Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir. [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]
Petra'nın adını andığınızda, birisi mutlaka J. "Neredeyse zamanın başlangıcı kadar eski, gül kırmızısı bir şehir" alıntısıyla cevap verecektir. Bu sözler, 19. yüzyıl İngiliz şairlerinden J. W. Burgon'a ait. Birkaç yıl sonra bölgeyi ziyaret eden Burgon'un da kabul ettiği gibi, ne yazık ki, tanımlama pek doğru değil. Petra, gül kırmızısından çok, somon rengi. Şehirden çok, anıt mezarlık diye nitelendirilebilir -buradaki evler topraktan yapıldığı için zamanla yok oldu. Bölgeyle ilgili ortaya atılan sorular mekanın gizemini artırırken, buranın daha da etkileyici bir hal almasına neden oluyor. MÖ 6. yüzyılda göçebe bir topluluk olan Nabataeanlar, Ürdün'deki Arabah Vadisi'nin doğusunda, Aqaba ile Kızıldeniz'in arasındaki yarık vadinin kontrolünü eline aldı. O dönemin önemli ticari yollarını ele geçiren Nabataeanlar, güçlenip zenginleşti. Deniz seviyesinden 914 metre yükseldikteki kayaların içinde, bir zamanlar ev olduğu sanılsa da bugün mezar olarak kabul edilen kalıntılarla örülü Petra bize onlardan miras kaldı. Bazıları, klasik detaylarıyla, diğerleri ise Mısır ve Asur mimari tarzlarının etkisini taşıyan Nabataean süslemeleriyle dikkat çekiyor. Tüm vurgu ön cephedeyken, içerideki odanın duvarlarında neredeyse hiçbir süsleme yok.
Petra, MÖ 106'da Roma İmparatorluğunun bir parçası haline geldiğinde, yıkanma yerleri, forumu, tiyatrosu ile Roma uygarlığının tüm öğelerine sahip oldu. Palmyra'nın yükselişiyle ticaret yolları değişti. Petra, meraklı yabancıları defetmede zorluk çekmeyen yerlilerin bildiği bir bölge halini aldı. Arapça'yı akıcı bir şekilde konuşan ve Müslüman gibi giyinen İsviçreli kaşif John Burckhardt 1812’de yerli bir rehberi, eski bir şehrin (Petra) yakınında olduğu söylenen bir mezarda kurban kesme konusunda ikna etti. Böylece Petra yeniden gündeme geldi. Rehber, Burckhardt’a Siq boyunca eşlik etti. Ziyaretçilerin bugün bölgeye ulaşmak için geçtiği kayalar içindeki dar ve derin yarık ve ön cephesi 27 metre genişliğinde, 40 metre yüksekliğinde olan binanın alımlı görüntüsüyle karşı karşıya geldi. Hazine (el-Kasneh) olarak kullanılan bina, tasarımı Nabataean tarzındansa klasik olduğu halde,
Petra'daki belki de en ünlü kalıntı. Ön cephenin tepesindeki semaverin içinde, zamanında bir firavuna ait değerli eşyaların olduğu söyleniyor. Bölgeyi ziyaret eden eski turistler hazineyi bulmaya çalışmışlardı. Hazine binasının arkasında, açık pembe renginde toprakla kaplı çok sayıda kaya mezarının bulunduğu, engin bir vadi uzanıyor. Kayaların rüzgar alan kısımları zamanla yıpranmış. Petra'nın zamanında gül kırmızısı ya da somon rengi olmadığı, sıvadan süslerle kaplı olduğu ve bugünkünden çok farklı bir görüntüsünün olduğuna dair yeterli arkeolojik kanıt bulunuyor. Diğer taraftan, Siq'deki dar ve karanlık yarıktan yürüyüp Hazine'nin aydınlık cephesiyle karşılaşmak, her dönemde geçerli olan harika bir deneyim