceğim sabaha kadar.. Sizi tekrar ziyarete gelemeyeceğim için kusura bakmayın.. Şimdi hepinize veda etmiş olayım!
Arkadaşları gittikten sonra beni çağırdı:
—Makbuş! dedi. Annemin karyolasının karşısına yer sofrası hazırla! Bu gece sizinle biraz dertleşmek istiyorum. Yarın gideceğim. Hayat bu.. Belki ölürüm, gelemem; size söyleyeceklerim var..
Annemin karyolasının karşısına yer sofrası hazırladık. Minderleri, yastıkları yerleştirdik. Ağabeyim, annemin karşısına geçti:
— Anneciğim, dedi, burası Selânik gibi değil.. Ben gittikten sonra yanılıp da sokaklara çıkmayın! Benim işim büyük.. Bu işte muvaffak olabilmem için kalp huzuruyla çalışmam lâzım.. Beni merak ve endişede bırakmayın.. Giderken gözüm arkada kalmasın.. Elimi, ayağımı bağlamayın. Memleket için çalışırken sizden yana bir üzüntüye uğramak istemem..
Annem, heyecandan düşüp bayıldı; zaten hasta idi kadıncağız.. Biraz sonra kendine geldiği zaman, oğlunun muvaffak olması için Tanrı’ya dua ediyordu.
O gece sabaha kadar uyumadık, konuştuk, dertleştik.. Ertesi gün, araba kapıya dayandı. Annemle ağabeyimin birbirlerine vedası çok hazin oldu. Sarıldılar, öpüştüler.. O, annemin ellerini tekrar tekrar dudaklarına götürdü. Öptü, öptü, öptü..
Aşağıya -kendisini uğurlamak üzere- arkadaşları gelmişti. Âdetimiz gereği aşağıda erkekler olduğu için, ben alt kata inmedim. Ağabeyim merdivenin başına çıktı; gözlerini gözlerime dikti.. Belki dakikalarca konuşmadan birbirimize baktık..
Ben olanları ve olacakları düşünecek halde değildim.. Ağabeyim:
— Niçin konuşmuyorsun Makbuş? dedi.
— Ağabeyim dedim, ne konuşayım.. Muharebeye giderdin bilirdim.. Terfi ederek giderdin bilirdim. Bir vazife ile giderdin bilirdim.. Fakat bugün ne için gidiyorsun? Benim aklım durdu bu gidişe!
— Evet Makbuş, dedi, merak etme bunu da bilirsin inşallah!
Beni bağrına bastı. Veda etti. Merdivenleri atlayarak aşağı indi. O, arkadaşlarının refakatinde arabasına binip kapıdan uzaklaştığı zaman, biz pencerelere yığılmış, gözyaşı döküyorduk.. Bizi gene annem teselli etti:
—Sen asker kardeşisin! dedi. Ayıp.. Ağlanır mı hiç askerin ardından.. Üzüntünü belli etme kimseye.. Misafirlere şerbet ez. Memleketi için giden insan, ölse bile ardından ağlanmaz!
Üç gün, üç gece telefonumuz çalmadı. Ağabeyimin aramızdan ayrılışı o kadar belli oluyordu ki.. Üç gün sonra “ Samsun’a ayakbastım, merak etmeyin!” diye telgrafı gelince, üzüntümüzün yerini coşkun bir sevinç aldı. Öyle sevinçli, öyle mesuttuk ki.. Fakat neticenin ne olacağını bilmiyorduk..
Telefonumuz gene çalmaya başladı.. Fakat telefonun zilinde hep bir müjde sesi vardı.. Ağabeyimin Samsun’a çıktığını bizim gibi haber alan diğer arkadaşları bizi tebrik ediyorlar, “Gözünüz aydın!” diyorlardı.
Gidiş, o gidiş.. Ağabeyim sekiz sene kayboldu. Beş-on günde bir, onun bir adamı geliyor, kendisi namına bizim hatırımızı soruyor, gidiyordu.
Mevcut parasını giderken bankaya yatırmıştı. Bu para, benim, annemin ve kendisinin mührü ile çekilebiliyordu. Bize gönderdiği mektuplarda:
— Sakın darlık çekmeyin! diyordu. Bu paraları harcayın, yetişmezse evdeki halıları satın.. Sıkıntıda kalmayın!
Biz, bazen annemin, bazen benim mührümle bankadaki parayı çekiyor ve kimseye muhtaç olmadan idare ediyorduk. Tam sekiz sene ağabeyimi görmedik. Bu sekiz sene bize o kadar uzun geldi ki anlatamam!
Atatürk Anadolu’ya geçtiği zaman biz gözetim altında idik. Zaten ağabeyimin emri gereğince biz de hiçbir yere çıkmadık; eve kapanıp kaldık. Ağabeyimin İstanbul’daki adamları ara sıra bizi ziyarete gelirdi. Bunun dışında misafirliğe bile gitmezdik..
Bir gün kapı çalındı. Pencereden baktım, tanımadığımız kimseler.. Açmadım. Gene çalındı. Bu sefer aşağı indim. Tam onsekiz kişilik bir kalabalık.. Osmanlı hükümetinin adamları.. Kapının dışına çıktım:
—Ne var, ne istiyorsunuz? dedim.
—Evi arayacağız! dediler. Kızdım:
—Canım, bizim evimizi ne hakla basıyorsunuz? dedim. Annem hasta, felçli.. Ölüm yatağında.. Ben yalnız bir kişiyim!
—Hayır, arayacağız! diye ısrar ettiler.
Kapının önüne çıktım. O zamanlar gazetelerde Mustafa Kemal aleyhinde birçok yazılar çıkıyordu. Onun idamına karar verilmişti. Her gazete, onu fena bir insan tanıtmak istiyordu. Bütün bu neşriyat sarayın emri ile yapılıyordu. Birden bunları düşündüm o anda..
— Evimizi basmaya hakkınız yok! diye bağırdım. Kendisini gazetelerde fena bir adam diye tanıttığınız bir insanın evini niçin basıyorsunuz? Mademki ağabeyim fena bir adam, neden ondan bu kadar çekiniyor, kendisine bu kadar ehemmiyet veriyorsunuz? Burası benim evimdir. Bu evi basmaya hakkınız yok!
Kapıdaki kalabalık kendi aralarında konuşup görüşürken, yan taraftan birkaç kişi belirdi. Yanıma yaklaştılar ve kapının aralığında fısıltı halinde:
—Korkmayın! dediler, biz Mustafa Kemal’in adamlarıyız. Evi kimseye bastırmayız. Siz kapıyı kapatıp, çıkın yukarı!
Ağabeyimin adamlarının bizi bu kadar dikkatle takip ve himaye etmeleri beni çok gururlandırdı. Sevinçle yukarı çıktım. Kocama haber verdim. O da çizmelerini giyindi. Yan odaya geçti. Bu sefer annemin yanına gittim:
—Anne, dedim, endişe etme! Ağabeyimin adamları da etrafta dolaşıyor.. Hiçbir şey yapamaz kimse!
Tekrar aşağı indiğim zaman, kapıdaki kalabalığın çoktan dağılmış olduklarını gördüm.

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları eglen sohbet reklamver