Tekil Mesaj gösterimi
Alt 21 Mart 2011, 03:06   #1
Çevrimdışı
Düş
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Alınması Gereken Dersler..




Kasadaki Çek
İş adamının işleri bozulmuştu. Ne yaptıysa olmuyordu.
Bir zamanlar çok başarılı bir insan olmasına rağmen şimdi büyük olan sadece borçlarıydı.
Bir taraftan kredi verenler onu sıkıştırırken, diğer taraftan da bir sürü insan ödeme bekliyordu.
Çok bunalmıştı ve hiçbir çıkış yolu bulamıyordu. Nefes almak için parka gitti.

Bir banka oturdu, başını ellerinin arasına aldı ve bu durumdan nasıl kurtulacağını düşünmeye başladı.
Tam bu sırada birden, önünde yaşlı bir adam durdu.’Çok üzgün görünüyorsun.
Seni rahatsız eden birşey olduğu belli… Benimle Paylaşmak ister misin?’ diye sordu yaşlı adam.
İşadamının yakınmalarını dinledikten sonra da, ‘Sana yardım edebilirim’dedi. Çek defterini çıkardı.
İşadamının adını sordu ve ona bir çek yazdı.
Çeki ona verirken de şöyle dedi:
‘Bu para senin. Bir yıl sonra seninle burada buluştuğumuzda bana olan borcunu ödersin.
Hadi al’ dedi. Ve yaşlı adam geldiği gibi hızla gözden kayboldu.
İşadamı elindeki çeke baktı. Çekte 500.000 dolar yazıyordu
ve imza ise John Rockefeller’e aitti, yani o gün için dünyanın en zengin adamına.
‘Tüm borçlarımı hemen ödeyebilirim’ diye düşündü.
John Rockefeller’e ait bu çekle her şeyi çözebilirdi. Ama çeki bozdurmaktan vazgeçti.
Bu değerli çeki kasasına koydu.

Onun kasasında olduğunu bilmenin güveniyle yepyeni bir iyimserlikle işine tekrar dört elle sarıldı.
Büyük küçük demeden tüm işleri değerlendirmeye başladı.
Ödeme planlarını yeniden yapılandırdı. İyi yapılan işler yeni işleri doğurdu.
Birkaç ay sonra tekrar işlerini yoluna koyabilmişti.

Takip eden aylarda ise borçlarından tümüyle kurtulup hatta para kazanmaya başlamıştı.
Tüm bir yıl boyunca çalıştı durdu. Tam bir yıl sonra, elinde bozulmamış çek ile parka gitti.
Kararlaştırılmış saatin gelmesini bekledi. Tam zamanında yaşlı adamın hızla ona doğru geldiğini gördü.
Tam ona çekini geri verip başarı öyküsünü paylaşacakken bir hemşire koşarak geldi ve adamı yakaladı.
Hemşire ‘Onu bulduğuma çok sevindim, umarım sizi rahatsız etmemiştir’ dedi.
‘Çünkü bu bey sürekli olarak huzur evinden kaçıp, bu parka geliyor.
Herkese kendisinin John Rockfeller olduğunu söylüyor’ diye ekledi.
Hemşire adamın koluna girip onunla birlikte uzaklaştı.
İşadamı şaşkın bir şekilde öylece durdu kaldı.
Sanki donmuştu. Tüm yıl boyunca arkasında yarım milyon dolar olduğuna inanarak işler almış, yapmış ve satmıştı.
Birden, hayatının akışını değiştiren şeyin para olmadığını fark etti.

Hayatını değiştirenin yeniden kendinde bulduğu kendine güven ve inançtı.
Başarının sırrı, kasamızda duran değil, kendi kalbimizde ve kafamızda olanlardır.
Başka yerde aramaya gerek yok..


----------

Tevazu
Evvel zaman içinde bir adam kötü yoldan para kazanıp bununla kendisine bir inek alır.
Neden sonra, yaptıklarından pişman olur ve hiç olmazsa iyi bir şey yapmış olmak için
bunu Hacı Bektaş-ı Veli’nin dergâhına kurban olarak bağışlamak ister. O zamanlar dergâhlar aynı zamanda aş evi işlevi görüyordu.
Durumu Hacı Bektaş-ı Veli’ye anlatır, Hacı Bektaş-ı Veli ‘helal değildir’ diye kurbanı geri çevirir.

Bunun üzerine adam Mevlevi dergâhına gider ve aynı durumu Mevlana’ya anlatır.
Mevlana hediyeyi kabul eder.

Adam aynı şeyi Hacı Bektaş-ı Veli’ye de anlattığını ama onun hediyeyi kabul
etmediğini söyleyince Mevlana şöyle der:
‘Biz bir karga isek Hacı Bektaş-ı Veli bir şahin gibidir. Öyle her leşe konmaz.
O yüzden senin bu hediyeni biz kabul ederiz ama o kabul etmeyebilir.’
Adam üşenmez kalkar Hacı Bektaş-ı dergâhına gider ve Hacı Bektaş-ı Veli’ye,
Mevlana’nın kurbanı kabul ettiğini söyleyip Hacı Bektaş-ı Veli’nin görüşünü sorar.

Hacı Bektaş-ı Veli de şöyle der:
‘Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise Mevlana’nın gönlü okyanus gibidir.
Bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir ama onun engin gönlü kirlenmez.
Bu sebepten dolayı o senin hediyeni kabul etmiştir.’
Böylesi tevazu ve incelikle, birbirini yermek yerine yüceltmeyi
becerebilen insanlar olmamız dileğiyle…


----------

Ayakkabıcı ve Çocuk
Ayakkabıcı, yeni getirdiği malları vitrine yerleştirirken, sokaktaki bir
çocuk onu seyretmekteydi. Okullar kapanmak üzere olduğundan, spor
ayakkabılara rağbet fazlaydı. Gerçi mallar lüks sayılmazdı ama, küçük bir
dükkân için yeterliydi. Onların en güzelini ön tarafa koyunca, çocuk vitrine
doğru biraz daha yaklaştı. Fakat bir koltuk değneği kullanmaktaydı. Hem de
güçlükle…
Adam ona bir kez daha göz attı. Üstündeki pantolonun sol kısmı, dizinin alt
kısmından sonra boştu. Bu yüzden de sağa sola uçuşuyordu. Çocuğun baktığı
ayakkabılar, sanki onu kendinden geçirmişti. Bir müddet öyle durdu. Daldığı
hülyadan çıkıp yola koyulduğunda, adam dükkândan dışarı fırlayıp:
- “Küçüüük!” diye seslendi.” Ayakkabı almayı düşündün mü? Bu seneki modeller
bir hârika!”
Çocuk, ona dönerek:
- “Gerçekten çok güzeller!” diye tebessüm etti, “Ama benim bir bacağım
doğuştan eksik”.
- “Bence önemli değil!” diye atıldı adam. “Bu dünyada her şeyiyle tam insan
yok ki! Kiminin eli eksik, kiminin de bacağı. Kiminin de aklı veya vicdanı.”
Küçük çocuk, bir şey söylemiyordu. Adam ise konuşmayı sürdürdü:
- “Keşke vicdanımız eksik olacağına, ayaklarımız eksik olsa idi.”
Çocuğun kafası iyice karışmıştı. Bu sefer adama doğru yaklaşıp:
- “Anlayamadım!. dedi. Neden öyle olsun ki?”
- “Çok basit!” dedi, adam. “Eğer yoksa, cennete giremeyiz. Ama ayaklar
yoksa, problem değil. Zaten orda tüm eksikler tamamlanacak. Hâttâ sakat
insanlar, sağlamlara oranla, daha fazla mükâfat görecekler…”
Küçük çocuk, bir kez daha tebessüm etti. O güne kadar çektiği acılar,
hafiflemiş gibiydi. Adam, vitrine işâret ederek:
- “Baktığın ayakkabı, sana yakışır!” dedi. “Denemek ister misin?”
Çocuk, başını yanlara sallayıp:
- “Üzerinde 30 lira yazıyor” dedi, “Almam mümkün değil ki!”
- “ındirim sezonunu senin için biraz öne alırım!” dedi adam, “Bu durumda 20
liraya düşer. Zâten sen bir tekini alacaksyn, o da 10 lira eder.”
Çocuk biraz düşünüp:
- “Ayakkabının diğer teki işe yaramaz!” dedi, “Onu kim alacak ki?”
- “Amma yaptın ha!” diye güldü adam. “Onu da, sağ ayağı eksik olan bir
çocuğa satarım.”
Küçük çocuğun aklı, bu sözlere yatmıştı. Adam, devam ederek:
- “Üstelik de öğrencisin değil mi?” diye sordu.
- “ıkiye gidiyorum!” diye atıldı çocuk, “Üçe geçtim sayılır.”
- “Tamam işte!” dedi adam. “5 Lira da öğrenci indirimi yapsak, geri kalır 5
lira. O da zâten pazarlık payı olur. Bu durumda ayakkabı senindir, sattım
gitti!”
Ayakkabıcı, çocuğun şaşkın bakışları arasında dükkâna girdi. ıçerdeki
raflar, onun beğendiği modelin aynıyla doluydu. Ama adam, vitrinde olanı
çıkarttı. Bir tabure alıp döndükten sonra, çocuğu oturtup yeni ayakkabısını
giydirdi. Ve çıkarttığı eskiyi göstererek
- “Benim satış işlemim bitti!” dedi, “Sen de bana, bunu satsan memnun
olurum.”
- “şaka mı yapıyorsunuz?” diye kekeledi çocuk, “Onun tabanı delinmek üzere.
Eski bir ayakkabı, para eder mi?”
- “Sen çok câhil kalmışsın be arkadaş…” dedi adam, “Antika eşyalardan
haberin yok her hâlde. Bir antika ne kadar eski ise, o kadar para tutar. Bu
yüzden ayakkabın, bence en az 30-40 lira eder.”
Küçük çocuk, art arda yaşadığı şokları üzerinden atabilmiş değildi. Mutlaka
bir rûyada olmalıydı. Hem de hayatındaki en güzel rûya. Adamın, heyecandan
terleyen avuçlarına sıkıştırdığı kâğıt paralara göz gezdirdikten sonra, 10
liralık banknotu geri vererek:
- “Bana göre 20 lira yeterli.” dedi. “ındirim mevsimini başlattınız ya!”
Adam onu kıramayıp parayı aldı. Ve bu arada yanağına bir öpücük kondurdu.
Her nedense içi içine sığmıyordu. Eğer bütün mallarını bir günde satsa,
böyle bir mutluluğu bulamazdı. Çocuk, yavaşça yerinden doğruldu. Sanki
koltuk değneğine ihtiyaç duymuyordu. Sımsıcak bir tebessümle teşekkür edip:
- “Babam haklıymış!” dedi. “Sakat olduğum için üzülmeme hiç gerek yok!
demişti.”
** Her Rüzgar Savuracak Bir Toz bulur, *
** Her Hayat Yaşanacak Bir Can Bulur, *
** Her Umut Gerçekleşecek Bir Düş Bulur *
** Bulunmayacak Tek şey Senin Benzerindir *


----------

Bir Anket
Dünya çapında bir anket yapılmış. Sadece bir soru sorulmuş: “Lütfen dünyanın geri kalan kısmındaki yiyecek eksikliğine bir çözüm ile ilgili kişisel görüşünüzü dürüstçe belirtiniz.”
Anket büyük bir başarısızlıkla sonuçlanmış.
Çünkü
* Afrika´da insanlar “yiyecek” kelimesinin ne anlama geldiğini bilmiyorlar.
* Batı Avrupa´da insanlar “eksiklik” kelimesinin ne anlama geldiğini bilmiyorlar.
* Doğu Avrupa´daki insanlar “kişisel görüş”ün ne anlama geldiğini bilmiyorlar.
* Orta Doğu´da insanlar “çözüm”ün ne anlama geldiğini bilmiyorlar.
* Güney Amerika´daki insanlar “lütfen” kelimesinin ne anlama geldiğini bilmiyorlar.
* İsrail´deki insanlar “dürüstlük” kelimesinin ne anlama geldiğini bilmiyorlar.
* Ve Amerika´daki insanlar “dünyanın geri kalan kısmı”nın ne anlama geldiğini bilmiyorlar…


----------

Mükemmel Kalp
Genç bir adam kendi kalbinin yörenin en güzel kalbi olduğunu ilan etmişti. Onu görenler de bunu onaylamıştı. Birden kalabalığı tam ortadan yaran yaşlı bir adam genç adama doğru yürüdü ve :

"Senin kalbin benim ki kadar güzel değil "dedi.

İşte tam o anda kalabalık ve genç adam yaşlı adamın kalbine doğru baktılar. Çok hızlı çarpıyordu, fakat içinde çok fazla yara ve zaten çok az kalan boşluklarda çentikler vardı, onların da üzeri keskin çentiklerle dolu idi. Yaşlı adamın yaşlı kalbinin çok acı çektiği belli oluyordu

İnsanlar şaşırmıştı, yaşlı adam nasıl bu kalbin en güzel kalp olduğunu söyleyebilirdi.

Genç adam gülerek "şaka ediyor olmalısın" dedi yaşlı adama, "benim kalbim pürüzsüz mükemmellikte iken seninki gözyaşları ve acılardan oluşmuş yara izleri ile dolu"

"Doğru" diye yanıt verdi yaşlı adam

"Senin kalbin mükemmel gözüküyor fakat ben asla yaşlı kalbimi senle değişmem. O gördüğün her yara benim sevgimi verdiğim bir kişiyi gösteriyor. Onlara kalbimin bir parçasını seve seve verdim, onlar da kendilerinden bir parçayı bana verdiler. Bu yüzden bu parçalar benim verdiğim parçalara bazen tam uymadılar ve üstünde ya da köşelerinde pürüzler oldu. Fakat ben onların her parçasını tek tek seviyorum, çünkü onların her biri paylaşılan sevgileri, dostlukları bana hatırlatıyor. Bazen de sevgimin ve dostluklarımın karşılığını alamadım. O kalbimin içindeki yara dolu boşluklar da bu yüzden, ucu kıvrık bıçak gibi ve oldukça da acı verir. Fakat hala boşturlar ve başka kalplerin de bana sevgi ve dostluklarını verebileceklerini, böylece de bu boşlukları doldurabileceklerini gösterir ve benim hala o umutla yaşamamı sağlar.

Şimdi söyle genç adam, sence hangi kalp daha güzel ?"

Genç adamın gözleri sevgi gözyaşlarıyla dolmuştu. Yaşlı adama doğru yürüdü ve kalbinden genç ve güzel bir parçayı dostça ona doğru verdi. Yaşlı adamın kalbinde hala birçok boşluk vardı. Yaşlı adam genç adamın cömertçe verdiği kalbi dostlarının olduğu bölüme yerleştirdi, üzerine çentikler attı ve yerine bir güzel oturturdu. Genç adam kendi kalbine doğru baktı, artık eskisi kadar mükemmel ve pürüzsüz değildi. Tâki yaşlı adam ona kendi kalbinden eski fakat güzel bir parça verene kadar.

Sonunda genç adam ve oradaki kalabalık gerçek kalbin güzelliğini anlamıştı.

Kalbi güzelleştiren onunla paylaşılan sevgi ve dostluktu. İçinde sevgi barındırmayan ve taşımayan hiç bir kalp gerçekten güzel olamazdı



----------

Eflatun' 2 Soru Sormuşlar ;
Birincisi;

"İnsanoğlunun sizi en çok şaşırtan davranışları nedir?"

Eflatun tek tek sıralamış:

- Çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler. Ne varki çocukluklarını özlerler...

- Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler, sonra sağlıklarını geri almak için para öderler...

- Yarından endişe ederken bugünü unuturlar. Dolayısıyla ne bugünü ne de yarını yaşarlar...

- Hiç ölmeyecek gibi yaşarlar. Ancak hiç yaşamamış gibi ölürler...

Sıra gelmiş ikinci soruya;

"Peki sen ne öneriyorsun ?"

Bilge yine sıralamış:

- Kimseye kendinizi "sevdirmeye" kalkmayın! Yapılması gereken tek şey, sadece kendinizi "sevilmeye" bırakmaktır...

- Önemli olan; hayatta "en çok şeye sahip olmak" değil "en az şeye ihtiyaç duymaktır".


----------

Oku ve Düşün
On dokuz yıl evveldi. Stockholm'e gitmiştim. Bir otele indim. Geceydi.
Sabahleyin, traş olmak için lavaboya gittiğimde, aynanın yanında
ilginç bir not gördüm. Lütfen diyordu, trastan sonra jiletinizi çöpe
atmayın. Yanda bir kutu var, oraya bırakın. Bir tek jiletle dahi olsa,
İsveç çelik sanayisine yardımcı olun. Doğrusu hayretler içinde kaldım.
Çocukluğumdan beri çelik eşya denince akla İsveç çeliği gelir. Birçok
eşya üzerinde "İsveç çeliğinden yapılmıştır" diye yazardı. İste o
ülke, kullanılmış bir tek ufacık jiletin bile çöpe gitmesini
istemiyor, ona sahip çıkıyor, gelen turistlere rica yollu uyarıda
bulunuyordu.

İsviçre'de zaman zaman, belli periyotlarda, radyolar, televizyonlar,
basın bir haberi duyurur. Şu tarihte, su saatte, adamlarımız gelecek.
Siz lütfen hazırlığınızı yapın. Okumadığınız, ilgilenmediğiniz,
kullanmadığınız ne kadar kitap, dergi, gazete varsa, kâğıt, ambalaj,
kutu varsa, velev ki, bir ilaç prospektüsü dahi olsa, kapının önüne
koyun. İsviçre'nin kalkınmasına yardımcı olun. Fazla ağaç ziyanına
engel olun.

Beş yaşında idim. Babaannem rahmetli, pirinç ayıklıyordu. Bir tane
yere düştü. Babaannem eğildi, aramaya başladı. Sağa bakıyor, sola
bakıyor, bulmaya çalışıyor. Çocukluk iste, aman babaanne dedim. Bir
pirinç tanesi için bu kadar caba harcamaya, yorulmaya değer mi?
Rahmetli ilk defa sertleşti bana karşı, öfkeyle doğruldu. Sen
oturduğun yerden ahkâm kesiyorsun, dedi. Hiç pirinç üretilirken gördün
mü? İnsanlar ne kadar zorluk çekiyorlar. Bir pirinç tanesinde kaç
insanin göz nuru, alın teri, emeği, çilesi var biliyor musun?
Utancımdan kıpkırmızı olmuştum.

Aradan yıllar geçti. Hukuk Fakültesinde öğrenciyim. Alain'in
proposlarini okuyorum. Birden irkildim. Babaannemi hatırladım. Alain,
bir insan yerde bir iğne görüp de eğilip almazsa, bütün uygarlığa
karşı ihanet etmiş olur diyordu. İlave ediyordu. Bir
iğnenin üretiminde binlerce insanin alın teri, göz nuru, el emeği
vardır diyordu.

Japonlar son derece sade, basit, yalın mütevazı yasayan insanlardır.
Evlerini mobilya ile eşya ile dolduranlar Japonlara göre ruhen tekamül
edememiş, hayatın manasını anlayamamış, zavallı kimselerdir.
Böyleleriyle, zavallı, evini mezat salonuna çevirmiş diye eğlenirler.
Bir insanin gösteriş için eşyanın esiri olması ne kadar acıdır.
hepimizin yaptigi gibi Vaktiyle Japon ekonomisi bir darboğazdan
geçiyor. İç borçlar, dış borçlar gırtlağı aşıyor. Zamanın başbakanı
meclisi toplar. Kürsüye çıkar. Durumu olanca açıklığı ve tehlikeleri
ile anlatır ve su andan itibaren der, Allah şahidim olsun ki,
Japonların iç ve dış borçları son kursuna kadar ödenmeden, pirinçten
başka bir şey yemeyeceğim. Su üstümdeki elbiseden başka elbise
giymeyeceğim. Dediklerini yapar, en üstten en alta bir israftan
kaçınma kampanyası açılır. Japonya bütün borçlarını öder. Bu durumun
toplumun bütün kesimlerini, tek istisna olmadan kapsadığını söylemeye
gerek yok.

Geçenlerde Japon imparatorunun sarayını gördüm. Yarabbim, ne kadar
sade, ne kadar mütevazı, ne kadar gösterişten uzak... Gerekmediği
halde elektriği yakmakla, suyu kapamadan bos yere akıtmakta, gece
çamurlu ayakkabılarımızı temizlemeden yatmakla, yemek yediğimiz
kapları yıkamadan bırakmakla biz de zalimler sınıfına geçmiyor muyuz?

Hayat çok ince, akil almaz incelikte ipliklerle örülmüştür.
Her şey o kadar birbirine bağlıdır ki,
İlkokul okuma kitabımızdaki bir sözü hiç unutmadım.
Bir mıh bir nal kaybettirir. Bir nal, bir atı, bir at bir orduya
savası kaybettirir diyordu.

Maddi durumumuz ne olursa olsun, ister zengin olalım, ister fakir,
hepimiz çok dikkatli olmak zorundayız.

Bunda parayı da, maddiyatı da aşan büyük bir edep ve incelik vardır.


 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları eglen sohbet reklamver