Termodinamiğin birinci yasası en genel haliyle enerjinin sakınımıdır (korunmasıdır). Bu yasaya göre evrendeki enerji miktarı sabittir. Toplam enerji şekil değiştirebilir, fakat asla kaybolmaz. Enerji iş yapabilme yeteneğini gösterdiği için, mutlak kapalı bir sistemin sonsuza kadar yaşaması ya da diğer bir deyişle iş yapma yeteneğini sürdürmesi gerekir. Fakat gerçek bu şekilde değildir. Gerçeği kavrayabilmek için termodinamiğin ikinci yasasına bakmak gerekir.
Termodinamiğin ikinci yasası, enerjinin farklı enerji dağılımlarından eşit enerji dağılımına doğru kendiliğinden akma eğiliminde olduğunu söyler. Örneğin bileşik kaplardaki su, kollardaki su seviyesi eşitleninceye kadar hareketine devam eder. Suyun kollar içindeki hareketi bir işin yapıldığını gösterir. Kollardaki su seviyesi eşitlendikten sonra, su artık kendiliğinden hareket etmez ve dolayısıyla da dışarıdan herhangi bir enerji verilmeden bu sistemde iş yapılamaz. Enerjinin düzgün dağılıp dağılmadığı nasıl anlaşılacaktır? Rudolf J. E. Clausius herhangi bir cisimde toplam ısının sıcaklığa oranının enerji dağılımının eşitlenmesinde önemli olduğunu gösterdi ve bu orana entropi ismini verdi. Entropi arttıkça enerji dağılımı da düzgünleşmektedir. Enerji dağılımı düzgünleştikçe iş yapabilme yeteneği azaldığından, entropi aynı zamanda işe dönüştürülemeyen enerjinin de bir ölçümü olmaktadır. İkinci yasaya göre eşitlenmeye doğru eğilim kendiliğinden olduğu için entropi artışı önlenemez.
İkinci yasaya göreye entropi artışı önlenemediğinden (Canlılar bu süreci kırabilmektedir), kapalı sistemdeki entropi eninde sonunda en yüksek düzeye ve sistem de zamandan bağımsız olarak dengeye ulaşır. Diğer bir deyişle sistem dengeye ulaştığında; entropisi en üst düzeye ve işe dönüştürülebilen serbest enerjisi ise en alt düzeye iner. Böyle bir sistemden iş alınamayacağından; bizim için sistem bozulmuş, çökmüş ya da ölmüş demektir. Sistemi ölmekten kurtarabilmek için entropi artışının önüne geçmek gerekir. Bu da, ancak sistemin dışarıdan enerji almasıyla mümkün olur ki, o zaman da sistemin adı açık sistem olur.
Açık sistem de çevresiyle sürekli enerji alış verişinde bulunurken, zamandan bağımsız olarak sabit kalabilir yani girdilerle çıktılar arasındaki oran sabit tutulabilir. Bu duruma kararlı durum (steady state) adı verilir. Kararlı durumda sisteme giren enerjiyle sistemdeki entropi artışı dengelenebilir ve böylece sistemin sürekliliği sağlanabilir. Burada ki sürekliliğin aynı enerji düzeyinde olması gerekmez. Sistem arasıra bir üst enerji düzeyine ya da daha alt enerji düzeylerine sıçrayarak bir başka enerji düzeyinde kararlı dengeye ulaşabilir. Atomdaki elektronların yörünge değiştirmesine benzeyen bu olguya günümüzde dönüşüm (transformasyon) adı verilmektedir. O halde sorunlara genel olarak açık sistem kuramıyla yaklaşmak gerekir; fakat uygulamada bu; büyük sistemler için pratik olmayabilir ve bu nedenle bazı sistemlerin karşılıklı ilişkiler gözönüne alınarak yönetilebilir boyutlara indirgenmesi gerekebilir. Ancak bu durumda sistemin geneline hakim uzmanların bulunması gerekir.
Sistemin açık olmasının yani çevreyle ilişkilerinin ne kadar önemli olduğunu, Arie De Geus'un Yaşayan Şirket isimli kitabından yapılan aşağıdaki alıntı açık bir şekilde göstermektedir.
"İngiltere'de çok uzun bir süredir, sütçülerin küçük kamyonetlerle getirdikleri süt şişelerini her evin kapısına bıraktıkları geleneksel bir süt dağıtım sistemine sahiptir. Yirminci yüzyılın başlarında, bu süt şişelerinin kapakları yoktu. Kuşlar da, şişenin ağzında biriken kaymaklara kolayca erişebiliyorlardı. İngiliz bahçe kuşlarından iki farklı tür, mavi baştankara ve ardıç kuşu, çiğ süt kaymağını, bu yeni ve zengin besin kaynağını, şişelerin ağzına yaklaşıp emerek almayı öğrenmişlerdi.
Bu yenilik, kendi başına, büyük bir başarıydı. Ama aynı zamanda bir evrimci etkisi de olmuştu. Süt kreması, bu kuşların öteki besinlerine oranla daha zengin bir besindi ve bu iki ötücü kuş türünün sindirim sistemleri, daha önce tanımadıkları bu yeni alışılan besini sindirebilmek için bazı değişikliklere uğramışlardı. Bu iç uyum, neredeyse kesin olarak Darwin'ci ayıklanma sürecine uygun olarak gerçekleşmişti.
Daha sonra, iki dünya savaşı arasındaki dönemde, İngiliz süt dağıtım şirketleri süt şişelerinin ağızlarını ince alüminyum kapaklarla kapatarak bu kuşların kreması ile beslenmelerini önlediler.
1950'lerin başlarında, İngiltere'deki bütün mavi baştankaralar yaklaşık bir milyon kuş-süt şişelerinin alüminyum kapaklarını parçalamayı öğrenmişlerdi. Eski zengin besin kaynaklarına yeniden erişebilmenin yolunu bulmuş olmaları, mavi baştankaralar familyasının tümü için, önemli bir zafer olmuştu. Onlara yeniden varlıklarını sürdürme konusunda üstünlük sağlamıştı. Ama, onların tam tersine, ardıç kuşları, bütün bir familya olarak süt kremasına erişmeyi öğrenemediler. Zaman zaman tek tük ardıç kuşlarının süt şişelerinin kapaklarını parçalayıp krema yemeyi öğrendikleri görüldüyse de, bu bilgi hiçbir zaman türlerinin öteki üyelerine yayılamadı.
Uzun sözün kısası, mavi baştankaralar olağanüstü başarılı bir kurumsal öğrenme süreci geçirmişlerdi. Ne var ki, bazı ardıç kuşları mavi baştankalar kadar yenilikçi ve buluşçu oldukları halde, tür olarak başarısız kalmışlardı. Üstelik dahası, iki ötücü kuş ailesi arasındaki fark asla iletişim yetenekleri arasında fark bulunduğuna yorulamazdı. Ötücü kuşlar türü olarak, ardıç kuşları da mavi baştankaraların sahip oldukları tüm iletişim olanak ve becerilerine sahiplerdi: renk, davranış, hareket ve ötüş. Aralarındaki farkın açıklaması, diyordu Profesör Wilson, ancak toplumsal yayılım sürecinde bulunabilirdi: Mavi baştankaraların kendi becerilerini türün bir bireyinden bütün üyelerine yayma biçimlerinde.
İlkbaharda bütün mavi baştankaralar, yavrularını buyütünceye dek hep çift olarak yaşarlar. Yaz başlarında genç mavi baştankaralar yalnız başlarına uçmaya ve beslenmeye başladıkları zaman, kuşlar bir bahçeden öbürüne sekizerli onarlı kümeler halinde uçarak yer değiştirmeye başlar. Bu kümelerdeki kuşlar birbirlerinden ayrılmadan kırlarda hep bir arada uçuşurlar ve bu hareketlilik dönemi iki üç ay sürer.
Oysa ardıç kuşları, onların tam tersine, bölgeci kuşlardır. Erkek bir ardıç kuşu, kendi bölgesine asla bir başka erkek ardıç kuşu sokmaz. Buna yeltenen herhangi bir olduğu zaman da hemen bir meydan okuma ötüşü koy verir; sanki "Defol benim bölgemden!" der gibidirler. Genel olarak, ardıç kuşları birbirleri ile hasımca bir biçimde iletişim kurma eğilimindedirler; her biri kendi bölgesinin efendisidir ve sınırına bir başkasının yanaşmasına izin vermez.
"Kümeleşen kuşlar", diyordu Alan Wilson, daha hızlı öğrenirler. Varlıklarını sürdürme ve daha hızlı evrim geçirme şanslarını artırırlar."
Entropi kavramı enerji dağılımın düzgünlüğünü ölçtüğü gibi sistemin belirsizliğini de gösteren bir kavramdır. Yönetimde verilen her karar bir miktar belirsizlik içerecektir.