Öğretim ve eğitim, insanla varolanlar arasındaki ilişkilerin bir türüdür ve bir bilgi sorunudur. İnsanın herhangi bir varolanla ilişki kurabilmesi ancak onu tanıması ile mümkün olur. Tanımak ise bilgi sahibi olmak demektir. Diğer ilişkiler bu tanımadan sonra gelir. Öyleyse insanın varolanlarla olan bütün ilişkileri bir anlamda insan faaliyetleri anlamına gelir. O halde insanın bütün faaliyetlerinin temelinde bilgi sorunu yatar.
İnsan varolanların bilgisinin çok büyük kısmını öğretim yolu ile elde eder. Böylece öğretim fertlere varolanların bilgisini kazandırmada yapılan bir faaliyettir.
İnsanlar, olay ve olgular karşısında daima bir tutum içinde bulunurlar. İnsanlara bir tutum kazandıran varolanlar hakkındaki bilgileridir. Yani öğrenimdir. Öğrenimi büyük ölçüde anlayan da öğretimdir.
Eğitim ise, insanı herhangi bir tutum içine sokar. Öyleyse eğitimin bir amacı vardır. Bu da, ferde istenilen tutumu kazandırmaktır. Öğretimde bilgi seçimi vardır. Bilgilerin seçilmesi eğitimde amaçlanan tutuma göre olur.
Öğretimde bilgi seçiminde zorunluluk vardır. Her bilgi türünde asırlardır yazılmış bilgilerin bir nesle öğretilmesi imkansızdır. Öğretimde bilgi seçiminin birinci sebebi bu imkansızlıktır. Bunun yanısıra bilgi seçimi raslantı ile olmaz. Öğretim yapacakta kazanılması istenen formasyon ve tutuma göre yapılacak seçim faydalı olur. İşte hedefi eğitim politikası belirler. Hedefe varmak için öğretimde hangi bilgilerin verilmesi gerektiği de eğitimci tarafından tayin edilir.
Öğretimde önemli olan objektifliktir. Yani varolanın bilgisini doğru olarak vermektir. Herhangi bir amaç için verilecek yanlış bilgi yanlış hareketlere sebep olur.
İnsan varolanı tanımada farklı yollar kullanır. Bu yüzden farklı bilgiler vardır. Felsefe de bu bilgiler arasında yer alan bir bilgi çeşididir. Fakat felsefe nedir? Nasıl bir bilgi türüdür?
Bir tarafta Descartes, “Felsefesiz yaşamak gözü kapalı yaşamaktır” derken, bir tarafta da bir Fransız yazarı şöyle diyor: “İnsanlık için tehlike ne atom bımbasından ne de hidrojen bombasından gelir. Tehlike filozoftan gelmektedir.Bugün dünya; Batı-Doğu diye iki düşman kampa ayrılmış, birbirini yoketme hazırlığı ve yokolma korkusu içindedir. Arada asıl çarpışan filozofların fikirleridir. Bir tarafta Volter’ler, Rousseau’lar; diğer tarafta Marx’lar, Engels’ler… Büyük kitleler, bu filozofların adını bile duymadan onların fikirleri peşinde koşup düşman kamplara ayrılıyorlar. Demek ki bugün insanlığın içinde bulunduğu tehlike filozoftan kaynaklanıyor. O halde kurtuluş çözümlerini de ondan beklemek lâzım…”
İşte böyle birbirine zıt hükümlerle değerlendirilen felsefe nedir?
Fransız filozofu Jules Lachelier, felsefe öğrenimini tamamlayıp Toulous’a tayin ediliyor. İlk dersinde kendisine öğrencisi tarafında, “Felsefe nedir?” sorusu yöneltiliyor. O da, “bilmiyorum” cevabını veriyor, öğrencilerinin hayretleri arasında. Olay şehre yayılıyor. Her yerde alay konusu oluyor. Diyorlar ki; “Paris’ten bir öğretmen tayin edilmiş. Daha öğreteceği disiplinin ne olduğunu bilmiyormuş.”
Sokrat’ın; “Bir şey biliyorum, o da hiçbir şey bilmediğimdir” sözü ne kadar düşünmeye değer ise; Lachelier’nin, “Felsefe nedir?” sorusuna verdiği “bilmiyorum” cevabı o kadar anlamlı ve düşünmeye değerdir. Çünkü felsefenin kesin bir tanımını yapamayız. Fakat böyle bir disiplinin varolduğu kesindir.
Başka inanç ve kanaatlere saygılı olmak ve onlara hak tanımak, kendi inanç ve kanaatine bağlı olmamak demek olmadığı gibi, bütün inanç ve kanaatler karşısında kayıtsız kalmak da demek değildir. Herhangi bir inanç ve kanaatine sıkı sıkıya bağlı olan kişi hoşgörü sahibi de olabilir. Öyleyse hoşgörülü, yani medenî insan yetiştirmek için felsefeye ihtiyaç vardır. Zaten felsefe yapmak insanın kaçamayacağı bir faaliyettir. İnsan tabiatı gereği, zorunlu olarak felsefe yapar. Bu konuda Aristo şöyle diyor: “Felsefe yapmak mı lazımdır diyorsunuz, o halde felsefe yapmak lazımdır. Felsefe yapmamak mı lazımdır diyorsunuz, bunu yapmak için yine felsefe yapmak lazımdır.”
MODERN ÇAĞDA FELSEFENİN ETKİSİ
On dokuzuncu yüzyıl felsefesi, bir anlamda, iki karşıt kamp arasındaki bir savaşım olarak değerlendirilebilir. Hegel gibi sanat, ahlâk, din, siyaset, tarih, edebiyat ve bilimi de kucaklayan bir felsefe inşa etmeye çalışanlarla, binlerce ayrı, özel sorunu araştıranlar kampı.
Çağdaş felsefelerin altyapısı, bir yüzyıl süren siyasal, tarihsel, ekonomik, kültürel, toplumsal ve sanatsal alanlardaki olağanüstü değişikliklerdi. Geçmiş dönemlerde bu tür değişiklikler yavaş gelişir ve yüzyıllara yayılırken, yirminci yüzyılın ilk elli yılı öyle büyük değişikliklere sahne oldu ki, bunların anlamını tam olarak düşünmek için zaman yoktu.
Birinci dünya savaşı yalnız süper güçler arasında bir savaş değildi. Viktorya çağının da bir sonuydu. Dört yıllık savaşım kadınların ekonomik ve siyasal alanlara girmesi sonucunu getirdi, on dokuzuncu yüzyılın ahlâk geleneğini yıktı, toplumsal kurtuluş adı altında gençler ana babalarına karşı başkaldırdı.
Savaşın ekonomik sonuçları kimi ülkeler için yıkım getirirken kimilerine de refah getirdi. Amerika, ihtiraslı bir dönem geçirdi ve 1929 yılında etkisi bütün dünyada yankılanan büyük ekonomik bunalıma girdi.
Ortaya çıkan işsizlerin saylarının küçümsenemeyecek kadar çok olması sosyalist ve kominist akımlara güç kattı. Bu akımların ruhsal yuvası 1917 devrimiyle ortaya çıkarılan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’ydi.
Sosyalizm ve kominizmin güçlenmesi İtalya’da, Almanya’da ve İspanya’da dünyayı etkileyen büyük çatışmalara sebep oldu. Bundan sonra insafsız materyalistlerin ortaya çıktığını görüyoruz. Öyle akımlar vardı ki, madde ve mekanik öğretilerin etkisinde kalarak yaşamda hiçbir amaç ve umut bulamadılar. Bunun ardından ateizm boygösterdi.
Marx’ın felsefesinin çıkış noktasında Hegel vardır. Genel olarak Hegel’den sonra büyük felsefe sistemlerinin sona erdiğini söylemek mümkün. Hegel’den sonra felsefe yepyeni bir yola girmiştir ve büyük kurgusal sistemlerin yerini “varoluşçu” ya da “eylemci” felsefeler almıştır. “Amaç dünyayı anlamak değil, onu değiştirmektir” derken Marx’ın kastettiği de budur. İşte onun bu sözleridir felsefe tarihinde çok önemli bir değişikliğe sebep olan.
Marx’ın düşüncesinin hem pratik, hem de politik bir yanı vardır. Uygulamalı politika alanında ondan daha etkili olan bir başka filozofun varolmadığını söylemek yanlış olmaz. Marx’a göre insanların düşünce biçimlerini belirleyen, toplumda geçerli olan maddî ilişkilerdir. Bu tür maddî ilişkiler tarihin gidişini de belirlemektedir aynı zamanda. Ve tarihi ilerleten şey ekonomik güçlerdir.
Neyin yanlış neyin doğru olduğunu toplumu yöneten sınıflar belirleyebilir. Hiçkimse bir başkasını doyurmak için çalışmamalıdır. Bu yüzden, “Bütün ülkelerin emekçileri birleşin” sloganı ile kominizm, toplum düzenlerini güç yoluyla yerlebir etme amacıyla yola çıkmıştır.
Fakat dünya milletlerini galeyana getiren bu sistemler de yavaş yavaş çözülmeye başlamıştır. Çünkü bilgi yığını bir şey ifade etmez. Onun benimsenmesi, kabullenilmesi, adeta onun yaşanması lazımdır. Bütün bunların yanında insan tabîatına uygun bir bilgi olması gereklidir. Bu da şuna işaret eder: Öğretim tek başına yeterli değildir, eğitim şarttır. Eğitim edinilen bilginin, bilgi sahibinin hayatını etkilemesi, o bilgiyi hayatında tatbik edebilme hâlini kazandırmasıdır.
Hayatın her döneminde etkili olan sistemler, yaşayış şekilleri, kültürler vesaire pek çok toplumsal olay felsefî düşüncelerin bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Felsefe adının kullanılması ya da kullanılmaması bu gerçeği değiştirmez. Çünkü felsefe bir düşünce aritmetiğidir. Fakat herhangi bir amaç için verilecek yanlış bilgi yanlış hareketlere sebep olur.
Naz Ferniba