Tekil Mesaj gösterimi
Alt 15 Eylül 2011, 22:18   #2
Çevrimdışı
Ecrin
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: İzmir Saat Kulesi




Osmanlı Devleti’nde kent ve kasabalarda saat kulesi yapımının hızlanmasında, Sultan II. Abdülhamit’in (1876-1909) yirmi beşinci cülûs yıldönümü vesile olmuştur. Sultan Abdülhamit 1317 Hicrî yılında (1899-1900) yayınladığı bir “irâde-i seniyye” gereğince, kendi namına bir çok vilâyet ve sancaklarda büyük saatlerin yapılmasını emretmiştir. Bu irade üzerine Osmanlı coğrafyasındaki bir çok vilâyet ve sancaklarda saat kulesi yapımına gidilmiş, günümüzde bir çok Anadolu kentinde halen ayakta durmakta olan saat kulelerinin bir çoğu bulundukları şehrin simgesi haline gelmişlerdir.
Saat kulelerinin yaygınlaşmasında Sultan II. Abdülhamit’in yirmi beşinci cülûs yıldönümü önemli bir dönüm noktası oluşturmuşsa da, aslında Osmanlı İmparatorluğu’nun XIX. yüzyılda girmiş olduğu Batılılaşma sürecinin etkisini de vurgulamak gerekmektedir. 1839’da başlayan Tanzimat döneminden sonra kentlerde inşasına başlanan Askerî Kışla, Hükümet Konağı, Hastane ve Hapishane gibi kamusal yapılar, Osmanlı Devleti’nde Batılı bir çizginin oluşumuna katkı sağlamışlar, bu kombinezasyona saat kulesinin de eklenmesiyle İmparatorlukta önemli kamusal alanlar oluşmaya başlamıştır.

Saat kulelerinin yapımıyla birlikte Müslüman kitlenin zaman ölçüm sisteminde önemli bir değişim yaşanmaya başlanmış, “ezanî” zaman ölçümünden, bilimsel hesaplara dayanan zaman ölçümüne yönelinmiş, toplumsal yapıda önemli bir modernleşme süreci başlamıştır.


Saat Kulesi’nin Yapılışına Doğru
Yukarıda değinildiği gibi Sultan II. Abdülhamit’in iradesi gereği Osmanlı vilâyetlerinde bir çok saat kulesi vücûda getirilmiştir. Ancak İzmir’de yapılan “çeşmeli saat kulesi”, mimarîsi, yapımında izlenen yöntem, inşaa sürecinde dönemin yerel yöneticilerin tutumları ve zaman içinde kentin simgesi haline gelmesi gibi nedenlerle, diğer vilâyetlerdeki saat kulelerinden ayrılmakta, öne çıkmakta ve farklı bir durum oluşturmaktadır.

İzmir kentinin mimarî evriminde Konak Meydanında yapılan Saat Kulesi’nin yapımı özel bir önem taşıyor. Kule, kentin ilk çağdaş ve modern simgesi olacak ve o güne kadar kale/kışla, cami, hükümet binası gibi geleneksel simgelerle yetinen kente yeni bir dönemin başladığını haber verecekti. İzmir mimarîsinde kentsel/simgesel repertuarın diğer Osmanlı kentlerine göre oldukça zayıf kaldığı söylenebilir. XVII. yüzyıldan başlayarak, İmparatorluğun en büyük kentlerinden biri haline gelmesine karşın, birkaç yüzyıl boyunca İzmir mimarlığı konutlar veyahut ticarî yapılarla karakterize olmuştur. Saat kulesi, sadece somut kullanım yapılarına yer veren ve boyutuna oranla İmparatorluğun kültürel üretimi içindeki payı da hep küçük kalan bu kentteki ilk “gerçek” mimarî simgedir.

Padişahın yirmi beşinci cülûs yılına atfen Fransızca yayınlarda “monument jubilaire” olarak yer alan ve modernleşmenin, Batılılaşmanın simgelerinden biri olarak kabul edilen Saat Kulesi, Anadolu’nun en Batısında yer alan İzmir’de vücûda getirilecekti. Bu yüzden İzmir’in konumuna kısaca bakmakta yarar vardır. İzmir, gelişimini sahip olduğu uygun limana ve çok zengin ürünler veren art bölgesine borçludur. Kentin bir ticaret merkezi olarak yükselmesi on yedinci yüzyıl başlarına kadar gitmekteyse de asıl sıçraması on dokuzuncu yüzyıldadır. Bu yüzyılda İzmir, Osmanlı İmparatorluğu’nun en büyük ihracat, ithalatta da İstanbul’un hemen ardından gelen limanıydı. Böylesine yoğun ticaret faaliyetleri kent profilinin de değişmesine neden olmuş, İzmir birkaç bin yıllık geleneksel sınırlarını aşarak; gelişme göstermeye başlarken, liman, kordon, demiryolu, telgraf, posta vb. çok önemli alt yapı yatırımlarına da kavuşmuştu. Aynı dönemde bedesten yerine büyük işletmeler, mağazalar, şirket binaları hanlar ortaya çıktı; Paşa konaklarının yerini devlet binaları aldı.
On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında Doğu Akdeniz’in en önemli liman kenti konumuna gelen İzmir’de, bu gelişmelere ilaveten liman kentlerinin karakteristiklerinden olan hızlı toplumsal dönüşüm de yaşanmaya başlamıştı. Kapitalist dünya düzeniyle bütünleşme sürecini yaşayan İzmir, yabancı sermaye yatırımları ve ticaret hacmindeki genişleme nedeniyle hızlı nüfus artışı yaşıyor, bu da geleneksel yapıyı değiştiriyor ve kozmopolitleşme süreci hızlanıyordu. İzmir’in etnik çeşitliliği ve her cemaatin kendine özgü oluşturduğu kurum ve kuruluşlarıyla, yaşam biçimlerine baktığımızda; İzmir, çok uluslu serbest bir kent görünümündeydi ve bu niteliği ile diğer Osmanlı kentlerinden farklılaşmaktaydı. Dolayısıyla canlı bir rekabetin yaşandığı ticarî bir ortam, İzmir’in gündelik manzarası olarak göze çarpıyordu.
İzmir, bu özelliklerinden dolayı yönetimine dikkat edilmesi gereken bir kentti. Her ne kadar sürgün valiler görülse de, bunlar Sadrazamlık makamına kadar ulaşmış önemli kişiliklerdir. Dolayısıyla sürgün valiler kenti yakıştırması tashihe muhtaçtır. Kâmil Paşa, 1895 yılında işte böylesine önemli bir Vilâyete “sürgün Vâli” olarak atanmıştı. Kâmil Paşa, 1832 Lefkoşa doğumlu olup, çok iyi bir eğitim görmüş, bir çok dili bilen entelektüel sayılabilecek Osmanlı devlet adamlarından biriydi. Uzun yıllar devletin her kademesinde hizmet görmüş ve 1885-1891 yılları birinci defa Sadrazamlık görevini üstlenmişti. 1894’de Sultan II. Abdülhamit, Kâmil Paşa’yı ikinci kez Sadrazamlığına getirmişti. Paşanın bu dönemdeki görevi bir yıl sürmüş, dış politika, içeride egemenlik anlayışı ve ekonomik nedenlerden ötürü azil edilmiş, siyasal gücü nedeniyle İstanbul’da bulundurulması uygun görülmeyerek, Aydın Vilâyeti’nin merkezi olan İzmir’e 1895 yılında Vâli olarak atanmış, başka bir tabirle sürgüne gönderilmişti. İzmir, II. Abdülhamit’in gazabına uğrayan ilki Mithat Paşa olmak üzere, ikinci kez bir sürgün vâliye ev sahipliği yapıyordu. Ancak her iki vâli de ciddi birikimi ve yetenekleri olan insanlar olması nedeniyle, kentin imârı ve ıslâhı konusunda önemli çalışmalara imza atmışlardır.

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları eglen sohbet reklamver