Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
| Cevap: Kadın Şahsiyetler
Aişe anlatıyor: "Kalktım, bir tarlaya doğru yürüdüm. Tarlada müslü-man askerler vardı. Aralarında Ömer b. Hattabla yanında miğferli biri vardı. Ömer b. Hattab bana: 'Niçin geldin? Yemin olsun ki, sen cesur bir kadınsın. Ama seni beladan emin kılan nedir?1 dedi. Aişe diyor ki: Ömer beni o kadar kınadı ki yer yanlsa da içine girsem diye düşündüm. Miğferli adam miğferi*ni çıkardı meğer o Talha b. Ubeydullah'mış. Ömer'e: 'Ey Ömer! Çok ileri gitin. Allah'tan başka sığınacak, kaçacak bir yer var mı?' dedi. Kureyş'ten İb-ni Araka denen biri Sa'd'a ok atarak: 'Al sana ok. Ben İbni Araka'yım' dedi. İbni Araka'ın attığı ok, Sa'd'ın kolundaki şah damarına isabet etti, daman kopardı. Sa'd: 'Ey Allah'ım, Kureyza ile gözlerim aydın oluncaya kadar beni Öldürme' dedi. Onlar onun mevalilerinin anlaşmalı bulunduğu bir kabileydi. Bir müddet sonra Sa'd'ın kolundan akan kan durdu. Yüce Allah, müşrikleri yok edecek güçte fırtına gönderdi. Böylece Yüce Allah, savaşta mü'minlerin imdadına yetişti. Allah, güçlüdür, azizdir. İmam Ahmed rivayet etmiştir.91 Ömer b. Hattab'ın bildirdiğine göre:"... O kızı Hafsa'nın yanına vanr ve: 'Ey kızcağızım, sen Rasulullah'tan istediğin şeylerle, gününün öfkeli geçmesine sebep mi oluyorsun?[399] diye sorar. Hafsa: 'Allah'a yemin olsun ki onunla sadece meşveret ediyoruz' der. Hz. Ömer anlatıyor: Dedim ki: 'Kızım, seni Allah'ın azabından Rasulünün de gazabından sakındırdığımı biliyorsun...' Daha sonra Aişe'nin yanına vardım. Ona da: 'Ey Ebu Bekir'in kızı! Demek Rasulullah'ı incitecek duruma geldin...' dedim.[400]
Ebu Meryem Abdullah b. Ziyad el-Esedî anlatıyor: "Talha, Zübeyr ve Hz. Aişe, Basra'ya doğru yola çıktılar ve Ammar b. Yasir ile Hasan b. Ali'ye haber gönderdiler. Kufe'de ikisi bize ulaştı. Birlikte minbere çıktılar. Hasan b. Ali minberin en üstünde idi. Ammar'da Hasan'ın biraz aşağısından ayağa kalktı ve bizi oraya topladı. Ammar'ı "Hz. Aişe, Basra'ya geliyor. Vallahi O dünyada ve ahirette peygamberinizin hanımıdır. Fakat Allah, ona mı yoksa kendisine mi itaat edeceğinizi bu şekilde sınamak istiyor, derken işittim.[401]
Kendi aleyhine de olsa doğruyu rivayet etmesi:
Hz. Aişe diyor ki: "Size benden ve Rasulullah'tan haber vereyim mi? Bir gece Rasulullah benim yanımdaydı. Döndü, ridasım koydu, ayakkabılarını çıkarıp ayağının yanına koydu. İzarının ucunu döşeğin üzeri*ne sererek yan yattı. Az sonra uyuduğumu zannetti. Ridasım aldı, yavaşça ayakkabısını giydi. Kapıyı açıp dışarı çıktı ve sessizce kapıyı kapadı. Hemen gömleğimi başıma örttüm, izarımı bütün vücudumu kapatacak şekilde giy*dim, sonra Baki (kabristanına) kadar arkasından gittim. (Rasulullah) kalktı, uzunca bir müddet ayakta durdu; sonra ellerini üç defa yukan kaldırdı.
Böyle yapmaktan vazgeçince ben de bıraktım. O koştu, ben de koştum, O sıkı sıkı yürüdü, ben de sıkı sıkı yürüdüm, O çabucak dönünce ben de döndüm, onu geçip (eve) girdim. (Hemen) yan yattım. Rasulullah içeri girdi. "Ey Aişe! sana ne oldu? Soluk soluğa kalmışsın' dedi. Ben de 'Bir şey yok' dedim. Bunun üzerine buyurdu ki: 'Bana haber ver.' Yahut da 'Latif ve Habir olan bana haber verir' dedi. Ey Allah'ın Rasulü! Babam ve anam sana feda olsun' dedim ve ona (durumu) anlattım.' Rasulullah: 'Demek önümde gördü*ğüm karaltı sendin' dedi. Ben de 'evet' dedim. Bunun üzerine acıtacak şekil*de göğsüme vurdu, sonra da 'Allah'ın ve Rasulünün seni görmeyeceğin mi sandın?' dedi. Ben de 'Evet, insanlar ne kadar gizli tutarsa tutsun Allah onu bilir' dedim. Rasulullah: 'Senin gördüğünde Cebrail geldi, bana seslendi (bunu) senden gizledi. Senden gizleyerek ben de cevap verdim. Elbiseni çıkardığın için yanına girmedi. Seni uyuyor zannettim, bu sebeple uyandır*mak istemedim. Üstelik gecenin karanlığından korkmanı uygun bulmadım.' Cibril bana: 'Rabbın, Baki kabristanına gelmeni ve onlara istiğfarda bulunmanı emrediyor' buyurdu. Hz. Aişe diyor ki: 'Onlara nasıl dua edeyim ya Rasulullah, dedim. Bunun üzerine: 'Selam, mü'minlerin ve müslümanla-rın üzerine olsun, Allah bizden önce gelenlere de sonra geleceklere de mer*hamet etsin. İnşaallah biz de sizlere katılacağız de' buyurdu."[402]
Yine Hz. Aişe anlatıyor: "Rasulullah, bal ve tatlıyı çok severdi. İkindiden sonra (eve) döndüğü zaman hanımlarının yanma gelir, birinin yanına girerdi. (Bir gün) Ömer'in kızı Hafsa'nın yanına girdi. Her zamankin*den daha uzun bir müddet içeride kaldı. Ben bunu kıskandım ve bu durumu sordum. Bana: 'Hafsa'nın kavminden bir kadın ona bir tuluk bal hediye etti. Rasulullah'a baldan bir şerbet sundu' denildi. Bunun üzerine ben: 'Vallahi ona bir hile yapacağım' dedim." Şevde bint Zem'a'ya: "O sana gelecek, sana yaklaştığı zaman zamk şırası yedin' de. O sana: 'Hayır' diyecek. O zaman 'peki bu koku ne?1 diye sor. O sana: 'Hafsa bana bal şerbeti sundu' diyecek. O zaman sen ona: 'O urfut ağacının balıdır1 de. Ben de böyle diyeceğim. 'Safîyyet sen de onu (içtin)' de. Şevde dedi ki: "Vallahi, Rasulullah kapıya ge*lir gelmez, senin korkundan dolayı söylediğin şekilde Rasulullah'a davran*mayı düşündüm. 'Ey Allah'ın Rasulü, zamk şırası mı yedin? diye sordum. Rasulullah 'hayır' deyince Şevde 'öyleyse bu koku nedir?1 diye sordum. Rasulullah: 'Hafsa bana bal şerbeti içirdi. Üzerimde kokan odur' dedi. Dedim ki: 'o balı yapan arılar urfut (pis kokulu bir çeşit meşe ağacı) yemişler.1 Nihayet Rasulullah dönüp dolaştı ve benim (Aişe'nin) yanıma geldi. Ben de aynı şeyleri söyledim. Safiyye'nin yanma varınca o da Rasulul-lah'ı aynen karşıladı. Hafsa'nın evine gittiğinde Hafsa: 'Ey Allah'ın Rasulü, ondan daha içer misin?' teklifinde bulundu. Rasulullah: 'Hayır buna gerek yok' buyurdu. Ravi Aişe diyor ki: Şevde 'Vallahi bunu (bal şerbetini) Rasulullah'a haram ettik' deyince 'ağzını tut' dedim."[403]
Ümmü'l-mü'minin Aişe'nin bildirdiğine göre Rasulullah hastalanıp yatağa düşünce 'Ebu Bekir'e gidin de cemaate namaz kıldırsın' buyurdu. Hz. Aişe diyor ki: "Dedim ki: 'Ebu Bekir senin yerine namaz kıldırırsa insanlar ağlama sesinden başka bir şey duyamaz. Ömer'e emret de o namaz kıldırsın.' Böyle dememe rağmen Rasulullah 'Ebu Bekir'e haber verin insanlara namaz kıldırsın' buyurdu."
Hz. Aişe diyor ki: "Hafsa'ya dedim ki, 'Rasulullah'a söyle, EbuBekir çabuk hüzünlenen biridir. Eğer senin yerine geçerse ağıttan insanlar onun sesini duyamaz. Onun için Ömer'e emret de, o namaz kıldırsın." Hafsa aynen dediklerimi yapınca Rasulullah: "Yeter ey Yusuf a tuzak kuranlar. Ebu Bekir'e söyleyin de namaz kıldırsın" buyurdu. Bunun üzerine Hafsa, Aişe'ye demiştir ki: "Benim sana bir iyiliğim dokunmaz."
Bir rivayette[404] de Aişe şöyle demiştir: Rasulullah'a sık sık değişiklik için başvurmama; ondan sonra makamına geçecek olanı, insanların ebediy-yen sevmelerinin mümkün olmadığı düşüncesinden başkası sevketmezdi. Kanaatıma göre Rasulullah'ın yerine geçecek kişi insanların onun sebebi ile kavga ettikleri kişi olacaktı. Bu nedenle Rasulullah'ın Ebu Bekir'den vazgeçmesini istedim.[405]
Hz. Aişe'nin büyük bir zan altında tutulması ve îfk hadisesi:
Hz. Aişe şöyle anlatıyor: "Rasulullah (s.a.v.) sefere çıktığında hanım*ları arasında kur'a çekerdi. Kur'a kime çıkarsa Rasulullah ile beraber o giderdi. (Benî Mustalık) gazasına gitmek istediği zaman da Rasulullah kur'a çekti ve benim ismim çıktı. Rasulullah ile beraber sefere çıkmıştı. Bu sefer, hicap âyeti indikten sonra idi. Beni, mahfil içinde yüklediler ve (konak yerinde) mahfil içinde indirilirdim. Nihayet Rasulullah (s.a.v.) gazanın bitiminden sonra Medine'ye geri dönme kararı aldı. Medine'ye yaklaştığı*mızda (bir konak yerine indi. Gecenin bir kısmını orada geçirdikten sonra) yola koyulma emrini verdi. O sırada def-i hacet ettikten sonra mahfilime döndüm. Bir de göğsümü yokladım ki Yemen'in göz boncuğundan (dizilmiş) kolyemin koptuğunu anladım. Dönüp gerdanlığımı aradım. Onu aramak beni yoldan alıkoymuştu. (Öyle zannetmiştim ki benim devemi ben mahfilimde bulunmadıkça sevketmezler.) Halbuki yolda bana hizmet eden*ler gelip mahfilimi yüklemişler ve onu bindiğim devenin üzerinde götür*müşlerdi. Onlar beni mahfilin içinde sanıyorlarmış. O zaman kadınlar hafif idi. Ağır vücutlu değillerdi. Az yemek yerlerdi. Bu cihetle hizmetçiler mahfili yüklemek üzere kaldırdıklarında mahfili ağırlığının pek farkına varmayarak yüklemişlerdi. Özellikle de ben küçük yaşta bir kadındım. Bu yüzden deveyi sürüp götürmüşler. Ordu gittikten sonra ben kolyemi bul*dum. Ordugâha geldiğimde kimse yoktu. Oradan evvelce bulunduğum yere döndüm. Öyle zannetmiştim ki beni mahfilde bulamayınca dönüp beni alır*lar. Ben bu düşünceyle oturduğum yerde uyuya kalmışım. Safvan b. Muattal -ki arkadan gelerek geride kalan şeyleri toplamaya ve menzile götürüp ashabına vermeğe memur idi.- Askerin arkasından sabaha yakın bulundu*ğum yere gelmiş ve bir karaltının uyuduğunu görerek yanıma yaklaşmış (ve beni tanımış). Bu zat beni örtünmeden önce görmüştü. Safvan devesini çök-türdüğü zaman (hayret ederek) 'Biz Allah'ınız ve O'na dönüp varacağız1 demişti. Ben de bu sese uyanmıştım. Uyanınca hemen feraceme burundum. Vallahi tek bir kelime bile konuşmadık. Ondan istirca'ından başka birşey işitmedim. Devesinden inip devesini çöktürdü. Ben de deveye bindim. Safvan, bindiğim deveyi tutarak önde yürüdü. Nihayet kafile konak yerine indikten sonra öğle sıcağında askere yetiştik. Bu sırada (hakkımda iftira ederek) helak olan helak olmuştu. Bu büyük iftiranın başını çeken Abdullah b. Ubey b. Selul'du. (Ravi Urve devam ediyor.) 'Bu olay yayılıyor, SeluTun yanında konuşuluyordu. O bu durumdan faydalanarak, aleyhte propaganda yapıyordu. İfk hadisesinde Hasan b. Sabit, Mistah b. Esase, Hamne bint Cahş ve isimlerini bilmediğim bir grup, çok aşırı gitmişlerdi...Buna rağmen Hz. Aişe, yanında Hasan'a sövülmesinden hoşlanmaz ve Bfeasan'm şöyle söylediğini belirtirdi: 'Benim onun babası. Benim Muhammed'in namusu sizden korunmuştur."
Hz. Aişe: "Medine'ye gelince ben bir ay hastalandım. Meğer orada halk arasında ashab-ı ifldn bühtanları dolaşıyormuş. Bunlardan tamamen haber*sizdim. Zira hastalığımın beni işkillendiren bir yanı vardı. Rasulullah'tan, başka hastalıklarım sırasında görmüş olduğum ilgiyi bu sefer görmüyor*dum. Ancak yanıma giriyor, selam veriyordu. Ve (adımı anmadan 'hastamız nasıl?') diyor bununla iktifa ediyordu. Benim ifk olayından haberim yoktu. Nihayet iyileşmeye başlamıştım. Bir gece ben Mistah'ın annesiyle kazayı hacet mahallimiz olan "menası" tarafına çıkmıştım. Buraya ancak geceleri çıkardık. Bu adet evlerimizin yanma helalar yapılmadan önceydi. O zamanlar bizim halimiz ilkel arapların çöldeki adetine benziyordu. Ben, Mistah'ın anası (Selma) -Ebu Ruhm b. el-Muttalib b. Abdimenaf in kızı, Mistah b. Esase b. Ubad b. el-Muttalib oğlu olur- ile kazai hacet mahalline yönelip giderken ayağı çarşafına takılıp düşmüştü. Araplar arasında felaket zamanında söylenmesi adet olan 'düşmanın helak olsun1 yerine Selma, 'Mistah helak olsun!1 diye (oğluna) beddua etti. Ben kadına: 'Ne fena söyledin. Bedir'de hazır bulunan bir kişiye beddua ediyorsun' dedim. Kadın bana: 'Ortada dönen bühtanları duymadın mı?1 dedi. Ben: 'Ne söylüyorlar ki?1 dedim. İftira edenlerin yaptıklarını bana anlattı. Artık hastalığımın üstüne bir hastalık daha eklenmişti. Eve dönünce yanıma Rasulullah geldi. 'Hastalığınız nasıl?' diye sordu 'Ya Rasulullah! Ebeveynime gitmek üzere bana izin veriniz' dedim. Ben bu haberi ebeveynimden tahkik etmek istiyordum. Rasulullah bana izin verdi. (Ben de ebeveynimin yanma geldim) ve anneme: 'Anneciğim, halk arasında dönüp dolaşan bu ne iştir?' dedim. Annem: 'Ey kızım! Kendini üzme, sen kendini düşün.' Vallahi bir kadın senin gibi hüsnü cemale malik ve kocasının yanında sevimli olsun birçok ortakları bulunup da aleyhinde dedi-kodu etmemeleri pek nadirdir. 'Sübhanallah, halk niçin böyle söz söylesin? doğrusu hayret vericidir' dedim. 'O gece sabaha kadar gözümün yaşı dinmedi. Gözüme uyku girmedi. Rasulullah o sabah Ali b. Ebi Talib ve Usame b. Zeyd'i yanına çağırmıştı. Vahiy gecikince ehli ile ayrılması konusunda onlarla istişare etmişti. Usame, Ehl-i Beyt için nefsinde bilip gönlünde beslediği sevgiyi Rasulullah'a tavsiye ve işaret etti: 'Ya Rasulullah! pak hanımınız (size layık) ehlinizdir. Biz Hz. Aişe hakkında hayırdan başka birşey bilmeyiz' dedi. Hz. Ali'ye gelince o: 'Ey Allah'ın Rasulü, Allah, sana dünyayı dar etmemiştir. Aişe'den başka kadın çoktur. Aişe'nin cariyesi Berire'ye sorunuz. O doğrusunu size söyler' demişti. Rasulullah Berire'yi çağırıp: 'Ey Berire hanımından sana şüphe veren birşey gördün mü?' diye sordu. Berire: 'Hayır, ya Rasulullah, görmedim. Sizi hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki ben hanımımdan katiyyen ayıp olarak sadır olmuş olaydan başka birşey görmedim: Aişe küçük yaşta bir kadındı. Hamur yoğururken uyurdu da evin besi koyunu gelip hamuru yerdi.' dedi. Bunun üzerine Rasulullah o günü Mescid-i Saadette bir hutbe okuyarak; Abdullah b. Ubey'in aleyhinde konuştuğundan dolayı mazur görülmesini isteyerek: 'Ey müslümanlar, ehlim konusunda bana eza eden bir şahıs hakkında bana kim yardım eder de benim için ondan intikam alır? Vallahi ben, ehlim hakkında hayırdan başka birşey bilmiş değilim. Bu müfteriler bir adamın da ismini ortaya koydular ki bu zat hakkında da hayırdan başka birşey bilmiyorum. Bu kimse şimdiye kadar ancak benimle beraber ehlimin yanına girmiştir' dedi. Bunun üzerine Sa'd b. Muaz ayağa kalkarak: 'Ya Rasulullah! Size ben yardım edeceğim. Eğer sözünü ettiğiniz bu kişi Evs'dense, onun boynunu vururuz. Eğer Hazrec kardeşlerimizdense ne yapmak lazımsa siz emredersiniz. Biz emrinizi yerine getiririz' dedi. Bu defa da Hazrec'den Sa'd b. Ubadc ayağa kalktı. Bu Hazrec'in eşrafmdandır, bu olaydan Önce salih bir kimseydi. Fakat bu defa kabile hamiyyet ve gayretiyle Sa'd b. Muaz'a karşı:
'Vallahi sen yalan söylüyorsun. Sen onu (Abdullah b. Ubey'i) öldüremezsin ve öldürmeye gücün de yetmez, dedi. Bu defa da Useyd b. Hudayr ayağa kalkarak, Sa'd b. Ubade'ye karşı: 'Allah'ın beka ve ebediyetine karşı yemin ederim ki sen yalan söylüyorsun. Vallahi biz elbette onu katlederiz. Sen muhakkak münafıksın ki münafıklar hesabına bizimle mücadele ediyorsun' diye karşılık verdi. Bu suretle Evs ve Hazrec kabileleri ayaklandılar. Hatta birbirleriyle savaşa yeltendiler. Rasulullah ise henüz minberde bulunuyordu. Hemen minberden indi ve onları teskin etti. (Hz. Aişe anlatmaya devam ediyor.) Bana gelince... Ben o gün ağladım. Ne gözümün yaşı dindi, ne de gözüme uyku girdi. Sabahleyin babam ve anam yanıma geldiler. Ben bu şekilde iki gece ağladım. O kadar gözyaşı döktüm ki ağlamaktan yüreğim parçalanacak sandım. Bir ara ebeveynim yanımda oturdukları ve ben ağlamakta bulunduğum sırada Ensardan bir kadın izin istemiş, ben de izin verdim. O da oturup benimle ağlıyordu. Biz bu vaziyette iken ansızın Rasulullah içeri girdi, oturdu. Halbuki Rasulullah benden önce hakkımda dedikodu başladığı günden beri yanıma oturmamıştı. Rasulullah bir ay beklediği halde kendisine hakkımda birşey vahyolunmamıştı. Rasulullah şehadet ederek: 'Ey Aişe, hakkında bana şöyle şöyle sözler söylendi. Eğer sen bu isnadlardan berî isen yakında Allah seni temize çıkarır. Yok eğer böyle bir günaha yaklaştınsa Allah'tan mağfiret dile ve tevbe et. Çünkü kul, günahını itiraf ve sonra tevbe edince, Allah da ona af İle muamele eder' dedi. Rasulullah bu hitabesini bitirince gözyaşlarını dindi. Hemen babama: 'Rasulullah'ın söylediği söze benim adıma cevap ver1 dedim. Babam: 'Vallahi kızım! Rasulullah'a ne diyeceğimi bilmiyorum' dedi. Sonra anneme: 'Rasulullah'ın söylediği söze karşı benim namıma cevap ver* dedim. O da: 'Vallahi ben de Rasulullah'a ne diyeceğimi bilmiyo*rum' dedi. Ben genç bir kadındım. Kur'an'ın birçok kısmını okumamıştım. Bu cihetle şöyle dedim: 'Vallahi biliyorum ki, siz, halkın dedikodusunu işittiniz, nefsinizde büyütüp ona inandınız. Ben size beriyim desem -Allah bilir ki beriyim- benim bu sözümü tasdik etmezsiniz. Eğer bir işle itiraf et*sem -Allah kat'i surette suçsuz olduğumu biliyor- siz muhakkak beni tasdik edersiniz. Vallahi bu vaziyette benim ve sizin için anlatılacak bir Örnek bulamıyorum, ancak Yusuf un babası (Yakub'u) Örnek buluyorum. Yakup, oğullarına: 'Artık bana düşen güzel bir sabırdır. Söylediklerinize karşı da sı*ğınağım Allah'tır' demişti. Ben bu sözü söyledim sonra yatağıma döndüm. Ben yalnız Allah'tan beraat umuyordum. Lakin hakkımda bir vahiy inzal olunacağını hiç tahmin etmiyordum. Kendimi bana ait bir mesele için Kur'an lisanı ile konuşulmaktan çok hakir addederdim. Fakat Rasulullah'ın uyku*sunda bir rüya görmesiyle temize çıkarılmayı Allah'tan umuyordum. Vallahi Peygamber yerinden kalkmamıştı ve oradakilerden hiç biri odadan dışarı çıkmamıştı. Nihayet Rasulullah'a vahiy geldi. Vahyin ağırlığından terlemeye başladı. Hatta vahiy sırasında kış günleri bile ter dökerdi. Vahiy izleri gidince sevincinden gülüyordu ve bana ilk söylediği söz şu oldu: 'Ya Aişe Allah'a hamd et! Allah seni (bu iftiradan) kat'i surette temize çıkardı'. Bunun üzerine anam bana: 'Kızım, kalk da Rasulullah'a teşekkür et' dedi. Ben: 'Hayır, kalkmam ve yalnız Allah'a hamd ederim' dedim. Allah Teala şöyle buyuruyordu:
"O yalan haberi getirip (ortaya) atanlar, içinizden bir topluluktur. Siz onu sizin için bir şer saymayın. Bilakis o, sizin için hayırdır. Onlardan her kişi işlediği günahın cezasını görecektir. Onlardan o (yalan)ın en büyüğünü idare edene de büyük bir azab vardır. Onu işittiğiniz zaman inanan erkek ve kadınların, kendiliklerinden güzel zanda bulunup: 'Bu apaçık bir iftiradır1 demeleri gerekmez miydi? (İman bunu gerektirirdi. Bir mü'min hem de Rasulullah'ın zevcesi hakkında böyle bir iftiraya nasıl kulak asardı?) Ona dört şahit getirmeleri gerekmez miydi? Madem ki şahitleri getirmediler, o halde onlar yalancıların ta kendileridir. Eğer size dünyada ve ahirette Al*lah'ın lütuf ve rahmeti olmasaydı, içine daldığınız bu yaygaradan size mutlaka büyük bir azab dokunurdu. Çünkü siz onu dillerinizde (birbirinizden) ahveriyorsunuz ve hakkında hiç bilginiz olmayan bir şeyi (düşünüp taşınmadan hemen) ağızlarınızla söylüyorsunuz ve onu önemsiz bir iş sanıyorsunuz. Oysa o, Allah(ın) yanında büyük bir günahtır. Onu işittiğiniz zaman: 'Bunu konuşmamız bize yakışmaz, haşa, bu büyük bir iftiradır' demeniz gerekmez miydi? Allah size öğüt veriyor ki eğer inananlar iseniz böyle bir şeye bir daha asla dönmeyesiniz diye. Allah, size âyetlerini açıklıyor. Allah bilendir, hikmet sahibidir. İnananlar içinde edepsizliğin yayılmasını isteyenler için dünyada da ahirette de acı bir azab vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz. Eğer size Allah'ın lütuf ve rahmeti olmasaydı ve Allah çok şefkatli ve merhametti olmasaydı (bu iftiranızdan dolayı) büyük bir azaba uğrardınız. Ey İnananlar! Şeytanın adımlarını izlemeyin. Kim şeytanın adımlarını izlerse o, (şeytan) ona edepsizliği ve kötülüğü emreder. Fakat Allah, dilediğini temizler. Allah işitendir, bilendir. Sizden fazilet ve servet sahibi kimseler, yakınlığı bulunanlara, yoksullara, Allah yolunda göç edenlere birşey vermemeğe yemin etmesinler, (onları) affetsinler, geçinsinler. Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah bağışlayan, esirgeyendir. O, namuslu, birşeyden habersiz inanmış kadınlara zina iftira edenler, dünyada da ahirette de lanetlenmişlerdir. Onlar için büyük bir azab vardır. O gün dilleri, elleri ve ayaklan yaptıklarına şahitlik edecek, o gün Allah onlara hak ettikleri cezalarını tam verir ve onlar da bilirler ki Allah, apaçık haktır. Kötü kadınlar, kötü erkeklere, kötü erkekler kötü kadınlara, iyi kadınlar İyi erkeklere, iyi erkekler iyi kadınlara mahsustur. Bunlar (Peygamber, Aişe ve Safvan) onların dediklerinden uzaktır. Kendilerine Allah'tan bir mağfiret ve cömert bir rızık vardır." (Nur, Bakara, 226).
Allah Teala benim masum olduğuma dair bu âyetleri indirince Hz. Ebubekir es-Sıddik-Mıstah b. Esase'ye kendisine yakınlığı ve fakirliği sebe*biyle infakta bulunuyordu "Vallahi Mistah'a ebediyyen infakta bulunmaya*cağım" dedi. Hz. Ebubekir: Hz. Aişe'ye bunları dedikten sonra Cenab-ı Al*lah: "Sizden fazilet ve servet sahibi olanlar yakınlarına, düşkünlere ve Allah yolunda hicret edenlere vermekte kusur etmesinler, affetsinler, aldırış etme*sinler. Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah Gafur'dur, Rahimdir. (Nur, 22) âyetini indirdi. Bunun üzerine Ebubekir: "Hayır, severim, vallahi Allah'ın beni bağışlamasını çok isterim" dedi ve daha önce Mistah'a vermekte olduğu şeyleri tekrar verdi. Ve dedi ki: 'Vallahi, (o nafakayı asla kesmeyeceğim' Hz. Aişe anlatmaya devam etti: 'Rasulullah, Zeyneb bint Cahş'a benim durumumu sordu, Zeyneb'e: 'Ne biliyorsun ya da ne gördün?' dedi. Zeyneb: 'Ey Allah'ın Rasulü, gözümü ve kulağımı onun aleyhine ber şey söylemekten muhafaza ederim. Allah'a yemin olsun ki onun hakkında yalnız iyilik biliyorum' dedi. Hz. Aişe diyor ki: Rasulullah'ın zevceleri arasında o, benimle rekabet eden biriydi, Allah onu ehli ifke katılmaktan korudu. Zeyneb'in kız kardeşi Hamne ise (iftiraya taraftar ola*rak) Hz. Aişe aleyhinde hareket etmeye başladı. -İftira edenler içinde o da helak oldu. Dedikodular kendisine söylenen bir kişi şöyle diyordu: 'Allah'ı eksik sıfatlardan tenzih ederim. Nefsim, kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki elbisesini hiç açmadım' dedi ve sadece Allah'a hamdetti. Hz. Aişe: 'O adam bu hadiseden sonra Allah yolunda şehid oldu' dedi."[406] |