Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.
İçimin de dışımın da olmadığı, ya da içimi de dışımı da bilmediğim bir dünya zamanıydı; sanırım 8-9 yaşlarındaydım
Acıyı, kederi, neşeyi henüz ayrıştırmamıştım
Hayattı; yekpâreydi Her şey, bir şeydi
Sokağın sonuna doğru uzayıp giden bir tepenin ağzına oturmuştu
Yüzünde yaz esmerliği, ağzını rüzgara karşı açmış; mırıldanıyor muydu yoksa rüzgarı mı yalamaya çalışıyordu? Anlamamıştım
Beyaz bir yaz günüydü İlk o gün görmüştüm onu
Mevsimler birinden öbürüne devrilirken, elimizi arı sokarken, bisikletten düşüp dizlerimizi kanatırken canımıza bir şey olurdu; hissederdim Ama acıya dahil değildi yine de bunlar
Hayattı, yekpâreydi işte
Zaman, hayatı parçalara ayırıp "parça parça" görmeye başladığımızda, acı, o yekpâreliği yitirdiğimizde oluşacaktı
Şimdilik dünya geniş ve ılıktı Biz kendi ılık dünyamızın içinde salınan, uçuşan perilerdik
Gün ortasında yazlık sinemanın arka duvarından atlar, orada kurardım hışırtılı sessizliğimiSayamayacağım kadar çok sayıda, yeşilli mavili tahta sandalyelerin arasında, geceden kalmış ve öğlen güneşiyle gevremiş milyonlarca çekirdek kabuğunun ortasına yayılır, ılık güneşin ensemi yalamasına gözlerimi yumardım Nereden geldiğimin, niye geldiğimin sorusunun olmadığı zamanlardı
Biz periler o zamanlar en çok ılık, beyaz yaz günlerini severdik
Kış mart demekti; ve mart hakkında hiç de iç açıcı olmayan bilgilerim vardı
Mecaz bilmezdim Annem mart dokuz donludur derdi
Yazın ilk günleri benim "öylesine oluş"um gibiydi Ilık ve uçucu, yekpâre ve sonsuz ve doya doya beyaz gün
Periliğimin yeşil vadisindeydim, uçuşmaktaydım ama sanki vadi bitmekteydi
Gözüm kendi içime ve dışıma bakmaya ayrılmaktaydı
Sanki dünyaya "yayılma hali" çatlamaya başlayacaktı
Bacak boyumun yetmediği bir bisikletle bisiklete binmeyi öğreniyordum
Bir öğretenim yoktu, karar vermiş kalkışmıştım, o kadar
Boyumdan büyük heyulayı sürüyerek dışarı çıkartır, bahçe duvarına yaslar, ayağımın altına yerleştirdiğim yüksekçe bir taş yardımıyla atlardım bisikletin tepesine Pedallara bastığımda, duyduğum tek kuralı uygular, önüme değil ileriye bakardım Sokağın sonundaki bayıra dek giderdim böylece Ama sokağın sonunda, her seferinde düşerek inerdim durdurmayı bilemediğim o kocaman tekerlerin üstünden
Kaş, kafa, diz filan yarardım Kaşım, kafam, dizim filan acırdı, ve bunların hiçbiri acı değildi
O günlerden biriydi Öğlenin ıssızlığı vardı sokakta Ve ben birazdan düşeceğim noktaya doğru hızla pedal çeviriyordum Onu tepenin ağzında oturmuş gördüm Eve, evlere, bahçelere ve hatta ağaçlara olan küsmüşlüğüyle, öylece oturmuş, anneannesi hariç her şeyden istifa etmeyi düşünen yüzüyle karşılaştım O rüzgarı yalamaya çalışıyordu Benimse durdurmayı da döndürmeyi de bilemediğim bisikletten düşerek inme vaktim gelmişti
Toparlanmaya, bacaklarım ve avuç içlerimdeki tozlu acıyı silkelemeye çalışırken beni seyrettiğini ve bana güldüğünü gördüm Bir de mahcup oluşu; insanın rengi değişiyor, ısısı artıyordu
Bu ânı böylesine net hatıra etmiş olan zihnim, sonrasını hatırlamıyor Nasıl oldu da tanışmıştık, ben mi onun yanına gitmiştim yoksa o mu benim yanıma gelmişti, bilmiyorum Bildiğim bir yabancıya, ötekine yakınlık duymuştum Esmer tenli, beyaz gülüşlü bir öteki "peri"
En az benim kadar sessizdi Benden de sessizdi Kendi sessizliğimi bir kenara koyup, onun bana dokunan sessizliğini kırmaya çalıştım
Bir şey hoşuna gittiğine gülümserdi
Gülümsediğinde dünyada bir beyaz delik açılırdı
Ben o yaz o beyaz delikten içeri atladım
Kış (tekrar) gelmişti İçerilere, yaza benzeyen sıcak odalara, camlarından damlalar süzülen pencere arkalarına geri çağrılmıştık
Kıştı; büyük sessizliğiydi dünyanın
Neden, sebep, özlem, isyan tanımazdık Ve tabii böylece alınganlık ve kırgınlık da Ne ben onu aradım ne de o beni Kış gelmişti işte, ve biz içeriye çağrılmıştık o kadar
Yaz beni kendi vadimden çıkarmış, onun beyaz gülüşüyle tanıştırmış, onunla doyurmuştu
Ne kıştan yakınacak ne yazı özleyecek sebebim vardı
Yazlık sinemanın tahta sandalyeleri büyük alanın bir köşesinde üst üste istif edilmiş, üstleri geniş bir naylonla örtülmüştü
Hayattı; hâlâ yekpâreydi
Kış gelmişti işte ve biz içeriye çağrılmıştık
Birhan Keskin / Beyaz Delik